Terör olayları incelenirken, failler aranırken göz önünde tutmaimız gereken birinci gerçek şudur: Her terörün arkasında mutlaka bir devlet vardır. Devletler bunu gizli istihbarat birimleri vasıtasıyla yaparlar.
Dünyayı bu hale getiren ABD ve İsrail'dir. Zira bu iki devlet, terörle kurulşum ve terörü hayat tarzı seçmişlerdir. Eğer gerçekten terörün önlenmesi isteniyorsa, bütün dünya devletleri bir araya toplanmalı, ABD ve İsrail'i uluslararası hukuka ve özellikle savaş hukukuna uymaya zorlamalıdır.
Aksi halde terör bütün hızıyla devam edecek ve her ülkenin kapısını çalacaktır.
Peki, nedir bu terör? Bunun herkes tarafından kabul edilmiş bir tanımı var mıdır? Maalesef yok. Birinin özgürlük savaşçısı dediğine, bir diğeri çok rahat terörist diyebiliyor. Mesela, Irak'ta Amerikan askerlerine direnen Iraklılar, İsrail zulmüne, katliamına karşı koyan Filistinliler, ABD ve İsrail'e göre teröristtirler. ABD başkanı Bush, 11 Eylül saldırısından sonra şöyle demişti: "Ya bizimle olursunuz, ya da teröristlerle", Bu, başkan Bush'un kendince koyduğu bir ölçü, bir tanım idi. Bunun anlamı açık.
ABD ve İsrail çıkarlarına hizmet etmeyen kim olursa olsun teröristtir.
Terörün, herkes tarafından faklı tanımlansa bile, elbette bunun da uzmanlarca genel kabul görmüş bir tanımı olacaktır. O da şudur: Terörizm, siyasi amaçlara varmak için sivillere karşı planlı olarak kullanılan şiddettir. Siyasi amacı olan kurumlar devletler olduğuna göre, çoğunlukla terörü, terör örgütlerini güçlü devletler destekler ve büyük hedefleri doğrultusunda kullanırlar. Teröristlerin de küçük hedefleri olabilir. Ama bu gerçeği değiştirmez. Çünkü büyük hedefleri olanlar, küçük hedefleri olanları her zaman kullanabilir. Bu gerçekleri görmezlikten gelerek, kullanılan tetikçilerle, kuklalarla uğraşmak, onları yakalayıp "terörün kaynağına indik" demek, çok yanlıştır. Dünyayı ve dünyada meydana gelen olayları tanımamaktır.
Dünyada yeni bir savaş başlatıldı. Bu, kimilerine göre 3. Dünya kimilerine göre de 4. Dünya savaşıdır. Savaşın adı konulmuş; Terörizmle savaş. Küresel güçler, komünizm ve kapitalizm çatışmasına son verdiler.
Çünkü bu oyun, artık kazanç sağlamıyordu. Bunun yerine daha çok kazanç sağlayacak, başka bir oyun bulmak gerekiyordu.
Komünizm sessiz sedasız bir şekilde ortadan kaldırılınca, yeni bir düşman arandı.
Daha doğrusu, böyle bir düşman vardı ve biliniyordu. işte o sahneye sürüldü. 1990 yılında İskoçya'nın Turnberry kasabasında yapılan NATO zirvesinde zamanın İngiltere başbakanı Margaret Thatcher, yeni düşmanı ilan etti. Terörizm adı altında İslam. O günden itibaren İslam eşittir terör fikri yayılmaya başlandı.
Yeni yeni kavramlar medyada yer aldı. Köktendinci, fundamentalist, radikal İslam, en çok kullanılan kavramlar oldu.
Nerede bir terör olmuşsa, hemen failleri duyuruldu. araştırmadan, soruşturulmadan Müslümanlar suçlu gösterildi. ABD'de 1993 ve 1995 yıllarında Newyork'taki Dünya Ticaret Merkezi'nde ve Oklohoma'daki terörist saldırıları FBI'nın planladığını, Müslüman sanıkların avukatı Federal Mahkemede ispat etti. Böyle olmasına rağmen Müslümanlar suçluluktan kurtulamadı.
Başkan Bush, bunu Saddam Hüseyin'in yaptığını söylüyordu. gerçi Başkan Bush'un yalanları sadece bununla sanırlı değildi.
Saddam Hüseyin'in Afrika'dan nükleer bomba yapımına yarayacak malzeme satın aldığını ve Irak'ın nükleer silahlara sahip olduğunu da iddia etmişti.
Şimdi bu yalanların hesabını kimse Başkan Bush'a sormuyor. Rahmetli Necip Fazıl'ın dediği gibi, "bütün bir insanlık yalana teslim olmuş".
Ne yazık ki, son günlerde İstanbul'da meydana gelen terör olayları, bu mantık çerçevesinde ele alınmadı. Yine sığ, yine boş hedeflere gözler çevrildi.
Halbuki olay ne kadar küçük olursa olsun, amaç çok büyüktür.
Şehit edilen Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, şehit edilmeden 45 dakika önce kendisiyle yapılan bir röportajda, terörün amacını şöyle açıklıyordu: "Bizim istiklal savaşımız daha bitmedi. Sevr'i otaya çıkarmak istiyorlar". Terör olaylarını ve Türkiye'ye karşı oynanan oyunları bu şuurla ele almayan devlet adamları gaflet içerisindedirler. Gaflet, devlet adamlarına asla yakışmaz. Onların gafletinin cezasını bütün millet çeker.
Artık ceza çekmek istemiyoruz.
Dünyayı bu hale getiren ABD ve İsrail'dir. Zira bu iki devlet, terörle kurulşum ve terörü hayat tarzı seçmişlerdir. Eğer gerçekten terörün önlenmesi isteniyorsa, bütün dünya devletleri bir araya toplanmalı, ABD ve İsrail'i uluslararası hukuka ve özellikle savaş hukukuna uymaya zorlamalıdır.
Aksi halde terör bütün hızıyla devam edecek ve her ülkenin kapısını çalacaktır.
Peki, nedir bu terör? Bunun herkes tarafından kabul edilmiş bir tanımı var mıdır? Maalesef yok. Birinin özgürlük savaşçısı dediğine, bir diğeri çok rahat terörist diyebiliyor. Mesela, Irak'ta Amerikan askerlerine direnen Iraklılar, İsrail zulmüne, katliamına karşı koyan Filistinliler, ABD ve İsrail'e göre teröristtirler. ABD başkanı Bush, 11 Eylül saldırısından sonra şöyle demişti: "Ya bizimle olursunuz, ya da teröristlerle", Bu, başkan Bush'un kendince koyduğu bir ölçü, bir tanım idi. Bunun anlamı açık.
ABD ve İsrail çıkarlarına hizmet etmeyen kim olursa olsun teröristtir.
Terörün, herkes tarafından faklı tanımlansa bile, elbette bunun da uzmanlarca genel kabul görmüş bir tanımı olacaktır. O da şudur: Terörizm, siyasi amaçlara varmak için sivillere karşı planlı olarak kullanılan şiddettir. Siyasi amacı olan kurumlar devletler olduğuna göre, çoğunlukla terörü, terör örgütlerini güçlü devletler destekler ve büyük hedefleri doğrultusunda kullanırlar. Teröristlerin de küçük hedefleri olabilir. Ama bu gerçeği değiştirmez. Çünkü büyük hedefleri olanlar, küçük hedefleri olanları her zaman kullanabilir. Bu gerçekleri görmezlikten gelerek, kullanılan tetikçilerle, kuklalarla uğraşmak, onları yakalayıp "terörün kaynağına indik" demek, çok yanlıştır. Dünyayı ve dünyada meydana gelen olayları tanımamaktır.
Dünyada yeni bir savaş başlatıldı. Bu, kimilerine göre 3. Dünya kimilerine göre de 4. Dünya savaşıdır. Savaşın adı konulmuş; Terörizmle savaş. Küresel güçler, komünizm ve kapitalizm çatışmasına son verdiler.
Çünkü bu oyun, artık kazanç sağlamıyordu. Bunun yerine daha çok kazanç sağlayacak, başka bir oyun bulmak gerekiyordu.
Komünizm sessiz sedasız bir şekilde ortadan kaldırılınca, yeni bir düşman arandı.
Daha doğrusu, böyle bir düşman vardı ve biliniyordu. işte o sahneye sürüldü. 1990 yılında İskoçya'nın Turnberry kasabasında yapılan NATO zirvesinde zamanın İngiltere başbakanı Margaret Thatcher, yeni düşmanı ilan etti. Terörizm adı altında İslam. O günden itibaren İslam eşittir terör fikri yayılmaya başlandı.
Yeni yeni kavramlar medyada yer aldı. Köktendinci, fundamentalist, radikal İslam, en çok kullanılan kavramlar oldu.
Nerede bir terör olmuşsa, hemen failleri duyuruldu. araştırmadan, soruşturulmadan Müslümanlar suçlu gösterildi. ABD'de 1993 ve 1995 yıllarında Newyork'taki Dünya Ticaret Merkezi'nde ve Oklohoma'daki terörist saldırıları FBI'nın planladığını, Müslüman sanıkların avukatı Federal Mahkemede ispat etti. Böyle olmasına rağmen Müslümanlar suçluluktan kurtulamadı.
Başkan Bush, bunu Saddam Hüseyin'in yaptığını söylüyordu. gerçi Başkan Bush'un yalanları sadece bununla sanırlı değildi.
Saddam Hüseyin'in Afrika'dan nükleer bomba yapımına yarayacak malzeme satın aldığını ve Irak'ın nükleer silahlara sahip olduğunu da iddia etmişti.
Şimdi bu yalanların hesabını kimse Başkan Bush'a sormuyor. Rahmetli Necip Fazıl'ın dediği gibi, "bütün bir insanlık yalana teslim olmuş".
Ne yazık ki, son günlerde İstanbul'da meydana gelen terör olayları, bu mantık çerçevesinde ele alınmadı. Yine sığ, yine boş hedeflere gözler çevrildi.
Halbuki olay ne kadar küçük olursa olsun, amaç çok büyüktür.
Şehit edilen Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, şehit edilmeden 45 dakika önce kendisiyle yapılan bir röportajda, terörün amacını şöyle açıklıyordu: "Bizim istiklal savaşımız daha bitmedi. Sevr'i otaya çıkarmak istiyorlar". Terör olaylarını ve Türkiye'ye karşı oynanan oyunları bu şuurla ele almayan devlet adamları gaflet içerisindedirler. Gaflet, devlet adamlarına asla yakışmaz. Onların gafletinin cezasını bütün millet çeker.
Artık ceza çekmek istemiyoruz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018