"Sekaleyn" hadisi olarak bilinen ve 16 Ehl-i Sünnet kaynağında geçen hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
"Ben sizin aranızda iki değerli (ağır) emanet bırakıyorum; onlara sarıldığınız sürece Benden sonra asla sapıklığa düşmezsiniz. Onlar Allah'ın Kitabı (Kur'an) ve Benim ıtretim Ehl-i Beyt'imdir. Bu ikisi, Kevser Havuzu'nun başında Bana tekrar dönünceye kadar asla birbirinden ayrılmazlar." (Sahih-i Tirmizi, c.5, s.328; Sahih-i Müslim, Kitab-u Fezail-i Ali ibn-i Ebi Talib, c.7, s.122, Nesai, El Hasais, s.21?)
Peygamber Efendimiz Veda Haccı'nda ifade ettiği ve sahabenin tamamının şahit olduğu bu hadisinde, "sarıldığınız sürece Benden sonra asla sapıklığa düşmezsiniz" buyurarak biz Müslümanlar için "birliğin adresini" açıkça belirtmektedir.
Birliğin adresi Kur'an ve onun canlı örneği Ehl-i Beyt'tir.
Kur'an, Allah'ın emir ve buyruklarını, biz kullarından neler istediğini, nasıl bir hayat yaşamamız gerektiğini beyan eder; Ehl-i Beyt ise Allah'ın buyruklarının nasıl yaşanacağını, Allah'a nasıl vuslat edileceğini, Allah'ın murad ettiği kul nasıl olunacağını, Allah'ın Kendilerine verdiği hikmetle, özel ilimle bizlere canlı bir Kur'an olarak aktarır.
Ehl-i Beyt'i Kur'an'dan zaten ayıramazsınız; eğer Kur'an'ı Ehl-i Beyt'ten ayırır da, "Ben onu okurum, okuduğumu anladığım şekilde yaşarım" derseniz o yaşadığınız Allah'ın murad ettiği bir İslam asla olamaz. O nefisinizin İslam'ıdır; sizi Hakk'a değil, batıla götürür.
Neticede birçok sapık akım, Kur'an ayetlerini delil göstererek ortaya çıkmadı mı, Haccaclar, Yezitler yaptıkları katliamları Kur'an'ı istismar ederek yapmadılar mı?
Demek ki eline Kur'an'ı almak, okumak, mealini okuyarak yaşamaya çalışmak istenilen değil, onu Allah'ın hikmeti öğrettiği seçilmiş kılavuzlarla anlayıp yaşamak istenilendir.
Her ne kadar Ehl-i Beyt, hususi anlamda, Mübahale ayetinde ve Kesa hadisi, Al-i Aba hadisi gibi hadislerde 5 kişi, yani, Hz. Peygamber (s.a.v.), İmam Ali, Hz. Fatıma, İmam Hasan ve İmam Hüseyin efendilerimiz olarak ifade edilse de, "Kur'an ve Ehl-i Beyt'in Kevser Havuzu'nun başına kadar birbirinden ayrılmaması" gerçeğini dikkate aldığımızda İmam Hüseyin'den sonra da "Ehl-i Beyt" tanımına giren "canlı Kur'an" olma özelliğini taşıyan sevilmiş ve seçilmişlerin olduğunu görebiliriz.
Allah Resulü (s.a.v.) Veda Haccı'ndan dönerken Gadir-i Hum mevkiinde irad ettiği hutbesinde İmam Ali efendimizin hilafetini ilan ederken, O'ndan sonra da ümmetin başıboş bırakılmadığını şu sözlerle buyurmuştur: "Ey insanlar! Ben hilafet emrini kıyamet gününe kadar imamet veraseti olarak neslime emanet ediyorum."
Dikkat ederseniz, Kevser Havuzu'nun başına kadar Kur'an'dan ayrılmayacak olan ve sapıklığa düşmemek için sarılmamız gereken merkez Ehl-i Beyt'tir; Hz. Peygamberin Maide Suresi 3. ayetin gereği olarak kıyamete kadar ümmetin halifesi olarak tayin ettikleri de Ehl-i Beyt'tir.
Resulullah (s.a.v.) efendimiz bu kadar önemli olan bir konuda ümmetini kendi haline de bırakmamıştır; Havz-ı Kevser'in başına kadar Kur'an'dan ayrılmayacak olan Ehl-i Beyt'i, hilafet emrini emanet olarak bıraktığı neslini de tek tek, isim isim saymıştır.
Cabir bin Abdullah'tan şöyle naklediliyor: Allah'a, Resulü'ne ve emir sahiplerine itaat etmenin vacip olduğunu bildiren ayet indiği gün Peygamber'e (s.a.v.) sordum: "Allah ve Resulü'nü tanıyoruz. Ama emir sahiplerinin kimler olduğunu bilmiyoruz. Onlar kimlerdir?"
Resul-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Onlar Benim halifelerimdir. Onların ilki Ali bin Ebi Talib, sonra Hasan, sonra Hüseyin, sonra Ali bin Hüseyin (İmam Zeynelabidin), sonra da Tevrat'ta Bakır diye anılan Muhammed bin Ali'dir (İmam Muhammed Bakır). Ey Cabir! Sen onu göreceksin. Gördüğünde Benim selamımı ona iletirsin. Ondan sonra Cafer bin Muhammed es-Sadık (İmam Caferü's-Sadık), sonra Musa bin Cafer (İmam Musa Kazım), sonra Ali bin Musa (İmam Rıza), sonra Muhammed bin Ali (İmam Muhammed Taki), sonra Ali bin Muhammed (İmam Naki, İmam Hadi), sonra Hasan bin Ali (İmam Hasan el-Askeri) ve en sonuncusu Allah'ın yeryüzündeki hücceti ve kulları arasındaki saklantısı olan ve Benim isim ve künyemi yaşıyan Hasan bin Ali'nin oğludur (İmam Mehdi)." (Tefsir-i Kebir, Fahr-i Razi, c.3, s.357; Şevahid-üt Tenzil Tefsiri, Hakim el-Heskani el-Hanefi, c.1, s.148; Yenabiü'l-Mevedde, el Kunduzi el-Hanefi, s.114, 117, 494; Feraidu's-Simtayn, el-Himvini, c.1 s.314)
Toplumun yol göstericileri (Rad,7) onlardır.
Topluca sarılmamız gereken Allah'ın ipi (Al-i İmran,103) onlardır.
Beraber olmamız gereken doğrular (Tevbe,119) onlardır.
Bilmediklerimizi sormamız gereken Zikir Ehli (Nahl,43) onlardır.
İlimde ileri gidenler, derinleşenler (Al-i İmran,7) onlardır.
Emir sahipleri (Nisa,59) onlardır.
Hidayet yolu (Nisa,115) onlardır.
Allah'ın nimetini esirgemediği kişiler (Fatiha,7) onlardır.
Bize ihsan edilen nimet (Tekasür,8) onlardır.
Allah'ın fazlına mazhar olan kişiler (Nisa,54) onlardır.
Sabıklar (İleri geçenler) (Vakıa,10) onlardır.
Rehberlik edenler, hak ile hüküm verenler (Araf,181) onlardır.
Canlarını Allah uğruna satanlar (Bakara, 207) onlardır.
Mallarını gece ve gündüz, gizli ve aşikar hayra harcayanlar (Bakara, 274) onlardır.
Allah şefaatlerinden mahrum etmesin.
Bu kadar delil ve bilgiden sonra Prof. Dr. Haydar Baş'ın neden "Tevhidin merkezi Ehl-i Beyt'tir" tezini ortaya koyduğunu, dünya tarihinde bir ilk olan 14 ciltlik Ehl-i Beyt Külliyatı'nı neden kaleme aldığını şimdi daha iyi anlıyoruz değil mi?
İslam dünyası ve tüm insanlık için bundan daha büyük bir hizmet olabilir mi?
Kıymetini bilmek dileğiyle?
"Ben sizin aranızda iki değerli (ağır) emanet bırakıyorum; onlara sarıldığınız sürece Benden sonra asla sapıklığa düşmezsiniz. Onlar Allah'ın Kitabı (Kur'an) ve Benim ıtretim Ehl-i Beyt'imdir. Bu ikisi, Kevser Havuzu'nun başında Bana tekrar dönünceye kadar asla birbirinden ayrılmazlar." (Sahih-i Tirmizi, c.5, s.328; Sahih-i Müslim, Kitab-u Fezail-i Ali ibn-i Ebi Talib, c.7, s.122, Nesai, El Hasais, s.21?)
Peygamber Efendimiz Veda Haccı'nda ifade ettiği ve sahabenin tamamının şahit olduğu bu hadisinde, "sarıldığınız sürece Benden sonra asla sapıklığa düşmezsiniz" buyurarak biz Müslümanlar için "birliğin adresini" açıkça belirtmektedir.
Birliğin adresi Kur'an ve onun canlı örneği Ehl-i Beyt'tir.
Kur'an, Allah'ın emir ve buyruklarını, biz kullarından neler istediğini, nasıl bir hayat yaşamamız gerektiğini beyan eder; Ehl-i Beyt ise Allah'ın buyruklarının nasıl yaşanacağını, Allah'a nasıl vuslat edileceğini, Allah'ın murad ettiği kul nasıl olunacağını, Allah'ın Kendilerine verdiği hikmetle, özel ilimle bizlere canlı bir Kur'an olarak aktarır.
Ehl-i Beyt'i Kur'an'dan zaten ayıramazsınız; eğer Kur'an'ı Ehl-i Beyt'ten ayırır da, "Ben onu okurum, okuduğumu anladığım şekilde yaşarım" derseniz o yaşadığınız Allah'ın murad ettiği bir İslam asla olamaz. O nefisinizin İslam'ıdır; sizi Hakk'a değil, batıla götürür.
Neticede birçok sapık akım, Kur'an ayetlerini delil göstererek ortaya çıkmadı mı, Haccaclar, Yezitler yaptıkları katliamları Kur'an'ı istismar ederek yapmadılar mı?
Demek ki eline Kur'an'ı almak, okumak, mealini okuyarak yaşamaya çalışmak istenilen değil, onu Allah'ın hikmeti öğrettiği seçilmiş kılavuzlarla anlayıp yaşamak istenilendir.
Her ne kadar Ehl-i Beyt, hususi anlamda, Mübahale ayetinde ve Kesa hadisi, Al-i Aba hadisi gibi hadislerde 5 kişi, yani, Hz. Peygamber (s.a.v.), İmam Ali, Hz. Fatıma, İmam Hasan ve İmam Hüseyin efendilerimiz olarak ifade edilse de, "Kur'an ve Ehl-i Beyt'in Kevser Havuzu'nun başına kadar birbirinden ayrılmaması" gerçeğini dikkate aldığımızda İmam Hüseyin'den sonra da "Ehl-i Beyt" tanımına giren "canlı Kur'an" olma özelliğini taşıyan sevilmiş ve seçilmişlerin olduğunu görebiliriz.
Allah Resulü (s.a.v.) Veda Haccı'ndan dönerken Gadir-i Hum mevkiinde irad ettiği hutbesinde İmam Ali efendimizin hilafetini ilan ederken, O'ndan sonra da ümmetin başıboş bırakılmadığını şu sözlerle buyurmuştur: "Ey insanlar! Ben hilafet emrini kıyamet gününe kadar imamet veraseti olarak neslime emanet ediyorum."
Dikkat ederseniz, Kevser Havuzu'nun başına kadar Kur'an'dan ayrılmayacak olan ve sapıklığa düşmemek için sarılmamız gereken merkez Ehl-i Beyt'tir; Hz. Peygamberin Maide Suresi 3. ayetin gereği olarak kıyamete kadar ümmetin halifesi olarak tayin ettikleri de Ehl-i Beyt'tir.
Resulullah (s.a.v.) efendimiz bu kadar önemli olan bir konuda ümmetini kendi haline de bırakmamıştır; Havz-ı Kevser'in başına kadar Kur'an'dan ayrılmayacak olan Ehl-i Beyt'i, hilafet emrini emanet olarak bıraktığı neslini de tek tek, isim isim saymıştır.
Cabir bin Abdullah'tan şöyle naklediliyor: Allah'a, Resulü'ne ve emir sahiplerine itaat etmenin vacip olduğunu bildiren ayet indiği gün Peygamber'e (s.a.v.) sordum: "Allah ve Resulü'nü tanıyoruz. Ama emir sahiplerinin kimler olduğunu bilmiyoruz. Onlar kimlerdir?"
Resul-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Onlar Benim halifelerimdir. Onların ilki Ali bin Ebi Talib, sonra Hasan, sonra Hüseyin, sonra Ali bin Hüseyin (İmam Zeynelabidin), sonra da Tevrat'ta Bakır diye anılan Muhammed bin Ali'dir (İmam Muhammed Bakır). Ey Cabir! Sen onu göreceksin. Gördüğünde Benim selamımı ona iletirsin. Ondan sonra Cafer bin Muhammed es-Sadık (İmam Caferü's-Sadık), sonra Musa bin Cafer (İmam Musa Kazım), sonra Ali bin Musa (İmam Rıza), sonra Muhammed bin Ali (İmam Muhammed Taki), sonra Ali bin Muhammed (İmam Naki, İmam Hadi), sonra Hasan bin Ali (İmam Hasan el-Askeri) ve en sonuncusu Allah'ın yeryüzündeki hücceti ve kulları arasındaki saklantısı olan ve Benim isim ve künyemi yaşıyan Hasan bin Ali'nin oğludur (İmam Mehdi)." (Tefsir-i Kebir, Fahr-i Razi, c.3, s.357; Şevahid-üt Tenzil Tefsiri, Hakim el-Heskani el-Hanefi, c.1, s.148; Yenabiü'l-Mevedde, el Kunduzi el-Hanefi, s.114, 117, 494; Feraidu's-Simtayn, el-Himvini, c.1 s.314)
Toplumun yol göstericileri (Rad,7) onlardır.
Topluca sarılmamız gereken Allah'ın ipi (Al-i İmran,103) onlardır.
Beraber olmamız gereken doğrular (Tevbe,119) onlardır.
Bilmediklerimizi sormamız gereken Zikir Ehli (Nahl,43) onlardır.
İlimde ileri gidenler, derinleşenler (Al-i İmran,7) onlardır.
Emir sahipleri (Nisa,59) onlardır.
Hidayet yolu (Nisa,115) onlardır.
Allah'ın nimetini esirgemediği kişiler (Fatiha,7) onlardır.
Bize ihsan edilen nimet (Tekasür,8) onlardır.
Allah'ın fazlına mazhar olan kişiler (Nisa,54) onlardır.
Sabıklar (İleri geçenler) (Vakıa,10) onlardır.
Rehberlik edenler, hak ile hüküm verenler (Araf,181) onlardır.
Canlarını Allah uğruna satanlar (Bakara, 207) onlardır.
Mallarını gece ve gündüz, gizli ve aşikar hayra harcayanlar (Bakara, 274) onlardır.
Allah şefaatlerinden mahrum etmesin.
Bu kadar delil ve bilgiden sonra Prof. Dr. Haydar Baş'ın neden "Tevhidin merkezi Ehl-i Beyt'tir" tezini ortaya koyduğunu, dünya tarihinde bir ilk olan 14 ciltlik Ehl-i Beyt Külliyatı'nı neden kaleme aldığını şimdi daha iyi anlıyoruz değil mi?
İslam dünyası ve tüm insanlık için bundan daha büyük bir hizmet olabilir mi?
Kıymetini bilmek dileğiyle?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Murat Çabas / diğer yazıları
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Trump yeni gümrük tarifeleriyle neyi amaçlıyor? / 05.04.2025
- Kıbrıs sürecinde düşmanlık ve müzakere aynı anda! / 04.04.2025
- Orta Doğu’da Trump’ın planı işliyor / 03.04.2025
- Tepki, demokrasinin zarar görmesinedir / 28.03.2025
- Din Allah’ın Kur’an’da anlattığı, Ehl-i Beyt’in yaşadığıdır / 27.03.2025
- Hakaret ve küfür, siyasetin dili olamaz / 26.03.2025
- İmamoğlu’nun tutuklanması ve demokrasi sınavı / 25.03.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Trump yeni gümrük tarifeleriyle neyi amaçlıyor? / 05.04.2025
- Kıbrıs sürecinde düşmanlık ve müzakere aynı anda! / 04.04.2025
- Orta Doğu’da Trump’ın planı işliyor / 03.04.2025
- Tepki, demokrasinin zarar görmesinedir / 28.03.2025
- Din Allah’ın Kur’an’da anlattığı, Ehl-i Beyt’in yaşadığıdır / 27.03.2025
- Hakaret ve küfür, siyasetin dili olamaz / 26.03.2025
- İmamoğlu’nun tutuklanması ve demokrasi sınavı / 25.03.2025