23 Nisan 1920 Türk Devrim Tarihi açısından kilit taşıdır. Meclis'in açılışı, egemenliğin hanedandan ulusa geçişidir. O nedenledir ki 23 Nisan, milli egemenlik bayramı olarak kutlanır. Bu önemli gün büyük önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından, dünyada ilk kez çocuklara armağan edilen bayram olarak da uygarlık ve insan hakları kürsüsüne tescil edilmiştir.
Bir asır sonra bayramı kutlarken Anayasa'nın 6.maddesi başka bir şey söylemiyor egemenlik konusunda:
"Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz."
Türkiye'nin anayasa gündeminde ve parlamentonun 100.yaşında tartışılan konu Meclis'in eski gücünü kaybedip kaybetmediği hususudur.
Önce işin geneline bakalım:
"Parliament" sözcüğü "konuşmak" anlamına gelir; PARLAMENTO ise ulus işlerinin konuşulduğu yerdir. Parlamento sözcüğü Türk diline İtalyanca'dan girmiştir. Parlamento deyimi ilk kez 1230 yılında kullanılmıştır.
Parlamento kurumu demokrasi kavramı ile yakından ilişkilidir. Çünkü demokrasi, sözcük olarak demos (halk) ile kratos (egemenlik) köklerinden oluşmuş 2500 yılı aşkın geçmişi olan bir kavramdır.
Parlamento; yasama görevini yerine getiren bir siyasal üst yapı kurumudur. Bu kurum, hukuk düzeninin ana kurallarını koyar. Ana kurallar ise anayasa ve yasalardır.
Ne var ki, Türkiye'nin Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemine geçişiyle parlamentonun işlevinin zayıfladığı; yasama-yürütme-yargı erklerinin "kuvvetler ayrılığı" ekseninden Cumhurbaşkanının temsil ettiği yürütme gücü lehine kaydığı görüşü giderek yaygınlaşmaktadır.
Kuvvetler ayrılığı ilkesi bir anayasal denge unsurudur. Anayasa, yasama ile yürütmenin yetki alanlarını belirlerken aynı zamanda bu iki organ arasında bir denge kurmaktadır. Şöyle ki, anayasa, yasama ve yürütmenin yetki alanını çerçevelerken yasamanın, yürütmenin alanına; yürütmenin de yasama alanına doğru genişlemesini engelleyecek sınırlar çizer. Böyle bir ayrımın olmaması durumunda ne olacağını en açık şekilde yapan tespiti Montesquieu'nun 1748 yılında yazdığı "Kanunların Ruhu" adlı kitabında bulmak mümkündür: "Ezeli tecrübe ile sabittir ki, elinde kuvvet bulunan onu kötüye kullanmaya meyleder ve bir sınırla karşılaşıncaya kadar da kötüye kullanmaya devam eder." Düşünür bu cümlesiyle, sadece keyfi yönetimin olumsuzluklarının altını çizmekle kalmaz, devlet yetkileri arasında gerçek bir sınır olmaması durumunda yetki kullanımının sınırsızlığına da vurgu yapar.
Kuvvetler arasında dengenin kurulması ve siyasal iktidarın denetimi için anayasalarda denge ve denetim ön plana çıkar. Buradaki dengeyi gerçek anlamda koruyacak olan güç bağımsız yargıdır.
Yargısal denetim dışında başka denetim yolları da vardır ve bunların başında siyasal denetim gelir. Yasama organı yürütmeyi "Gensoru" ve "Meclis soruşturması" yoluyla denetler. Ancak 9/7/2018 tarihinde yürürlüğe giren anayasa değişikliği ile; Gensoruyu düzenleyen 99. Madde ve Meclis soruşturmasını düzenleyen 100.madde kaldırılmıştır, mülgadır. Böylece Türkiye Millet Meclisi'nin (TBMM) işlev ve denetim yetkileri mecalsiz kalmıştır.
Yine de anahtar soruyu soralım: Türkiye parlamenter rejim ile yönetilebilir mi?
El cevap: Bu soruya "tarihi", "siyasi", "toplumsal", "hukuki" ve her şeyden önemlisi "yönetsel" anlamda sadece "evet" denebilir!
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023