14 Şubat günü tüm dünyada Sevgililer Günü olarak kutlanıyor. Aslında bu gün Hıristiyan olduğu için öldürülmüş, Aziz Valentin ismindeki bir papazın ölüm gününe ithafen kutlanılanılmaktadır. Antik Yunan takvimlerinde de Şubat ayı ortaları Zeus ile Hera'nın kutsal evlilikleri dolayısıyla kutlanılan bir bayramdı. Roma Katolik kilisesi bu günü ilk kez 496 yılında kutlamaya başlamıştır. İngiltere ve Fransa'da kutlanması ise 14. yüzyılı bulur. Çünkü Aziz Valentin ile romantik aşk arasındaki ilişkiyi anlatan, birçoğu da sonradan uydurulmuş olan efsanelerin çıkışı bu tarihlere rastlamaktadır. Bu günün dünyaya yayılması ise 1800'lerde Amerikalı Esther Howland sayesinde olmuştur. Kapitalist sistemin egemenliğiyle birlikte Sevgililer Günü, hediye alımının, kutlamaların teşvik edildiği, insanların tüketime özendirildiği bir gün haline gelmiştir. Osmanlı Dönemi'nde kutlanmasının yasak olduğu bu gün Türkiye'ye ilk 1970'li yıllarda girmiş, yaygınlaşması 2000'leri bulmuştur. Günümüze gelindiğinde ise en az Avrupalı, ya da Amerikalılar kadar yoğunlukla kutlanılan bir gün haline gelmiştir, maalesef.Sevgi, aşk gerçekten de kutsaldır. Güzel duygulardır ve özelde yaşanması gerekir. En azından bizim kültürümüzde öyledir ya da öyleydi. Ama biz ne zaman ki Avrupa Birliği sevdalarına kapıldık, ne zaman ki bunun uğruna kendi öz benliğimizden tavizler vermeye başladık, onlar gibi olmaya çalıştık, işte o zamandan beri o güzel, nezaketli, kibar, insanca yaşanan aşklar da öldü gitti Halbuki bizim kültürümüzde flört, ya da bugünkü anlamıyla sevgili olmak kavramları yoktu. Bizim kültürümüzde Kerem ile Aslı vardı, Ferhat ile Şirin vardı. Leyla ile Mecnun vardı. Ki bu büyük aşk aslında Allah aşkını temsil ederdi. Bize ne elin papazının ölüm gününden?Bizim; "Ya Rab manâ cism ü cân gerekmez/Cânânsuz cihân gerekmez" diyen Fuzuli'miz vardı.Ya da; "Aşkın aldı benden beni/Bana Seni gerek Seni/Ben yanarım dün ü günü/Bana Seni gerek Seni" diyen Yunus Emre'miz vardı. Bu sözler türkü olurdu, şarkı olurdu. "Ey bad-ı saba yar ile vuslat ne zamandır/Bir kerre sual eyle ki ruhsat ne zamandır'' diyen Kayserili Pesendi'nin sözleri, Suphi Ziya Özbekkan'ın notalarında hayat bulurdu. Şimdiki saçma sapan şarkıların sözlerini ise burada dile getirmeye şahsen ar ederim. Edebimiz, ahlakımız, örfümüz, adetimiz, inancımız böyle gerektirirdi. İşte ne zaman ki ulu orta yaşar olduk her şeyi, ne zaman ki bunu modernlik(!) saydık, bizi biz yapan değerleri unuttuk, o zaman çözüldük, yozlaştık, kimliğimizi kaybettik. Bunu devlet politikaları da destekleyince, orada bittik. O devlet politikasıdır ki zinayı serbest bıraktı, domuz etini kasaplık et yaptı. Artık ne sevdiğini sakınmak, kıskanmak kaldı, ne de adam gibi sevmek. Ne zaman ki din siyasilerin elinde oyuncak oldu, isteyen kafasına göre fetva verir oldu, o zaman sevgi de bitti, aşk da.Ya da kimi nasıl seveceğimizi karıştırdık. Bizi yöneten olarak sevmemiz gerekeni peygamber yerine koyduk ha şa, uluhiyet vermeye çalıştık. Ama bunu yaparken seviye yerlerdeydi. Bilmem neresinin kılı olanlarımız oldu. Peygamber efendimize laf ettirmeyiz diyenler, güya onu çok sevenler, onu Kelimeyi Tevhit'ten çıkardılar. Suriyeli kardeşlerimizi çok seviyoruz, sahip çıkıyoruz ama onların ocağına incir ağacı diken aslında biziz. Bu nasıl bir sevgi demezler mi insana? Aşkı doğru anlamak gerek. Anasını, babasını sevmeyen, evladını sevmeyen komşusunu, vatandaşını nasıl sevsin? Vatanını, milletini, dinini, bayrağını sevmeyen ancak makamı, şöhreti ve parayı sever, halkını, devletini, şehidini nasıl sevsin? Sevgi deyip geçmeyin. Vicdanı olmayan, Yaradanı sevmeyen, yaradılanı nasıl sevsin? İnsan kalbinin merkezine Allah'ı koyarsa ancak diğer sevgileri de hakkıyla yaşar. Aksi halde laf-ı güzaf olur ne derse desin. Çünkü Allah'ı seven hesabı bilir. O zaman yetimi sever, hakkını yiyemez. Karısını sever, onu dövemez, ona zulmedemez. Ülkesini sever, hizmet eder. Rüşvet yemez, cebini doldurma derdinde olmaz. Yani sevgi, aşk her şeyin temelidir. İnsan Mevlana gibi severse ölümü bile sever. Çünkü ölüm Şeb-i Aruz olur onun için. İnsan maddi ihtiyaçları olan bir varlıktır ama ne ettir, ne kemik. Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in dediği gibi ''İnsan gönüldür, gönül.'' O gönül de öyle yabancılara benzemeye çalışarak, bize empoze edilen ithal hayatlar yaşayarak değil, kendi öz kimliğimizin farkına vararak keşfedilir. Gerçek mutluluk da o zaman elde edilir. O gönlü yakalamak ise ancak o gönüle sahip olanlarla beraber olarak sağlanır. O zaman size bir gün değil, her gün sevgi günü olur. Allah (c.c.) hepimizi sevgisinden ve O'na ulaştıracak olanların sevgisinden mahrum eylemesin?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Asude Havuzlu / diğer yazıları
- Mutluluk… / 22.11.2020
- Üniversite sınavındaki sorunları değil sistemi tartışalım / 02.07.2020
- Kaynakların sınırsızlığı üzerine / 23.04.2020
- Artık kimse... / 18.04.2020
- Yetim kalmak / 03.04.2020
- #HayatMEMleevesığar / 30.03.2020
- Covid-19’a bir de buradan bakın-II / 26.03.2020
- Covid-19’a bir de buradan bakın / 25.03.2020
- Başkalarının acısına bakmak / 05.03.2020
- Coğrafya kader midir? / 03.03.2020
- Üniversite sınavındaki sorunları değil sistemi tartışalım / 02.07.2020
- Kaynakların sınırsızlığı üzerine / 23.04.2020
- Artık kimse... / 18.04.2020
- Yetim kalmak / 03.04.2020
- #HayatMEMleevesığar / 30.03.2020
- Covid-19’a bir de buradan bakın-II / 26.03.2020
- Covid-19’a bir de buradan bakın / 25.03.2020
- Başkalarının acısına bakmak / 05.03.2020
- Coğrafya kader midir? / 03.03.2020