Birkaç gün evvel, geçen sene evimize giren ve daha sonra yakalanan hırsız ile ilgili davaya tanıklık yapmak için Çağlayan adalet sarayına gitmek durumunda kaldım.
Hayatımda ilk defa bir adliyede bulunduğum için bazı gerçeklerin ne kadar az farkında olduğumu anladığım bir gün oldu benim için.
Gördüğüm olayları ve yaptığım tespitleri detaylandırmadan önce Türkiye'de hayatta kalabilmenin ne kadar zor olduğu gerçeğinin bir kez daha altını çizmek istiyorum.
Öncelikle adliye kapısından adımınızı atar atmaz başlayan bir süreçten bahsedeyim: Normalde insan adliyeye ilk defa geleceği için kendini normalden daha asık ve gergin yüzler görmeye hazırlıyor. Fakat ülkemizde yaşıyorsanız bu hazırlığınız boşa çıkıyor. Daha doğrusu bu ekşimiş yüzleri zaten sokakta her gün gördüğünüzü fark ediyorsunuz.
İlk etapta tanıklık yapacağım mahkemede işimi bitirdikten sonra,aynı davada müşteki olan arkadaşımla beraber birkaç ağır ceza mahkemesi izlemeye karar verdik.
Sadece ağır suçlardan yargılanan kişilerin davalarının görüldüğü bu bölümde bekleyen insan sayısını görünce ağzınız açık kalıyor.
Bir iki davayı inceledikten sonra aklıma takılan birkaç soruyla birlikte ayrıldım adliyeden. İlk fırsatta yaptığım bir araştırma bana Türkiye'de korkmanız gereken tek şeyin sağda solda patlayan bombalar olmadığını hatırlattı.
Türkiye İstatistik Kurumu'nun verdiği rakamlara göre Ceza İnfaz Kurumu'na yani anlaşılır tabirle hapse giren kişi sayısı her yıl artıyor. Son İstatistik 2015 yılında yapıldığı için bu senenin verilerine ulaşamadım fakat bu sene yaşanılan olaylar düşünülürse işin daha da beterleştiğini tahmin etmek çok da zor değil.
İstatistiklere göre son 5 yıla bakıldığında her bir yılda hapse giren kişilerin sayısı artıyor. 2010 senesinde hapisteki kişi sayısı 120 bin iken geçtiğimiz sene bu sayı 159 binlere ulaştı. Ayrıca yine her sene, hapse giren kişilerin çıkan kişilere oranı da artıyor. Son olarak 2014 yılının bir önceki yıla oranı %10,1 artarak son 5 yılın en yüksek oranını yakalamış durumda.
Yine dikkat çeken başka bir bilgi ise şöyle: Ceza İnfaz Kurumu'na 1 Ocak-31 Aralık 2014 tarihleri arasında giren hükümlülerin %17,5'i hırsızlık, %14,5'i yaralama, %8,2'si İcra İflas Kanunu'na muhalefet ve %5,2'si ise öldürme suçu işlemiş.
En yüksek paya sahip olan suçun hırsızlık olduğunu görmek beni çok şaşırtmadı açıkçası.
Neden mi?
Milletin karnı aç.
Karnını doyurmak için çalıyor.
Bravo!
"Hadi gel seni iş güç sahibi yapalım, karnını doyuralım, cebine para koyalım" diyen bir hükümet var mı?
Görüldüğü üzere yok.
Olayı daha da genişletirsek "Ben bu milleti ekonomik refaha ulaştıracağım. Bunu da şu sistemle yapacağım" diyebilen tek bir siyasetçi, ekonomist veya bilim adamı var mı?
O da yok!
Daha doğrusu var da bu millette O'nu görecek basiret yok.
Bütün dünyanın kabul ettiği. 4 milyar insanın kurtuluş ışığı olarak gördüğü bir ekonomi modelinin sahibi bir Türk var.
Ve yıllardan beri "Uyan artık Türk milleti!" diye haykırıyor.
Duyan var mı?
O da yok.
Üzülerek belirtiyorum ki bizim milletimiz helalinden bol kazanmak yerine, çalarak sürünmeyi tercih ediyor. Görüldüğü üzere istatistikler bile bunu söylüyor.
Eğer Türk milleti kendine gelmezse ve bu kafa yapısı değiştirmezse ne bu suçlar ne de izlenen yanlış hükümet politikalarının önüne geçemeyiz.
Konuyla ilgili söylenecek çok şey var ancak ben kelamların en doğrusunu buyuran Allah'ın ayetiyle bitirmek istiyorum:
"... Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez." (Ra'd-11).
Hayatımda ilk defa bir adliyede bulunduğum için bazı gerçeklerin ne kadar az farkında olduğumu anladığım bir gün oldu benim için.
Gördüğüm olayları ve yaptığım tespitleri detaylandırmadan önce Türkiye'de hayatta kalabilmenin ne kadar zor olduğu gerçeğinin bir kez daha altını çizmek istiyorum.
Öncelikle adliye kapısından adımınızı atar atmaz başlayan bir süreçten bahsedeyim: Normalde insan adliyeye ilk defa geleceği için kendini normalden daha asık ve gergin yüzler görmeye hazırlıyor. Fakat ülkemizde yaşıyorsanız bu hazırlığınız boşa çıkıyor. Daha doğrusu bu ekşimiş yüzleri zaten sokakta her gün gördüğünüzü fark ediyorsunuz.
İlk etapta tanıklık yapacağım mahkemede işimi bitirdikten sonra,aynı davada müşteki olan arkadaşımla beraber birkaç ağır ceza mahkemesi izlemeye karar verdik.
Sadece ağır suçlardan yargılanan kişilerin davalarının görüldüğü bu bölümde bekleyen insan sayısını görünce ağzınız açık kalıyor.
Bir iki davayı inceledikten sonra aklıma takılan birkaç soruyla birlikte ayrıldım adliyeden. İlk fırsatta yaptığım bir araştırma bana Türkiye'de korkmanız gereken tek şeyin sağda solda patlayan bombalar olmadığını hatırlattı.
Türkiye İstatistik Kurumu'nun verdiği rakamlara göre Ceza İnfaz Kurumu'na yani anlaşılır tabirle hapse giren kişi sayısı her yıl artıyor. Son İstatistik 2015 yılında yapıldığı için bu senenin verilerine ulaşamadım fakat bu sene yaşanılan olaylar düşünülürse işin daha da beterleştiğini tahmin etmek çok da zor değil.
İstatistiklere göre son 5 yıla bakıldığında her bir yılda hapse giren kişilerin sayısı artıyor. 2010 senesinde hapisteki kişi sayısı 120 bin iken geçtiğimiz sene bu sayı 159 binlere ulaştı. Ayrıca yine her sene, hapse giren kişilerin çıkan kişilere oranı da artıyor. Son olarak 2014 yılının bir önceki yıla oranı %10,1 artarak son 5 yılın en yüksek oranını yakalamış durumda.
Yine dikkat çeken başka bir bilgi ise şöyle: Ceza İnfaz Kurumu'na 1 Ocak-31 Aralık 2014 tarihleri arasında giren hükümlülerin %17,5'i hırsızlık, %14,5'i yaralama, %8,2'si İcra İflas Kanunu'na muhalefet ve %5,2'si ise öldürme suçu işlemiş.
En yüksek paya sahip olan suçun hırsızlık olduğunu görmek beni çok şaşırtmadı açıkçası.
Neden mi?
Milletin karnı aç.
Karnını doyurmak için çalıyor.
Bravo!
"Hadi gel seni iş güç sahibi yapalım, karnını doyuralım, cebine para koyalım" diyen bir hükümet var mı?
Görüldüğü üzere yok.
Olayı daha da genişletirsek "Ben bu milleti ekonomik refaha ulaştıracağım. Bunu da şu sistemle yapacağım" diyebilen tek bir siyasetçi, ekonomist veya bilim adamı var mı?
O da yok!
Daha doğrusu var da bu millette O'nu görecek basiret yok.
Bütün dünyanın kabul ettiği. 4 milyar insanın kurtuluş ışığı olarak gördüğü bir ekonomi modelinin sahibi bir Türk var.
Ve yıllardan beri "Uyan artık Türk milleti!" diye haykırıyor.
Duyan var mı?
O da yok.
Üzülerek belirtiyorum ki bizim milletimiz helalinden bol kazanmak yerine, çalarak sürünmeyi tercih ediyor. Görüldüğü üzere istatistikler bile bunu söylüyor.
Eğer Türk milleti kendine gelmezse ve bu kafa yapısı değiştirmezse ne bu suçlar ne de izlenen yanlış hükümet politikalarının önüne geçemeyiz.
Konuyla ilgili söylenecek çok şey var ancak ben kelamların en doğrusunu buyuran Allah'ın ayetiyle bitirmek istiyorum:
"... Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez." (Ra'd-11).
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ali Haydar Bektaş / diğer yazıları
- Süleymani’nin ardından / 10.01.2020
- Sorunların çözümü / 28.12.2019
- Atatürk ilkeleri ve MEM / 15.10.2019
- Hukukçu enflasyonu / 02.07.2019
- Güzel günler / 20.04.2019
- Çileli günler / 18.04.2019
- Bir salonda Türkiye / 02.03.2019
- Bir müzik dehası / 27.01.2019
- İfade özgürlüğü üzerine / 24.11.2018
- Can sıkıcı bir yazı / 21.10.2018
- Sorunların çözümü / 28.12.2019
- Atatürk ilkeleri ve MEM / 15.10.2019
- Hukukçu enflasyonu / 02.07.2019
- Güzel günler / 20.04.2019
- Çileli günler / 18.04.2019
- Bir salonda Türkiye / 02.03.2019
- Bir müzik dehası / 27.01.2019
- İfade özgürlüğü üzerine / 24.11.2018
- Can sıkıcı bir yazı / 21.10.2018