Okullar açılmadan önce "Okullar başlıyor, ya Milli Eğitim? (başlıyor mu)" diye bir yazı yazmıştım. Evet, okullar başladı, çocuklar, gençler derslere giriyorlar. Ama Milli Eğitim başlamadı? Bu mantıkla da başlaması mümkün değil. "Milli" kendimize ait demek. "Eğitim" ise insan yetiştirmek, bilgi, birikimi aktarmak, vs. demek. Yan yana gelince "Milli Eğitim" oluyor. Yani, kendi kültür ve medeniyet değerlerimizi, zamanın bilimsel gelişmeleri ile genç nesillere aktararak, onları yükseköğretime hazır hale getirmek. Hem kendine, hem ailesine, hem milletine, hem devletine bağlı, çalışkan, üretken insanlar, nesiller yetiştirmek. Milli Eğitimde bana göre genel anlamda öne çıkan üç öğe vardır. Müfredat, bu müfredatı öğrenciye aktaracak eğitmen (öğretmen) ve zamanın teknolojik gelişmeleri doğrultusunda yapılmış, öğretmen ve öğrencilerin tüm isteklerine cevap verecek kurumlar. Yani okullar, kurumlar vs.Müfredatımızı içeriği başlı başına bir sorun. O kadar arşivimiz olmasına rağmen biz, kendi tarihimizi bile yabancılardan alarak çocuklarımıza öğretmeye kalkıyoruz. Eğitim kurumları olan okulların ise ne kadar teknolojik, ne kadar zamanın donanımlarına sahip olduğunu herhangi bir okula dışarıdan baktığınızda bile görürsünüz. Benim dikkat çekmek istediğim konu ise eğitimciler, öğretmenler. AKP zihniyeti bu milleti 10 yıldır oyalıyor, kandırıyor. İspatını da yapayım; Mayıs 2002. Hükümet'te Ecevit. Tayyip Erdoğan İzmit'te miting yapıyor. Seçimler yakın. Bakın ne diyor; "Şu sisteme bakın hele, ülkede 72 bin öğretmen açığı var, sen sınavla öğretmen seçiyorsun (KPSS). Hangi akla hizmet ediyorsunuz? Bırak da öğretmenlerimiz okul seçsin, göreve başlasın, önüne niye engel koyuyorsun? Ama inşallah biz hükümetimizi kurduğumuzda bütün öğretmenlerimizi göreve başlatacağız ve öncelikli olarak eğitim sorununu çözeceğiz..."Yine 2002 seçimler öncesi Samsun'da; "Buradan sözüm tüm genç öğretmen adaylarına, siz merak etmeyin, biz geldiğimizde üniversiteyi bitirdiğimde ne yapacağım, sınavı ya kazanamazsam korkun olmayacak, çünkü sınav olmayacak..." gibi birçok söylemlerde bulunmuş, sözler vermişti. Söz demişken bir hadisi şerifi hatırlatayım; Sevgili Peygamberimiz (sav) buyuruyor ki; "Söz vermek borç vermek gibidir. Hatta daha önemlidir." (O yıllarda, birçok mitinginde de aynı söylemlerle halka umut dağıtmıştı Tayyip bey) O yıllarda kadro bekleyen öğretmen sayısı yanılmıyorsam 175 bin civarlarındaydı. Tarih 2011. AKP üç dönemdir iktidar. Söz verenler, sözlerini tutmadılar. Kadro bekleyen öğretmen sayısı 300 bine çıktı. Bu öğretmen adayları seslerini çıkarmaya çalıştılar ama ileri demokrasi sahipleri (!) önlerine çıktı. Kimi tutuklandı, kimi yargılandı, hüküm giydi. Daha geçenlerde medyada yer aldı; 5 yıldır kadro bekleyen öğretmen adayı psikolojik sorunlara girmiş, intihar etmiş. Bir diğeri kadro alamadan yakalandığı hastalıktan vefat etmiş. Bir diğeri gitmiş Ardahan'da diplomasıyla çobanlık yapıyor. Acaba "bu çocuklara iş vermeyecekseniz niye okutuyorsunuz? Bu kadar öğretmen açığı varken niye sınav (KPSS) yapıyorsunuz" diye zamanın iktidarını eleştirenlerin vicdanları rahat mı, merak ediyorum?Ama maalesef milletimiz kendi gerçeklerini görmedi. Önceki Erdoğan hükümetinin M. Eğitim Bakanı 55 bin kadro sözü verdi. 12 Haziran seçimleri öncesi, seçimden sonra hemen 12 bin atama yapılacağı açıkladı. Seçim sonrası 6 bin küsur atama yapıldı. 300 bin kadro bekleyen öğretmen. 55 bin atama sözü veren eski M. Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu. 150 bin öğretmen açığı olduğunu, ayrıca toplamda 80 binin üzerinde ücretli öğretmen olmasının da, öğretmen açığının düşük gözükmesine yol açtığını ifade eden yeni M. Eğitim Bakanı Ömer Dinçer. Verilen sözler, itiraf edilen ihtiyaç miktarı ve bu dönemlerde yapılan sadece 11 bin atama. Sonrada çocuklarımıza doğruluktan, dürüstlükten, ahlaktan söz eden bir anlayış. Nasıl? Hangi yüzle?Ayrıca önceki Bakanın verdiği söze binaen, yeni bakanın özrü de beceriksizliğin itirafı gibi. Ömer Dinçer; "Bu sözü yerine getirebilmek için çok çaba sarf ettik. Ancak hükümetimizin tahsis edebildiği kaynaklarla azami kadro ancak bu kadar olabildi. Bizi affedin." Yoksa affettiniz mi?Vatandaş mantığı ile düşünelim. Keşke diyorum! Vatandaşa, seçimler öncesi kömür, makarna, elektriksiz köylere buzdolabı, çamaşır makinesi vs. dağıtmak için, iktidar olmak için 2.5 katrilyonu harcamasaydınız, Libya'daki muhaliflere 300 milyon doları göndermeseydiniz, Sayın Başbakan ve diğer Bakanlar yurt dışı gezilerini yarı yarıya indirseydi, bu kaynak sağlanır mıydı, sağlanmaz mıydı? Ey Milli Eğitim Bakanı! Kalbi ve beyni tok olan, karnının açlığına aldırmaz. Ama kalbi ve beyni aç olanın, karnı tok olsa da tehlikelidir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Akın Aydın / diğer yazıları
- O, benim bitmeyen rüyamdı -1- / 13.04.2025
- İktidarın kutsal (!) haç ve Konstantinapol sessizliği / 11.04.2025
- İktidara karşı değilse istediğiniz kadar yürüyebilirsiniz / 10.04.2025
- Papazı nasıl aldık hatırlıyor musun? / 09.04.2025
- Siyasette üçüncü yol şart mı? / 08.04.2025
- Alparslan Türkeş’in vefat yıl dönümünden önce / 07.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -2- / 06.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -1- / 05.04.2025
- Boykotun babasını yaptılar, yapıyorlar / 04.04.2025
- Erdoğan’ın ‘Filistin’ nöbeti / 03.04.2025
- İktidarın kutsal (!) haç ve Konstantinapol sessizliği / 11.04.2025
- İktidara karşı değilse istediğiniz kadar yürüyebilirsiniz / 10.04.2025
- Papazı nasıl aldık hatırlıyor musun? / 09.04.2025
- Siyasette üçüncü yol şart mı? / 08.04.2025
- Alparslan Türkeş’in vefat yıl dönümünden önce / 07.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -2- / 06.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -1- / 05.04.2025
- Boykotun babasını yaptılar, yapıyorlar / 04.04.2025
- Erdoğan’ın ‘Filistin’ nöbeti / 03.04.2025