Irak'ı işgal eden ABD'de aşiret sıkıntısı yaşanıyor. ABD, ülkede otoriteyi tam olarak sağlayabilmek için aşiretlerle anlaşmak zorunda
Irak'ı işgal eden ABD ve İngiltere'yi zor günler bekliyor. Bu güçlük, Başkent Bağdat'ı silah dahi atmadan ele geçiren işgalcilerin "tek başına" ülkenin dört bir köşesinde otorite sağlamasının imkansızlığından kaynaklanıyor. Bir taraftan işgale karşı çıkan nüfusun yüzde 65'ini oluşturan Şiiler, öte yandan oluşturulacak yeni sistemden pay sahibi olmak isteyen aşıretler...
ABD'nin Afganistan'ın başkenti Kabil'e oturttuğu Devlet Başkanı Hamid Karzai'nin "yoğun güvenlik tedbirleri"ne rağmen ülkenin diğer kentlerine gidememesi bu çerçevede örnek olarak gösteriliyor. Çünkü aşiretlerden ve farklı etnik unsurlardan müteşekkil Afgan halkı, ABD'nin ülkelerinin tepesine getirdiği lideri benimsemiyor. Bu örnekten yola çıkarak şu tespiti yapabilmek mümkün: ABD'nin Irak'ta yerleştireceği "kukla lider" Bağdat'ın dışına çıkamayacak. Belki Basra, Musul ve Kerkük gibi büyük kentlere gidebilir.
Kırsal kesimdeki
tehlikeli dünya
Bağdat, Basra ya da Kerbela'nın kent sınırlarının ardında Amerikalıları ve İngilizleri yabancı ve tehlikeli bir dünya bekliyor. İşgalci güçler, Irak'taki kentlerin merkezinde güvenliği "şöyle böyle" sağlarken, kırsal alanda yani Iraklılar'ın çoğunluğunun yaşadığı yerlerde Saddam Hüseyin'in ortadan kaldırılmasından sonra da geleneksel güçler varlığını sürdürüyor. Ortadoğu'nun temel toplumsal unsuru aşiretlerden bahsediyoruz... Irak'ta binlerce üyesi olan toplam 150 aşiret bulunuyor. Bu aşiretler, Saddam Hüseyin rejiminden bir parça da olsa kendi kararlarını verme hakkına sahipti.
Aşiret liderlerinin
görüşü alınmazsa...
Aşiretler, Amerika'nın Irak'taki planları için sorun çıkarma potansiyeline sahip önemli bir güç faktörü. Aşiret reislerinin onaylamadıkları bir Bağdat valisine ya da belediye başkanına tepkileri yeni sorunları ortaya çıkarabilir. Amerikan yönetimi bugüne değin aşiretlerin Irak'ın geleceğinde nasıl bir rol oynayacağını açıklamadı. Uzmanlara göre, bu önemli sorunların yaşanmasına yol açabilir.
Irak'ın tarihinde aşiretler "tabiat kanunları" gibi işliyor ve kendilerini devlete alternatif olarak değerlendiriyorlar. Merkezi hükümetin otoritesi azaldıkça, aşirete bağlılık duygusu ise artıyor.
"Şeyhlerin şeyhi" Saddam
El-Cezire Televizyonu'na göre ABD ile anlaşarak (Bu konuda El-Cezire bir anlaşma metni yayınladı) ülkesini terkeden Saddam Hüseyin 1991 yılındaki Körfez Savaşı'na kadar aşiretlere karşı mücadele etmiş ve ortak bir kökenden gelme bilincini yerleştirmeye çalışmıştı. I. Körfez Savaşı'ndan sonra ise bu politikayı tam tersi yönde işletmeye başladı. Amerika karşısında alınan yenilgi sonrasında Saddam Hüseyin aşiret şeflerinin etrafında adeta pervane oldu!
Saddam Hüseyin, 1991 Mart ayında Bağdat'taki Başkanlık Sarayı'nın önünde aşiret reisleri tarafından "şeyhlerin şeyhi" ilan edildi. Bunun hemen sonrasında da aşiret reislerinin daha önce ellerinden alınan yetkiler iade edildi ve böylece etkileri bugüne değin büyüdü. Mesela, aşiret üyeleri topraklarındaki kamu güvenliğini sağlama görevini kendileri yapıyor. Bağdat hükümeti, aşiret reislerine bunun için silah da temin etti. O yüzden şimdi Şeyh Talal Selim El Halidi ya da Beni Halid gibi aşiret reisleri onbinlerce silahlı adama sahip. Aşiret üyeleri ülkede pek sevilmeyen askerlik görevinden de muaf. Şeyhler vergileri topladıkları gibi Bağdat'taki hükümetten de sübvansiyon (destek) alıyorlar. Adalet mekanizmasını da ellerinde tutan aşiret şeyhleri yüzünden ülkede kan davaları yaygın.
"Şeyhler Kamarası"
oluşturulabilir mi?
Washington yönetimi için aşiretlerin hakim olduğu Irak'ta, dizginleri elde tutma politikası kolay yürütülmeyecek. Bu noktada şöyle bir öneri getiriliyor: Irak'ta İngiltere'de olduğu gibi iki meclisli bir parlamento oluşturulabilir ve aşiret reislerinin Lordlar Kamarası'na benzer bir yapıda yer alması sağlanabilir. Zaten aşiret reislerinin ellerindeki haklardan gönüllü olarak vazgeçeceklerini beklemek de "saflık" olur.
Irak'ı işgal eden ABD ve İngiltere'yi zor günler bekliyor. Bu güçlük, Başkent Bağdat'ı silah dahi atmadan ele geçiren işgalcilerin "tek başına" ülkenin dört bir köşesinde otorite sağlamasının imkansızlığından kaynaklanıyor. Bir taraftan işgale karşı çıkan nüfusun yüzde 65'ini oluşturan Şiiler, öte yandan oluşturulacak yeni sistemden pay sahibi olmak isteyen aşıretler...
ABD'nin Afganistan'ın başkenti Kabil'e oturttuğu Devlet Başkanı Hamid Karzai'nin "yoğun güvenlik tedbirleri"ne rağmen ülkenin diğer kentlerine gidememesi bu çerçevede örnek olarak gösteriliyor. Çünkü aşiretlerden ve farklı etnik unsurlardan müteşekkil Afgan halkı, ABD'nin ülkelerinin tepesine getirdiği lideri benimsemiyor. Bu örnekten yola çıkarak şu tespiti yapabilmek mümkün: ABD'nin Irak'ta yerleştireceği "kukla lider" Bağdat'ın dışına çıkamayacak. Belki Basra, Musul ve Kerkük gibi büyük kentlere gidebilir.
Kırsal kesimdeki
tehlikeli dünya
Bağdat, Basra ya da Kerbela'nın kent sınırlarının ardında Amerikalıları ve İngilizleri yabancı ve tehlikeli bir dünya bekliyor. İşgalci güçler, Irak'taki kentlerin merkezinde güvenliği "şöyle böyle" sağlarken, kırsal alanda yani Iraklılar'ın çoğunluğunun yaşadığı yerlerde Saddam Hüseyin'in ortadan kaldırılmasından sonra da geleneksel güçler varlığını sürdürüyor. Ortadoğu'nun temel toplumsal unsuru aşiretlerden bahsediyoruz... Irak'ta binlerce üyesi olan toplam 150 aşiret bulunuyor. Bu aşiretler, Saddam Hüseyin rejiminden bir parça da olsa kendi kararlarını verme hakkına sahipti.
Aşiret liderlerinin
görüşü alınmazsa...
Aşiretler, Amerika'nın Irak'taki planları için sorun çıkarma potansiyeline sahip önemli bir güç faktörü. Aşiret reislerinin onaylamadıkları bir Bağdat valisine ya da belediye başkanına tepkileri yeni sorunları ortaya çıkarabilir. Amerikan yönetimi bugüne değin aşiretlerin Irak'ın geleceğinde nasıl bir rol oynayacağını açıklamadı. Uzmanlara göre, bu önemli sorunların yaşanmasına yol açabilir.
Irak'ın tarihinde aşiretler "tabiat kanunları" gibi işliyor ve kendilerini devlete alternatif olarak değerlendiriyorlar. Merkezi hükümetin otoritesi azaldıkça, aşirete bağlılık duygusu ise artıyor.
"Şeyhlerin şeyhi" Saddam
El-Cezire Televizyonu'na göre ABD ile anlaşarak (Bu konuda El-Cezire bir anlaşma metni yayınladı) ülkesini terkeden Saddam Hüseyin 1991 yılındaki Körfez Savaşı'na kadar aşiretlere karşı mücadele etmiş ve ortak bir kökenden gelme bilincini yerleştirmeye çalışmıştı. I. Körfez Savaşı'ndan sonra ise bu politikayı tam tersi yönde işletmeye başladı. Amerika karşısında alınan yenilgi sonrasında Saddam Hüseyin aşiret şeflerinin etrafında adeta pervane oldu!
Saddam Hüseyin, 1991 Mart ayında Bağdat'taki Başkanlık Sarayı'nın önünde aşiret reisleri tarafından "şeyhlerin şeyhi" ilan edildi. Bunun hemen sonrasında da aşiret reislerinin daha önce ellerinden alınan yetkiler iade edildi ve böylece etkileri bugüne değin büyüdü. Mesela, aşiret üyeleri topraklarındaki kamu güvenliğini sağlama görevini kendileri yapıyor. Bağdat hükümeti, aşiret reislerine bunun için silah da temin etti. O yüzden şimdi Şeyh Talal Selim El Halidi ya da Beni Halid gibi aşiret reisleri onbinlerce silahlı adama sahip. Aşiret üyeleri ülkede pek sevilmeyen askerlik görevinden de muaf. Şeyhler vergileri topladıkları gibi Bağdat'taki hükümetten de sübvansiyon (destek) alıyorlar. Adalet mekanizmasını da ellerinde tutan aşiret şeyhleri yüzünden ülkede kan davaları yaygın.
"Şeyhler Kamarası"
oluşturulabilir mi?
Washington yönetimi için aşiretlerin hakim olduğu Irak'ta, dizginleri elde tutma politikası kolay yürütülmeyecek. Bu noktada şöyle bir öneri getiriliyor: Irak'ta İngiltere'de olduğu gibi iki meclisli bir parlamento oluşturulabilir ve aşiret reislerinin Lordlar Kamarası'na benzer bir yapıda yer alması sağlanabilir. Zaten aşiret reislerinin ellerindeki haklardan gönüllü olarak vazgeçeceklerini beklemek de "saflık" olur.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.