Her zaman olduğu gibi yine birilerini, henüz hiçbir şeyi ispat etmeksizin erkenden mağdur ve mazlum ilân ederken karşısındakini de daha kendini savunma fırsatı dahi vermeden mahkûm ettiğimiz bir olaya daha şahit olduk.
Nedir mevzu?
Haber sunuculuğu yapan İsmail Küçükkaya iki yıl önce eşi Eda Demirci'den boşanıyor ve şimdi sosyal olan ve olmayan tüm medyada "Eşim İsmail bana birkaç kez şiddet uygulamıştı" şeklindeki röportajları boy göstermeye başlıyor.
Tabi Eda hanımı dinleyen büyük bir kesim de hemen bir taraftan İsmail beyi linç ederken diğer taraftan da çalıştığı TV kanalını bombardımana tâbi tutuyor.
Bunu yapanların bir kısmı gerçekten olaya, kadına uygulanan şiddet boyutundan yaklaşırken çok büyük bir kısmı ise bu kanalın iktidara bir miktar muhalif görünmesi sebebiyle bu saldırıları yapıyor. Yani bu iddialar iktidar yanlısı bir kanalın muhabiri hakkında ortaya atılmış olsa bu büyük kesimin muhabirin arkasında yer alacağı kesin.
Zira artık her olaya yaklaşım tarzımız, olayın taraflarının haklılığıyla değil, bizden yana olup olmadığıyla alâkalı hâle geldi.
Yani İsmail Küçükkaya iktidar yanlısı bir kanalda sunuculuk yapmış olsa şu anda Eda Demirci yerden yere vuruluyor, İsmail Küçükkaya ise kutsanıyor olurdu.
Ölçü o kadar kaçtı ki, neyin doğru neyin yanlış olduğu, neyin hak neyin bâtıl olduğu anlaşılmaz hale geldi.
Buyurun size açık bir örnek. Yıllardır özellikle iktidar yanlıları "Ayasofya cami olsun" diye propaganda yaparken sayın Cumhurbaşkanı çıkıp "Belli bir bölümünde şu anda namaz da kılınıyor zaten. Cami olmasının bizim için faturası çok daha ağırdır. Unutmayalım dünyanın çok çeşitli ülkelerinde bizim binlerce camimiz var." demişti ve herkesi bu şekilde susturmuştu.
Ancak aynı sesler yeniden ve çok yüksek perdeden seslendirilmeye başlanınca Cumhurbaşkanı da bu sefer daha yumuşak beyanlar vermeye başladı ve tam bu anda İyi Parti Meclis'e "Ayasofya cami olsun" önergesi verdi ve dananın kuyruğu koptu. Ak Partisi'nin red, MHP ve HDP'nin çekimser oylarıyla teklif reddedildi.
Aradan birkaç hafta geçince tekrar söylemler uçuşmaya başladı ve Sayın Cumhurbaşkanı bu sefer de "Danıştay'ın vereceği kararı bekleyelim" demeye başladı.
Yani sizin anlayacağınız asıl mevzu Ayasofya'nın cami, müze veya kilise olması değil, iktidarın ve Meclis'teki muhalefetin hangisini yaparsa daha çok siyasi rant elde edebileceği noktasında toplanıyor.
Kimse aklıselim bir şekilde Ayasofya konusunda neyin doğru neyin yanlış, neyin hak neyin bâtıl olduğunu konuşmuyor, iktidar yanlısı olanlar Cumhurbaşkanı'nın isteğini doğrulama, muhalefet yanlısı olanlar da tersini doğrulama gayretindeler.
Ayasofya konusunu ayrı bir yazı konusu yapmak üzere şimdilik kapatıp asıl mevzua dönelim.
Hadise o kadar vahim bir noktada ki toplum sırf bu şekilde yapılan haberler sebebiyle kutuplaştırılarak ikiye bölünüyor.
Öyle ki, yüzlerce gri ton bulunan basit konular âdeta siyah veya beyazdan ibaret hale getirilip gri tonlar yok edilirken (İtikad gibi ,vatan gibi, aile gibi) siyah ve beyazdan ibaret olması gereken en hayati konular ise yüzlerce gri tona ayrılarak sulandırıldı ve aslı unutturuldu.
Bu sadece Ayasofya konusunda değil neredeyse her konuda böyle.
Örneğin, bir hakem maç yönetiyor ve mecburen bir dolu karar veriyor ve bu kararların ciddi bir kısmı da takdire dayalı kararlar. Farz edelim maçı kazanan takım Galatasaray, bu durumda Galatasaray'ın tüm rakipleri hakemi linç ediyor. Hakemin verdiği aynı kararlarla maçı rakip takım kazandığı takdirde bu sefer de Galatasaray camiası hakemi linç ederken rakipler hakemi savunma yarışına giriyor. Oysa bakıyorsunuz anlı şanlı bir dolu futbol yorumcusu dahi bu kararların doğru veya yanlışlığı konusunda fikir birliğine varamıyorlar.
Neredeyse istisnasız her maçın ardından bunları yaşıyoruz ve toplum adım adım her vesileyle gerilim içine sokulup kutuplaştırılmaya devam ediyor.
En basit meseleden en çetrefilli ve hayati meseleye kadar her konuda aynısını yaşıyoruz.
Sanki gizli bir el, sosyal medyayı ve normal medyayı kullanarak bu bölünmenin ve kutuplaşmanın fitilini ateşleyip duruyor.
Halbuki öyle kritik ve tehlikeli bir dönemden geçiyoruz ki, böyle bir zamanda en fazla ihtiyacımız olan şey birlik ve beraberliktir.
Bunun için yapılması gereken en önemli vazife, ortak noktalarımızı ve asgari müştereklerimizi gündem ederek bunların etrafında kenetlenmektir.
Bunun temini de ancak, bu bizi biz yapan unsurları kendine dert edinen bu vatan ve millet için ömrünü adamış dava adamlarını görüp onların nasihatlerine kulak verip gönlümüzü onların gönül dünyaları ile bir ve beraber kılmakla mümkün olur.
Bu gönül dünyası düne kadar Prof. Dr. Haydar Baş idi ve ne yazık ki biz bu hazinenin kıymetini bilemedik. Ancak O bu ihtimali de hesaba katarak bu büyük davayı başta Hüseyin Baş olmak üzere yetiştirdiği kadronun gönlüne ve omuzlarına yükleyip emanet ettikten sonra ebedi âleme rıhlet eyledi.
Öyleyse yapmamız gereken yegâne şey bu liderin ve kadrosunun yanında yer almaktan ibarettir.
Aksi takdirde bizi basit gündemlerle oyalayıp uçurumun eşiğine getirdikten sonra paramparça etmeleri içten bile değildir.
- Cem Yılmaz ve Cilalı Güldürü Devri / 29.08.2022
- Bırakın beni milleti uyandırın / 24.08.2022
- Aramıza katılmanızı bekliyoruz / 16.08.2022
- Suriye’nin kuzeyi mi, Büyük İsrail’in kilidi mi? / 01.08.2022
- 15 Temmuz ve alınmayan dersler / 19.07.2022
- Adalet yoksa zulüm vardır / 21.06.2022
- Polemikten beslenen siyaset / 09.05.2022
- Haydar Baş ve Aşk / 14.04.2022
- AK-YÜZBİM / 12.04.2022