Küresel sömürü düzenini besleyen en önemli şey büyüleyici büyüme kavramıdır. Ekonomik büyüme, ne kadar büyük olursa, tüm insanlık için o kadar yararlıymış gibi sunuluyor. Hâlbuki büyüme, dünyadaki nüfusun küçük bir kısmına yarar sağlıyor. Zaten büyüme kavramını, ekonominin kutsalı haline getirmenin amacı da budur, yani dünyanın birkaç aile tarafından sömürülmesini sağlamaktır.
Bir ülkede, yalnız bir aile ekonomik olarak büyümüşse, o ülke büyümüş kabul ediliyor. Bu sebepten gerçek ekonomistler, büyüme kavramını anlamsız ve sömürü aracı olarak görürler. Ekonomik büyüme belli bir azınlığa yaradığı için zenginle-fakir arasındaki farkı sürekli açar ve fakirleri ümitsizliğe sevk eder. Bunun olmaması için büyüme oranına göre, gelir dağılımının düzenlenmesi gerekir. Maalesef, dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir sistem kurulamamıştır.
Batının kendi çıkarına göre oluşturduğu ekonomi bilimi, büyüme oranlarını, diğer ekonomik göstergelerin önüne koymuştur. O bakımdan hiç kimse büyümeyi sorgulamaya cesaret edemiyor. En azından şu soruları sormak gerekmez mi? Ekonomik büyüme, hangi ekonomik sorunları çözüyor? Bir ülke hangi oranda büyürse, hangi sorunlarını çözebilir? Esasen ekonomiyi rakamlar üzerinden takip etmek her zaman yanıltıcıdır. Ekonominin insan hayatına yansımalarına bakmak daha gerçekçidir.
Her yıl büyüme rakamları yayınlanıyor. Meselâ Türkiye’nin 2011 yılında TÜİK verilerine göre yüzde 8,5 oranında büyüdüğü ilân edildi. İlân edilen bu rakama, ekonometri ve istatistik bilimiyle uğraşanlar ilgi duydu ve rakamı istedikleri gibi yorumladılar. Milletimiz ise sadece uzaktan seyretti. Eğer büyüme herkesi ilgilendiren bir olay olsaydı, tabii ki sonuç değişirdi. Türkiye gibi ülkelerin büyüme dediği olay, borçlanıp tüketmektir. ABD ve Avrupa bankaları, tüketmek isteyen ülkelere, borçlarının faizlerini ödedikleri sürece iflâs etmiş sayılmamak şartıyla borç veriyorlar. Bu sömürünün, oyunun ve aldatmanın adına da büyüme diyorlar. Birisi kalkıp da “hayır öyle değildir” diyemez. Derse, o zaman birinin büyümesi için başkalarının küçülmesinin niçin gerekli olduğunu anlatmak zorundadır.
Batılıların, hep başkalarını küçülterek, daha doğrusu yağmalayarak büyüdükleri inkâr edilemez tarihi bir gerçektir. Kristof Kolomb, Amerika’yı işgal etmeden önce yerli Amerikalılar, fakirlik nedir bilmezlerdi. İnsanlar ellerindeki malları birbirleriyle paylaşıp aynı düzeyde yaşayıp gidiyorlardı. Kolomb, yerli Amerikalıların bu üstün vasfını şöyle anlatır: “Sahip oldukları şeyler üzerinde bir talep olduğunda asla ‘hayır’ demezlerdi. Bilakis ısrarla onu vermeye çalışırlardı.” Buna rağmen Batılılar, inançlarının gereği olan yağmalamaktan ve zorbalıktan geri durmadılar. Kızılderililerin Potwon kabilesinin reisi bu vahşi Batılılara şöyle seslenmişti: “Sevgi ile alabileceğiniz şeyleri niçin kuvvet zoruyla almak istiyorsunuz? Size yiyecek sağlayan bizleri niçin öldürmeye çalışıyorsunuz? Niçin bu kadar kıskançsınız? Bizler silâhsızız, topla-tüfekle değil, sevgi ve dostluklarla geldiğinizde istediğiniz şeyleri vermeye hazırız.” Batılılar, Amerika’da ve dünyanın diğer kıtalarında sergiledikleri bu yağmalamayı, uydurdukları ekonomi bilimine, “büyüme” olarak soktular.
Bu büyüleyici, aldatıcı büyümenin yerine, başkalarını küçültmeden, malını yağmalamadan, sürekli büyümeyi gerçekleştirecek ve büyümeden herkese adil oranda pay verecek bir model hayata geçirilemez mi? Elbette geçirilir. O modelin, “Milli Ekonomi Modeli” olduğunu söylemeye bilmem gerek var mı? Şairin, “Kör olasın demiyorum/ Kör olma da beni gör” dediği gibi diyerek, Batılılardan önce milletimizin “Milli Ekonomi Modeli”ni görmesini sabırsızlıkla bekliyoruz.
Bir ülkede, yalnız bir aile ekonomik olarak büyümüşse, o ülke büyümüş kabul ediliyor. Bu sebepten gerçek ekonomistler, büyüme kavramını anlamsız ve sömürü aracı olarak görürler. Ekonomik büyüme belli bir azınlığa yaradığı için zenginle-fakir arasındaki farkı sürekli açar ve fakirleri ümitsizliğe sevk eder. Bunun olmaması için büyüme oranına göre, gelir dağılımının düzenlenmesi gerekir. Maalesef, dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir sistem kurulamamıştır.
Batının kendi çıkarına göre oluşturduğu ekonomi bilimi, büyüme oranlarını, diğer ekonomik göstergelerin önüne koymuştur. O bakımdan hiç kimse büyümeyi sorgulamaya cesaret edemiyor. En azından şu soruları sormak gerekmez mi? Ekonomik büyüme, hangi ekonomik sorunları çözüyor? Bir ülke hangi oranda büyürse, hangi sorunlarını çözebilir? Esasen ekonomiyi rakamlar üzerinden takip etmek her zaman yanıltıcıdır. Ekonominin insan hayatına yansımalarına bakmak daha gerçekçidir.
Her yıl büyüme rakamları yayınlanıyor. Meselâ Türkiye’nin 2011 yılında TÜİK verilerine göre yüzde 8,5 oranında büyüdüğü ilân edildi. İlân edilen bu rakama, ekonometri ve istatistik bilimiyle uğraşanlar ilgi duydu ve rakamı istedikleri gibi yorumladılar. Milletimiz ise sadece uzaktan seyretti. Eğer büyüme herkesi ilgilendiren bir olay olsaydı, tabii ki sonuç değişirdi. Türkiye gibi ülkelerin büyüme dediği olay, borçlanıp tüketmektir. ABD ve Avrupa bankaları, tüketmek isteyen ülkelere, borçlarının faizlerini ödedikleri sürece iflâs etmiş sayılmamak şartıyla borç veriyorlar. Bu sömürünün, oyunun ve aldatmanın adına da büyüme diyorlar. Birisi kalkıp da “hayır öyle değildir” diyemez. Derse, o zaman birinin büyümesi için başkalarının küçülmesinin niçin gerekli olduğunu anlatmak zorundadır.
Batılıların, hep başkalarını küçülterek, daha doğrusu yağmalayarak büyüdükleri inkâr edilemez tarihi bir gerçektir. Kristof Kolomb, Amerika’yı işgal etmeden önce yerli Amerikalılar, fakirlik nedir bilmezlerdi. İnsanlar ellerindeki malları birbirleriyle paylaşıp aynı düzeyde yaşayıp gidiyorlardı. Kolomb, yerli Amerikalıların bu üstün vasfını şöyle anlatır: “Sahip oldukları şeyler üzerinde bir talep olduğunda asla ‘hayır’ demezlerdi. Bilakis ısrarla onu vermeye çalışırlardı.” Buna rağmen Batılılar, inançlarının gereği olan yağmalamaktan ve zorbalıktan geri durmadılar. Kızılderililerin Potwon kabilesinin reisi bu vahşi Batılılara şöyle seslenmişti: “Sevgi ile alabileceğiniz şeyleri niçin kuvvet zoruyla almak istiyorsunuz? Size yiyecek sağlayan bizleri niçin öldürmeye çalışıyorsunuz? Niçin bu kadar kıskançsınız? Bizler silâhsızız, topla-tüfekle değil, sevgi ve dostluklarla geldiğinizde istediğiniz şeyleri vermeye hazırız.” Batılılar, Amerika’da ve dünyanın diğer kıtalarında sergiledikleri bu yağmalamayı, uydurdukları ekonomi bilimine, “büyüme” olarak soktular.
Bu büyüleyici, aldatıcı büyümenin yerine, başkalarını küçültmeden, malını yağmalamadan, sürekli büyümeyi gerçekleştirecek ve büyümeden herkese adil oranda pay verecek bir model hayata geçirilemez mi? Elbette geçirilir. O modelin, “Milli Ekonomi Modeli” olduğunu söylemeye bilmem gerek var mı? Şairin, “Kör olasın demiyorum/ Kör olma da beni gör” dediği gibi diyerek, Batılılardan önce milletimizin “Milli Ekonomi Modeli”ni görmesini sabırsızlıkla bekliyoruz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018