Her ne kadar "elden gelen öğün olmaz o da vaktinde bulunmaz" dese de atalarımız biz bir kere her şeyi batıdan almaya karar verdik.
Her ne hikmetse Atatürk'ün "muasır medeniyetler seviyesine çıkma" hedefini sadece ve sadece ve her ne pahasına olursa olsun "kayıtsız şartsız batılılaşmak" gibi algılayanlar maalesef bu ülkeyi bütün değerleriyle birlikte batıya peşkeş çekmekte pek mahir davrandılar.
Bunu da bir inanç gibi dokunulmazlık zırhına bürünerek yaptılar. Buna muhalefet bile vatana ihanet suçu sayıldı.
Tek hedef batılı olmak. Yani batılı gibi inanmak, batılı gibi düşünmek, batılı gibi yaşamak. Tek hedef bu olunca bütün düzenlemeler de bu istikamette olmalıydı.
Bunun için de batılı bir kafaya, batılı bir akla ve batılı bir modele ihtiyaç kaçınılmazdı. Öyle de oldu. Hatta öylesine öyle oldu ki bizde bize ait hiç bir şey kalmadı.
Yani biz öylesine batılı olduk ki artık batılı olmazsak adam olamayacağımız gibi yaşama hakkımızın da olmayacağına inanmaya başladık. Zaman zaman "batı her şey değil" diyorsak da bir duyarlarsa diye de ödümüz kopuyor.
Ve bugün "batılılaşma" adına geldiğimiz noktada egemenliğimize batılılar karar veriyor. Siyasi ve ekonomik kararlarımızı batılılar alıyor. Düşünce, inanç, fikir ve topyekün kültür hayatımızı batılılar belirliyor.
Akıl, fikir, düşünce, çözüm, çare, yol-yordam, metod ve biçim her şey oradan transfer edildi. Edilmeye de günümüz şartlarında ve gelinen boyutlarda devam ediliyor.
Nedir günümüz şartları ve gelinen boyutlar? Onlar da; hazine arazilerinin ve iflas ettirilen şirketlerin, kurumların yabancılara satışı... Ve yeni ihale yasası ile de geri kalan işlemleri tamamlamak...
Bunun resmi ve fiili adı kendi vatanında yabancıların himayesine girmektir. Yani kendi bağını, bahçeni, tarlanı, dükkanını, işyerini, fabrikanı, evini-barkını sattığın adamların işçisi olmak, ırgatı olmak, hizmetkarı ve kölesi olmak.
Bitmeyen transferlerin ülkeyi getirdiği ve getireceği adres bu... Ama bir ses de diyor ki hayır... Ülkenin bu transferlerle gideceği yer bellidir. Artık tamamıyla milli ve yerli bir irade şarttır.
Siyasette, ekonomide ve bunlara bağlı bütün problemlerde milli ve yerli çözümler, çareler ve modeller kaçınılmazdır.
Tarihte olduğu gibi bugün de millet Kuvay-ı Milliye ruhuyla her türlü sıkıntının tehdit ve tehlikenin üstesinden gelmeye muktedirdir.
Yeter ki milletin sesine kulak verilsin. Prof. Dr. Haydar Baş'ın "Milli Ekonomi Modeli" işte bu sesin sadece ekonomi hayatımızdaki bir ifadesidir.
Bu bakımdan Bağımsız Türkiye Partisi'nin Üstad'ın görüşlerini parti programına alma kararı fevkalade isabetli ve doğru bir karardır.
Bu karar bitmez gibi görünen yanlışların da sonunun geleceğinin müjdesidir.
Her ne hikmetse Atatürk'ün "muasır medeniyetler seviyesine çıkma" hedefini sadece ve sadece ve her ne pahasına olursa olsun "kayıtsız şartsız batılılaşmak" gibi algılayanlar maalesef bu ülkeyi bütün değerleriyle birlikte batıya peşkeş çekmekte pek mahir davrandılar.
Bunu da bir inanç gibi dokunulmazlık zırhına bürünerek yaptılar. Buna muhalefet bile vatana ihanet suçu sayıldı.
Tek hedef batılı olmak. Yani batılı gibi inanmak, batılı gibi düşünmek, batılı gibi yaşamak. Tek hedef bu olunca bütün düzenlemeler de bu istikamette olmalıydı.
Bunun için de batılı bir kafaya, batılı bir akla ve batılı bir modele ihtiyaç kaçınılmazdı. Öyle de oldu. Hatta öylesine öyle oldu ki bizde bize ait hiç bir şey kalmadı.
Yani biz öylesine batılı olduk ki artık batılı olmazsak adam olamayacağımız gibi yaşama hakkımızın da olmayacağına inanmaya başladık. Zaman zaman "batı her şey değil" diyorsak da bir duyarlarsa diye de ödümüz kopuyor.
Ve bugün "batılılaşma" adına geldiğimiz noktada egemenliğimize batılılar karar veriyor. Siyasi ve ekonomik kararlarımızı batılılar alıyor. Düşünce, inanç, fikir ve topyekün kültür hayatımızı batılılar belirliyor.
Akıl, fikir, düşünce, çözüm, çare, yol-yordam, metod ve biçim her şey oradan transfer edildi. Edilmeye de günümüz şartlarında ve gelinen boyutlarda devam ediliyor.
Nedir günümüz şartları ve gelinen boyutlar? Onlar da; hazine arazilerinin ve iflas ettirilen şirketlerin, kurumların yabancılara satışı... Ve yeni ihale yasası ile de geri kalan işlemleri tamamlamak...
Bunun resmi ve fiili adı kendi vatanında yabancıların himayesine girmektir. Yani kendi bağını, bahçeni, tarlanı, dükkanını, işyerini, fabrikanı, evini-barkını sattığın adamların işçisi olmak, ırgatı olmak, hizmetkarı ve kölesi olmak.
Bitmeyen transferlerin ülkeyi getirdiği ve getireceği adres bu... Ama bir ses de diyor ki hayır... Ülkenin bu transferlerle gideceği yer bellidir. Artık tamamıyla milli ve yerli bir irade şarttır.
Siyasette, ekonomide ve bunlara bağlı bütün problemlerde milli ve yerli çözümler, çareler ve modeller kaçınılmazdır.
Tarihte olduğu gibi bugün de millet Kuvay-ı Milliye ruhuyla her türlü sıkıntının tehdit ve tehlikenin üstesinden gelmeye muktedirdir.
Yeter ki milletin sesine kulak verilsin. Prof. Dr. Haydar Baş'ın "Milli Ekonomi Modeli" işte bu sesin sadece ekonomi hayatımızdaki bir ifadesidir.
Bu bakımdan Bağımsız Türkiye Partisi'nin Üstad'ın görüşlerini parti programına alma kararı fevkalade isabetli ve doğru bir karardır.
Bu karar bitmez gibi görünen yanlışların da sonunun geleceğinin müjdesidir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ali Gedik / diğer yazıları
- Milli Çözüm Milli Ekonomi Modeli / 03.07.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010