Türkiye genelindeki misyonerlik ve suriçi İstanbul'daki ekümenik faaliyetleri sağır sultan bile duydu. Ancak Ankara'da, bu faaliyetlere lojistik destek sağlayan türden bir tasarı, saman altından bir kanun geçiriliyor. 18.6.1984 tarih ve 227 sayılı vakıflarla ilgili KHK'da değişiklikler öngören 16 madde ve 2 geçici maddeden oluşan kanun tasarısı, 2002 Ocak ayı başlarında Başbakanlığa sunularak kabinenin imzasına açılmış. Tasarı, milli güvenlik bakımından çok vahim neticeler doğuracak düzenlemeler getiriyor.
Öncelikle şunun altını çizelim: Lozan'a göre azınlık statüsündeki Türk vatandaşlarının, bugüne kadar ferdî anlamda mülkiyet edinmelerinde yasal bir engel veya tahdit bulunmamaktadır. Her Türk vatandaşı gibi bu kesim de, 'gerçek kişi'ler olarak mal edinebilmekte, temlik ve temellükte bulunabilmektedirler. Bunda bir problem yok.
Kanunlaşacak olan tasarı, 'tüzel kişi' statüsündeki azınlık vakıflarına, yani bu vakıfların somut kurumları olan 'kiliseler'e, her ne suretle olursa olsun mülkiyet edinebilme fırsatı tanımaktadır.
Malumunuz; 13.6.1935 tarihli ve 2762 sayılı kanunla azınlık vakıflarına, mütekabiliyet esasını da içeren Lozan Antlaşmasına uygun olarak '1936 Beyannamesi' diye maruf düzenleme çerçevesinde 3 ay içinde tüm akar, gelir ve taşınmazlarını Vakıflar İdaresine bildirmeleri şartını getirdi. Verilen beyannameler, tetkik, tasdik ve tescil olundu; bu tarihten sonra da azınlık vakıflarının mülk edinmeleri yasal olarak durduruldu.
Ancak, adeta 'merd-i kıptî sirkatin söyler' kabilinden somut gelişmelerle karşı karşıyayız.
Her ne kadar '1936 Beyannamesi'yle bu azınlık vakıf ve kiliselerinin mülk edinmeleri, yasal olarak mümkün değilse de; tasarıdaki ifadeden de anlaşılacağı üzere malum merkezler, yıllardan beri el altından büyük bir satınalma faaliyetine girmişler, mal-mülk edinmişler. Hatta Ekümenik Patriklik projelerine takılmış Fener Patrikhanesi'nin, suriçi İstanbul'un gözbebeği Fatih'teki ve özellikle patrikhane çevresindeki gayrimenkulleri kendisine yakın vatandaşlar üzerinde göstererek satınaldığı ve tapu işlemlerini halletmek üzere bu tasarının yasalaşması için başta AB lobileri olmak üzere her düzeyde yoğun çaba sarfettiği herkesin malumu haline gelmiştir. Tasarı, işte bu ekümenik sevdalı patrikhanenin de arzusunu kanunlaştırmaktadır.
Ermeni Patriği Mutafyan'ın önceki hafta Ankara'daki siyasi temasları da, bu tasarının 'fincancı katırlarını ürkütmeden' bir an önce çıkartılması içindi. Mutafyan, 'Lozan'a aykırı ve yasadışı olarak edinilmiş sözkonusu malların geriye dönük bir kereliğine tescili'ni öngören imzaya hazır tasarının, 'bundan böyle artık kiliselerin de mülk edinebilmeleri' şekline dönüştürülmesi için uğraş verdi, veriyor. Kimi azınlık çevreleri ise, ilk adımda 65 yıllık geriye dönük hakkın elde edilmesi, ardından da konunun kademe kademe ileriye götürülmesi, en uygun vakitte de AİMH'nin huzuruna taşınması taktiğinin daha faydalı olacağını düşünüyor.
227 sayılı KHK'nın 26. maddesinde şu değişiklik öngörülmektedir: "Cemaat (azınlık) vakıflarının 1936 tarihinden 1 Ocak 2002 tarihine kadar her ne suretle olursa olsun iktisap etmiş olduğu gayrimenkullerin... 1936 Beyannamelerine eklenmesi ve tescili"
Akıllara şu soru geliyor; hani, 1936 Beyannamesi'nden sonra kiliselerin herhangi bir şekilde mal-mülk edinimi yasaktı? Eğer yasak ve yasadışı yollarla edinilmiş bir mülk yok ise, 65 sene sonra şimdi hangi mantıkla bunların tescili istenmektedir? Buradaki 'azınlık oyunu' oldukça kayda değerdir.
Tasarının kanunlaşması, Lozan Antlaşması'nın Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından ihlal edildiğinin ve artık kabule şayan olmadığının resmi ilanı sayılır, bir.
Böylece Lozan Antlaşması'nı resmi olarak askıya almış olan devlet iradesinin, AB'nin milli bütünlüğümüzü hedef alan 'mikrokültürel dayatmaları' karşısında artık Lozan'daki 'azınlık tanımı'nı öne sürerek milletin devletiyle bölünmez bütünlüğünü koruma hakkı kalmaz, iki.
Tasarıda açılan geriye dönük tescil imkanının da gösterdiği üzere, özellikle suriçi İstanbul'da gayrimenkul mallar edinerek ekümenik hayallerine ABD ve AB'den aldığı desteklerle zemin hazırlayan patrikhaneye, kendi ellerimizle ve en sağlam resmi yöntemle 'bu mukaddes bölücü yolda' somut imkan sağlamış oluyoruz, üç.
Bu tasarı ile Batı Trakya'daki kardeşlerimizle ilgili hesapsızlığımız bir kez daha kendini gösteriyor, dört.
Azınlık vakıflarına bu derece fırsatlar sağlamak için her türlü politik ve milli bütünlük riskleri üstlenen kimi siyasi iradelerin, Müslüman milletin vakıflarını, vakıf öğrenci yurtlarını ve hayratlarını kapatmak veya ellerinden almak için, kapı girişindeki ayakkabılıktan çalışma odalarındaki masaların civatalarına, nevresim takımlarının renklerine değin basit bahanelerle teftiş raporları düzenlettirmesi, bir-iki uydurma senaryo ile 'irtica çemberi'ne aldırarak güya kendince linç etmeye kalkışması, bu tasarıdan sonra gaflet, cehalet yahut dalaletle izah edilemez, beş.
Unutmayalım ki, bu türden çabalar, gömüleceğimiz bir parça vatan toprağını dahi elimizde komaz. Kendisine sığınıp iş işten geçtikten sonra kadınlar gibi gözyaşı dökeceğimiz bir mahrem ocak bile bırakmaz. 750-800 yıllık Endülüs'te taş üstünde taş kalmadığı gibi... Ayık olalım.
Öncelikle şunun altını çizelim: Lozan'a göre azınlık statüsündeki Türk vatandaşlarının, bugüne kadar ferdî anlamda mülkiyet edinmelerinde yasal bir engel veya tahdit bulunmamaktadır. Her Türk vatandaşı gibi bu kesim de, 'gerçek kişi'ler olarak mal edinebilmekte, temlik ve temellükte bulunabilmektedirler. Bunda bir problem yok.
Kanunlaşacak olan tasarı, 'tüzel kişi' statüsündeki azınlık vakıflarına, yani bu vakıfların somut kurumları olan 'kiliseler'e, her ne suretle olursa olsun mülkiyet edinebilme fırsatı tanımaktadır.
Malumunuz; 13.6.1935 tarihli ve 2762 sayılı kanunla azınlık vakıflarına, mütekabiliyet esasını da içeren Lozan Antlaşmasına uygun olarak '1936 Beyannamesi' diye maruf düzenleme çerçevesinde 3 ay içinde tüm akar, gelir ve taşınmazlarını Vakıflar İdaresine bildirmeleri şartını getirdi. Verilen beyannameler, tetkik, tasdik ve tescil olundu; bu tarihten sonra da azınlık vakıflarının mülk edinmeleri yasal olarak durduruldu.
Ancak, adeta 'merd-i kıptî sirkatin söyler' kabilinden somut gelişmelerle karşı karşıyayız.
Her ne kadar '1936 Beyannamesi'yle bu azınlık vakıf ve kiliselerinin mülk edinmeleri, yasal olarak mümkün değilse de; tasarıdaki ifadeden de anlaşılacağı üzere malum merkezler, yıllardan beri el altından büyük bir satınalma faaliyetine girmişler, mal-mülk edinmişler. Hatta Ekümenik Patriklik projelerine takılmış Fener Patrikhanesi'nin, suriçi İstanbul'un gözbebeği Fatih'teki ve özellikle patrikhane çevresindeki gayrimenkulleri kendisine yakın vatandaşlar üzerinde göstererek satınaldığı ve tapu işlemlerini halletmek üzere bu tasarının yasalaşması için başta AB lobileri olmak üzere her düzeyde yoğun çaba sarfettiği herkesin malumu haline gelmiştir. Tasarı, işte bu ekümenik sevdalı patrikhanenin de arzusunu kanunlaştırmaktadır.
Ermeni Patriği Mutafyan'ın önceki hafta Ankara'daki siyasi temasları da, bu tasarının 'fincancı katırlarını ürkütmeden' bir an önce çıkartılması içindi. Mutafyan, 'Lozan'a aykırı ve yasadışı olarak edinilmiş sözkonusu malların geriye dönük bir kereliğine tescili'ni öngören imzaya hazır tasarının, 'bundan böyle artık kiliselerin de mülk edinebilmeleri' şekline dönüştürülmesi için uğraş verdi, veriyor. Kimi azınlık çevreleri ise, ilk adımda 65 yıllık geriye dönük hakkın elde edilmesi, ardından da konunun kademe kademe ileriye götürülmesi, en uygun vakitte de AİMH'nin huzuruna taşınması taktiğinin daha faydalı olacağını düşünüyor.
227 sayılı KHK'nın 26. maddesinde şu değişiklik öngörülmektedir: "Cemaat (azınlık) vakıflarının 1936 tarihinden 1 Ocak 2002 tarihine kadar her ne suretle olursa olsun iktisap etmiş olduğu gayrimenkullerin... 1936 Beyannamelerine eklenmesi ve tescili"
Akıllara şu soru geliyor; hani, 1936 Beyannamesi'nden sonra kiliselerin herhangi bir şekilde mal-mülk edinimi yasaktı? Eğer yasak ve yasadışı yollarla edinilmiş bir mülk yok ise, 65 sene sonra şimdi hangi mantıkla bunların tescili istenmektedir? Buradaki 'azınlık oyunu' oldukça kayda değerdir.
Tasarının kanunlaşması, Lozan Antlaşması'nın Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından ihlal edildiğinin ve artık kabule şayan olmadığının resmi ilanı sayılır, bir.
Böylece Lozan Antlaşması'nı resmi olarak askıya almış olan devlet iradesinin, AB'nin milli bütünlüğümüzü hedef alan 'mikrokültürel dayatmaları' karşısında artık Lozan'daki 'azınlık tanımı'nı öne sürerek milletin devletiyle bölünmez bütünlüğünü koruma hakkı kalmaz, iki.
Tasarıda açılan geriye dönük tescil imkanının da gösterdiği üzere, özellikle suriçi İstanbul'da gayrimenkul mallar edinerek ekümenik hayallerine ABD ve AB'den aldığı desteklerle zemin hazırlayan patrikhaneye, kendi ellerimizle ve en sağlam resmi yöntemle 'bu mukaddes bölücü yolda' somut imkan sağlamış oluyoruz, üç.
Bu tasarı ile Batı Trakya'daki kardeşlerimizle ilgili hesapsızlığımız bir kez daha kendini gösteriyor, dört.
Azınlık vakıflarına bu derece fırsatlar sağlamak için her türlü politik ve milli bütünlük riskleri üstlenen kimi siyasi iradelerin, Müslüman milletin vakıflarını, vakıf öğrenci yurtlarını ve hayratlarını kapatmak veya ellerinden almak için, kapı girişindeki ayakkabılıktan çalışma odalarındaki masaların civatalarına, nevresim takımlarının renklerine değin basit bahanelerle teftiş raporları düzenlettirmesi, bir-iki uydurma senaryo ile 'irtica çemberi'ne aldırarak güya kendince linç etmeye kalkışması, bu tasarıdan sonra gaflet, cehalet yahut dalaletle izah edilemez, beş.
Unutmayalım ki, bu türden çabalar, gömüleceğimiz bir parça vatan toprağını dahi elimizde komaz. Kendisine sığınıp iş işten geçtikten sonra kadınlar gibi gözyaşı dökeceğimiz bir mahrem ocak bile bırakmaz. 750-800 yıllık Endülüs'te taş üstünde taş kalmadığı gibi... Ayık olalım.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019