Yıllardır Türkiye'nin tarım ülkesi olduğu söylenir. Gerçekten de Türkiye bir tarım ülkesi. Ama ne gariptir ki, uygulanan politikalar sonucu ülkemiz tarımsız bırakılmıştır. İşlenecek topraklarımız boş, işleyecek insanlarımız işsiz durumda. Bugüne kadar böyle birşey ne görülmüş, ne de duyulmuştur. Halbuki işlenecek toprağı olan bir ülkede işsiz olmayacağı gibi açlık tehlikesi de olmaz. Maalesef, Türkiye'de her ikisi de yaşanıyor.
Bilinen bir gerçek var. O da şu: Dünya var oldukça tarım sektörünün önemi kaybolmayacaktır. Tarım ekonominin ana sektörü olma özelliğini hiç bir zaman kaybetmemiştir, etmeyecektir. Aslında sanayinin gelişmesinin de ön şartı tarımın gelişmesidir. Türkiye'de ise bu gerçek ters algılanmış tarım, sanayinin önünde en büyük engel olarak görülmüştür. Gelecek bilimcilerine göre, geleceğin en parlak sektörü tarım ve gıda sektörü olacaktır.
Hal böyle iken Türkiye'de tarım göz göre göre öldürülyor.
OECD verilerine göre Türkiye hala bir tarım ülkesi. Ama ne yazık ki, Konya iliminiz kadar bir araziye sahip Hollanda, Türkiye'den kat kat fazla tarım ürünü ihraç ediyor. Türkiye'de ise DIE'ye göre bu yılın ilk 9 aylık döneminde tarım ürünleri ithalatımız ihracatımızdan fazla.
Tarımda dış ticaret açığımız toplam 533 milyon dolardır. Böyle olmasına rağmen, yine de nüfusumuzun yüzde 40'ından fazlası geçimini tarımdan sağlıyor. Gayri safi milli hasılamızın yüzde 14'ü de tarımdan. Tarımın istihdam içerisindeki payı ise yüzde 36' civarında.
Dünyada kendi kendine yeterli 7 ülkeden biriyiz diye övünüyorduk. Bu da diğer övünç kaynaklarımız gibi tarihte kaldı. Üretici desteklerini kaldırarak, üretim yapanı değil, yapmayanı destekleyen doğrudan gelir desteğine geçtik. Bu yanlış kararları kendi irademizle mi aldık? Hayır, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve tabii ki IMF'nin dayatmaları sonucu bu yanlış kararları aldık, bu yanlışları yaptık, söz konusu yanlışlıklar bizi ne hale düşürdü, bunları kısaca özetleyelim. Geçen yıl Türkiye, 145 milyon dolar ödeyerek 1 milyon tonun üzerinde buğday ithal etti. Konya ve Trakya ovalarında toprak boş, çiftçimiz perişan biz buğday ithal ediyoruz. ABD, Mısır, İtalya, Avustralya, Rusya ve Tayland'dan yılda 300 bin ton prinç ithal ediyor ve karşılığında 85 milyon dolar ödüyoruz.
Türkiye mercimekte dünyanın en büyük 3 üreticisinden biriydi. Şimdi ABD ve Kanada'dan mercimek ithal ediyoruz. Fasulyeyi ABD, Çin, Azerbaycan, Bulgaristan ve İran'dan, mısırı ABD ve Arjantin'den, nohutu Meksika'dan alıyoruz. En enterasan olanı da Sudan ve Etiyopya'dan 70 bin ton susam ithal etmemizdir.
Görüldüğü gibi tarım ülkesi Türkiye, tarımsız bırakılmış ve her çeşit tarım ürünü ithal eder hale düşürülmüştür. Çıkış yolu var mı? Bu gidişle bu teslimiyetçilikle, çıkıp yolu şöyle dursun, tehlike her geçen gün artıyor. Eğer böyle devam ederse, değil tarım ürünlerimizi, tarım arazilerimizi de elimizden alacaklar. Nitekim almaya da başladılar.
Küresel düzeyde tarım arazilerinin ciddi bir şeklide bozulduğu bilinmektedir. Tarım arazilerinin yüzyıllardır sorumsuzca kullanılması toprak yorgunluğuna yol açmış ve verimliliği azaltmıştır. Uluslararası Tarım Politikası Araştırma Enstitüsünün verilerine göre, tarıma ayrılan arazilerde görülen bozulmanın yüzde 75'i Orta Amerika'da, yüzde 20'si Afrika'da, yüzde 11'i de Asya'da. Küresel güçler bu yüzden verimli tarım arazilerimize gözlerini dikmişler, çeşitli oyun ve entrikalarla bu arazilere sahip olmak istiyorlar.
"Böyle birşey olmaz" diyerek olanları küçümsersek, görmezlikten gelirsek Allah korusun, hayal dediğimiz şeyler gerçekleşir. Sizce İsrailli Özcat, Tahal Consultıng, Cinardo ve Mashav gibi tarım firmalarının GAP bölgesinde arazi kiralaması ve değişik yöntemlerle arazi satın alması basit bir olay mı? Acaba bunun milli birlik ve güvenliğimiz açısından hiç mi bir sakıncası yok? AB'ye girme süreci hızlanınca, AB, ABD ve İsrail firmaları Türkiye'nin Güneydoğu ve Orta Anadolu'nun mümbit topraklarına üşüştüler. Onlar da kiralama ve satın alma işini hızlandırırlar. Anlaşılan o ki, tarım politikası, ülkemize karşı oynanan bir oyundur. Bir çeşit Filistin senaryosudur. Bunu böyle bilelim ve ona göre tedbirlerimizi alalım.
Bilinen bir gerçek var. O da şu: Dünya var oldukça tarım sektörünün önemi kaybolmayacaktır. Tarım ekonominin ana sektörü olma özelliğini hiç bir zaman kaybetmemiştir, etmeyecektir. Aslında sanayinin gelişmesinin de ön şartı tarımın gelişmesidir. Türkiye'de ise bu gerçek ters algılanmış tarım, sanayinin önünde en büyük engel olarak görülmüştür. Gelecek bilimcilerine göre, geleceğin en parlak sektörü tarım ve gıda sektörü olacaktır.
Hal böyle iken Türkiye'de tarım göz göre göre öldürülyor.
OECD verilerine göre Türkiye hala bir tarım ülkesi. Ama ne yazık ki, Konya iliminiz kadar bir araziye sahip Hollanda, Türkiye'den kat kat fazla tarım ürünü ihraç ediyor. Türkiye'de ise DIE'ye göre bu yılın ilk 9 aylık döneminde tarım ürünleri ithalatımız ihracatımızdan fazla.
Tarımda dış ticaret açığımız toplam 533 milyon dolardır. Böyle olmasına rağmen, yine de nüfusumuzun yüzde 40'ından fazlası geçimini tarımdan sağlıyor. Gayri safi milli hasılamızın yüzde 14'ü de tarımdan. Tarımın istihdam içerisindeki payı ise yüzde 36' civarında.
Dünyada kendi kendine yeterli 7 ülkeden biriyiz diye övünüyorduk. Bu da diğer övünç kaynaklarımız gibi tarihte kaldı. Üretici desteklerini kaldırarak, üretim yapanı değil, yapmayanı destekleyen doğrudan gelir desteğine geçtik. Bu yanlış kararları kendi irademizle mi aldık? Hayır, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve tabii ki IMF'nin dayatmaları sonucu bu yanlış kararları aldık, bu yanlışları yaptık, söz konusu yanlışlıklar bizi ne hale düşürdü, bunları kısaca özetleyelim. Geçen yıl Türkiye, 145 milyon dolar ödeyerek 1 milyon tonun üzerinde buğday ithal etti. Konya ve Trakya ovalarında toprak boş, çiftçimiz perişan biz buğday ithal ediyoruz. ABD, Mısır, İtalya, Avustralya, Rusya ve Tayland'dan yılda 300 bin ton prinç ithal ediyor ve karşılığında 85 milyon dolar ödüyoruz.
Türkiye mercimekte dünyanın en büyük 3 üreticisinden biriydi. Şimdi ABD ve Kanada'dan mercimek ithal ediyoruz. Fasulyeyi ABD, Çin, Azerbaycan, Bulgaristan ve İran'dan, mısırı ABD ve Arjantin'den, nohutu Meksika'dan alıyoruz. En enterasan olanı da Sudan ve Etiyopya'dan 70 bin ton susam ithal etmemizdir.
Görüldüğü gibi tarım ülkesi Türkiye, tarımsız bırakılmış ve her çeşit tarım ürünü ithal eder hale düşürülmüştür. Çıkış yolu var mı? Bu gidişle bu teslimiyetçilikle, çıkıp yolu şöyle dursun, tehlike her geçen gün artıyor. Eğer böyle devam ederse, değil tarım ürünlerimizi, tarım arazilerimizi de elimizden alacaklar. Nitekim almaya da başladılar.
Küresel düzeyde tarım arazilerinin ciddi bir şeklide bozulduğu bilinmektedir. Tarım arazilerinin yüzyıllardır sorumsuzca kullanılması toprak yorgunluğuna yol açmış ve verimliliği azaltmıştır. Uluslararası Tarım Politikası Araştırma Enstitüsünün verilerine göre, tarıma ayrılan arazilerde görülen bozulmanın yüzde 75'i Orta Amerika'da, yüzde 20'si Afrika'da, yüzde 11'i de Asya'da. Küresel güçler bu yüzden verimli tarım arazilerimize gözlerini dikmişler, çeşitli oyun ve entrikalarla bu arazilere sahip olmak istiyorlar.
"Böyle birşey olmaz" diyerek olanları küçümsersek, görmezlikten gelirsek Allah korusun, hayal dediğimiz şeyler gerçekleşir. Sizce İsrailli Özcat, Tahal Consultıng, Cinardo ve Mashav gibi tarım firmalarının GAP bölgesinde arazi kiralaması ve değişik yöntemlerle arazi satın alması basit bir olay mı? Acaba bunun milli birlik ve güvenliğimiz açısından hiç mi bir sakıncası yok? AB'ye girme süreci hızlanınca, AB, ABD ve İsrail firmaları Türkiye'nin Güneydoğu ve Orta Anadolu'nun mümbit topraklarına üşüştüler. Onlar da kiralama ve satın alma işini hızlandırırlar. Anlaşılan o ki, tarım politikası, ülkemize karşı oynanan bir oyundur. Bir çeşit Filistin senaryosudur. Bunu böyle bilelim ve ona göre tedbirlerimizi alalım.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018