AB konusunda, AB'ye tam meftun olan politikacılar ile milletin başına örülen bu kadar AB çorabını görmelerine rağmen zihinleri hala AB konusunda netleşmemiş olanlar, kimi alanlarda güya birbirlerine karşı gibi görünseler de aynı adreste buluşuyorlar. AB artık son vuruşlarını yapmaya hazırlanıyor. Bu da, Türkiye'deki Türk askeri varlığının azaltılmasıyla ilgilidir. Bölgede inisiyatif sahibi Türkiye yerine güçlü İsrail'i hedefleyen ABD de, bu bağlamda AB ile aynı görüşü paylaşmaktadır. ABD'nin AB sevdamıza desteği biraz da bundan, yani, zayıflatılmış-itaatkâr Türkiye arzusundandır. ABD Savunma Bakanı Wolfowitz'in dünkü beyanından da bu okunmaktadır.
AB ne istiyor?
Bu sorunun cevabı nettir; MGK sivilleştirilecek, Türk askeri varlığı azaltılacak.
Kıbrıs'ta Türk askerini 'işgalci' olarak gören AB'nin, Türkiye'deki Türk askeri varlığına bakışı bu 'işgalci perspektif'in devamıdır. Hayır kardeşim farklıdır, diyen; ya yalan konuşuyor ya da kendini kandırıyor.
AB'yi parti politikası veya devlet politikası olarak gören yerlilerimiz ise, hangi cenahtan olurlarsa olsunlar, AB ile aynı perspektifi paylaşmaktadırlar. Paylaşmak zorundadırlar. İster demokratikleşme paketi adı altında, ister MGK'nin sivilleştirilmesi adı altında, AB'nin talebi budur. İster sivil, ister asker olsun, AB'yi kendilerine hedef tayin edenler, bunu gerçekleştirmeyi tabii vazife olarak algılamaktadırlar. AB de pek tabii olarak bu talebinin uygulanmasını her platformda öne sürmektedir.
AB'nin son vuruşlardan biri budur.
Bu bağlamda tüm inisiyatif, AB'nin elindedir. İşleri yürüten odur.
Bu tabloyu gördükten sonra ikinci bir ciddi suale cevap bulmak lazımdır: Türk askeri varlığı bölgemizde ve vatan topraklarımızda gerekli midir, değil midir?
AB'ci politikacı ve medyacılara göre gerekli değildir; hatta işin cabası siyasete müdahil olan asker hiiiç de gerekli değildir. AB'nin tüm talepleri, fincancı katırlarını ürkütmeden yasalaştırılmalıdır.
Bu yaklaşım, AB'ci perspektifi her şeyin üstünde tutan liberal demokratların en doğal yaklaşım biçimidir.
Bu AB'ci yaklaşımın sahiplerine göre, meselenin topluma mal edilmesi için 'iç manevralar' gereklidir. Kıbrıs sırtımızda kamburdur anlayışı nasıl hafızalara kazınarak iş pişirilmeye çalışıldı ise, bu kadar asker de sırtımızda kamburdur anlayışı hafızalara kazınması lazım ki, yasal düzenlemelere karşı herhangi bir cenahtan 'milli bir direnç' oluşamasın... Strateji bu. Dolayısıyla toplum ile asker, millet ile devlet arasındaki incir çekirdeğini doldurmayacak türden tartışmalarla, topluma bu zerk edilmektedir. Kendilerine bu tezgah kurulanlar bile fark edemese de, bu küçük bir tezgah değildir.
Milletin değerleriyle barışmak yerine AB'nin kemendini boynuna geçirmeyi yeğleyen devlet erbabı da 'bu büyük oyun'un bir parçası olarak kullanılmaktadır, insan hakları ve demokratik özgürlükler için AB'den medet umar hale getirilen toplum kesimi de...
Misak-ı Milli sınırlarımız delik deşik edilirken, Kıbrıs göz göre göre elimizden kaydırılırken hiçbir tartışmaya rastlanmadığı bir süreçte; milletin başının örtüsünün tartışılması da bu 'oyunun parçası olmak' cümlesindendir, laiklik tartışmaları da, demokratikleşme tartışmaları da, insan hakları tartışmaları da bu cümledendir.
Bu tartışmanın tarafı olanlar, kulaklarını kontrol ederek bunların nerelerden üfürüldüğünü fark derlerse, belki oyunu sezerler.
Bu bağlamda, efendim, hem Türkiye'nin jeo-stratejik konumu itibarıyla bölgesinde varlığını ve gücünü devam ettirmesi için güçlü siyaseti kadar güçlü orduya ihtiyacı vardır demek, hem de AB vazgeçilmez devlet politikasıdır demek, katıksız AB'ci olmak mümkün değildir. Bu perhiz ile bu lahana turşusu bir arada olamaz.
AB'ye evet diyen herkes onların taleplerini onların istedikleri şekilde uygulamak durumundadır. AB, kriterlerinin sulandırmasına müsaade etmemektedir. AB, azıcık vatanperver olmaya bile müsaade etmemektedir.
Etseydi; Kıbrıs'ta bizi işgalcilikle suçlayamaz, Türkiye'nin onayını almadan Güney kesimini tek taraflı üyeliğe kabul edemezdi.
Bu noktada hala, milletinin değerlerine göstermedikleri kadar AB'ye iyiniyet besleyenlerin niyetlerinden şüphe etmez isek, parçalayıncaya kadar başımızı, AB duvarlarına vurmalarına izin verdik demektir. Gençliğe Hitabe'de altı çizildiği üzere ordumuzun dağıtılmasına izin verdik demektir.
Hülasa, AB'nin son vuruşunu sağlayacak kemendini kendi elimizle boğazımıza geçiriyoruz demektir.
Bugün ayıkmamak, AB'nin yarınki 'son vuruşu'na teşne olmak demektir. Bu bir intihardır.
Sivil de olsa, asker de olsa hasbelkader buna müsaade edenler, tarihi bir yanlışa adım atıyorlar.
AB ne istiyor?
Bu sorunun cevabı nettir; MGK sivilleştirilecek, Türk askeri varlığı azaltılacak.
Kıbrıs'ta Türk askerini 'işgalci' olarak gören AB'nin, Türkiye'deki Türk askeri varlığına bakışı bu 'işgalci perspektif'in devamıdır. Hayır kardeşim farklıdır, diyen; ya yalan konuşuyor ya da kendini kandırıyor.
AB'yi parti politikası veya devlet politikası olarak gören yerlilerimiz ise, hangi cenahtan olurlarsa olsunlar, AB ile aynı perspektifi paylaşmaktadırlar. Paylaşmak zorundadırlar. İster demokratikleşme paketi adı altında, ister MGK'nin sivilleştirilmesi adı altında, AB'nin talebi budur. İster sivil, ister asker olsun, AB'yi kendilerine hedef tayin edenler, bunu gerçekleştirmeyi tabii vazife olarak algılamaktadırlar. AB de pek tabii olarak bu talebinin uygulanmasını her platformda öne sürmektedir.
AB'nin son vuruşlardan biri budur.
Bu bağlamda tüm inisiyatif, AB'nin elindedir. İşleri yürüten odur.
Bu tabloyu gördükten sonra ikinci bir ciddi suale cevap bulmak lazımdır: Türk askeri varlığı bölgemizde ve vatan topraklarımızda gerekli midir, değil midir?
AB'ci politikacı ve medyacılara göre gerekli değildir; hatta işin cabası siyasete müdahil olan asker hiiiç de gerekli değildir. AB'nin tüm talepleri, fincancı katırlarını ürkütmeden yasalaştırılmalıdır.
Bu yaklaşım, AB'ci perspektifi her şeyin üstünde tutan liberal demokratların en doğal yaklaşım biçimidir.
Bu AB'ci yaklaşımın sahiplerine göre, meselenin topluma mal edilmesi için 'iç manevralar' gereklidir. Kıbrıs sırtımızda kamburdur anlayışı nasıl hafızalara kazınarak iş pişirilmeye çalışıldı ise, bu kadar asker de sırtımızda kamburdur anlayışı hafızalara kazınması lazım ki, yasal düzenlemelere karşı herhangi bir cenahtan 'milli bir direnç' oluşamasın... Strateji bu. Dolayısıyla toplum ile asker, millet ile devlet arasındaki incir çekirdeğini doldurmayacak türden tartışmalarla, topluma bu zerk edilmektedir. Kendilerine bu tezgah kurulanlar bile fark edemese de, bu küçük bir tezgah değildir.
Milletin değerleriyle barışmak yerine AB'nin kemendini boynuna geçirmeyi yeğleyen devlet erbabı da 'bu büyük oyun'un bir parçası olarak kullanılmaktadır, insan hakları ve demokratik özgürlükler için AB'den medet umar hale getirilen toplum kesimi de...
Misak-ı Milli sınırlarımız delik deşik edilirken, Kıbrıs göz göre göre elimizden kaydırılırken hiçbir tartışmaya rastlanmadığı bir süreçte; milletin başının örtüsünün tartışılması da bu 'oyunun parçası olmak' cümlesindendir, laiklik tartışmaları da, demokratikleşme tartışmaları da, insan hakları tartışmaları da bu cümledendir.
Bu tartışmanın tarafı olanlar, kulaklarını kontrol ederek bunların nerelerden üfürüldüğünü fark derlerse, belki oyunu sezerler.
Bu bağlamda, efendim, hem Türkiye'nin jeo-stratejik konumu itibarıyla bölgesinde varlığını ve gücünü devam ettirmesi için güçlü siyaseti kadar güçlü orduya ihtiyacı vardır demek, hem de AB vazgeçilmez devlet politikasıdır demek, katıksız AB'ci olmak mümkün değildir. Bu perhiz ile bu lahana turşusu bir arada olamaz.
AB'ye evet diyen herkes onların taleplerini onların istedikleri şekilde uygulamak durumundadır. AB, kriterlerinin sulandırmasına müsaade etmemektedir. AB, azıcık vatanperver olmaya bile müsaade etmemektedir.
Etseydi; Kıbrıs'ta bizi işgalcilikle suçlayamaz, Türkiye'nin onayını almadan Güney kesimini tek taraflı üyeliğe kabul edemezdi.
Bu noktada hala, milletinin değerlerine göstermedikleri kadar AB'ye iyiniyet besleyenlerin niyetlerinden şüphe etmez isek, parçalayıncaya kadar başımızı, AB duvarlarına vurmalarına izin verdik demektir. Gençliğe Hitabe'de altı çizildiği üzere ordumuzun dağıtılmasına izin verdik demektir.
Hülasa, AB'nin son vuruşunu sağlayacak kemendini kendi elimizle boğazımıza geçiriyoruz demektir.
Bugün ayıkmamak, AB'nin yarınki 'son vuruşu'na teşne olmak demektir. Bu bir intihardır.
Sivil de olsa, asker de olsa hasbelkader buna müsaade edenler, tarihi bir yanlışa adım atıyorlar.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019