Hayat bir dünyadır. Ahiret de bir dünyadır. İkisi arasındaki perde ölümdür. Ama nefis, ahireti görmediği, bilmediği için o tarafa yokluk olarak bakar, ölümden de çok korkar.
Bilse ki ondan sonra muazzam; sonsuz bir hayat var; o zaman ölüme koşa koşa gider.
Ölüm gerçek hayattır.
Evet, zor da olsa, acı da olsa, dayanılmaz da olsa gerçek hayattır. Ölüm, inanan insanlar için bir son değil sonsuzluğun başlangıcıdır. Fani olan bu dünya hayatından, bâki olan ahiret hayatına geçiş kapısıdır. Ölümün hüznü ise dünyadan ayrılmak değil, dünyadaki sevdikleri özden kısa bir süreliğine ayrı kalmaktan ötürüdür.
Dünyanın güzelliğine, cilvesine, süsüne, kapılan insanoğlu, dünyada ebediyyen kalacakmış gibi yaşamamalıdır. Evet, hayat güzeldir. Yaşamak güzeldir. Ama bu güzellikler, yine İslam dininin getirdiği ölçüde ve Ehl-i Beyt'in yaşantısıyla, ölçüsüyle, sevgisiyle doğru istikamettedir, hak yoldadır.
Ölüm, mutlaktır. Allah ve Resulü (s.a.a.) sonsuz hayatta kazananlardan olmamız için, yüzlerce, binlerce kez ikaz ve uyarılarda bulunmuşlar, kaybedenlerin halini bildirmişlerdir. Âl-i İmran Sûresi'nin 185. ayetinde Yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "Her canlı ölümü tadacaktır. Kıyamet günü, ecirleriniz size eksiksiz olarak verilecektir. Kim, cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa, o, gerçekten kurtuluşa ermiştir."
Yine Cuma Sûresi'nin 8. ayetinde, "Ey Resulüm! Onlara de ki: Haberiniz olsun, o kaçıp durduğunuz ölüm, muhakkak gelip size kavuşacaktır. Sonra hem gizliyi hem de aşikârı bilen Allah'a döndürüleceksiniz de o, size neler yaptığınızı haber verecektir" buyrulur.
Yine Haşr Sûresi'nin 18. ayetinde, "Ey mü'minler! Allah'tan korkun. Herkes yarın için ne hazırladığına baksın" buyrulur.
Bu üç ayete bakarak; ölümün bir imtihan sonucunun bitiş zili olduğu, ahiretin ise imtihan sonuçları açıklandığında alınan ödül olduğunu söyleyebiliriz.
Yine Münafıkûn Sûresi'nin 11. ayetinde, "Eceli geldiği zaman bir kimsenin ölümünü Allah geciktirmez. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır" ve Âraf Sûresi'nin 34. ayetinde ise, "Her ümmet için takdir bir ecel vardır. Ecelleri gelince bir an geri kalmaz ve öne de geçemezler" buyurur Allah'ü Teâlâ.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.a.) ise şöyle buyuruyor: "Cebrail bana şöyle hitap etti: 'Ey Muhammed! İstediğin kadar yaşa sonunda öleceksin. Dilediğin kimseyi sev, sonunda ondan ayrılacaksın. İstediğini yap, mutlaka onun hesabını vereceksin." (Ramuzü'l"Ehadis, 4107). Başka bir hadisinde de şöyle buyurmuştur: "Ölüm, insana kaşla kirpiğin arasındaki yakınlık kadar yakındır."
Dünyaya kendi isteğiyle gelemeyen insanoğlu, yine kendi isteğiyle gidemez. Çünkü insan her daim, Hakimi Mutlak'ın emri ve kontrolü altındadır. İnsan külli irade sınırları içerisinde, cüz'i idaresiyle karar verme yeteneğine sahip ve verdiği bu kararlardan sorumlu tutulacak bir mahlûktur. Meryem Sûresi'nin 66, 67. ayetlerinde Allah"ü Teâlâ bu münkirlere şöyle hitap ediyor: "İnsan, 'Ben öldüğümde mi diriltileceğim?' der. İnsan, kendisi önceden bir şey değilken onu yaratmış olduğumuzu hatırlamaz mı?"
Günümüzde ise ölümü ancak sevdiklerimizin öldüğünü görünce hatırlar olduk. Halbuki ölüm gerçek ve ebedi saadettir. İbadetin azalması, ahiret inancının zayıflamasını da beraberinde getirir. Çünkü alabildiğine başıboş koşuşturmaca neredeyse hepimizin hayatında mevcut. İnsan böyle bir boşluğa düştüğü zaman dipsiz bir kuyuya düşmüş gibi olur. "Onun için eğer kullukta ısrarlı isek, insanın ibadet ve taatla iç içe olması lazım." (Prof. Dr. Haydar Baş, Hikmetin sırları). İnsanın dünyaya gönderiliş maksadı, kulluktur.
- Ölüm gerçek hayattır -1- / 24.09.2021
- Annem Fâtıma’nın çeyizi / 22.09.2021
- Annem Fâtıma'nın çeyizi-2 / 09.11.2017
- Annem Fâtıma'nın çeyizi-1 / 08.11.2017
- Pınardan beslenen gençler-2 / 04.06.2017
- Pınardan beslenen gençler-1 / 03.06.2017
- İnsanı insan yapacak eğitim şart / 15.12.2016
- İnsanın yüce gayesi olduğu sürece insandır / 05.09.2016
- Bir zamanlar aile yapımız-II / 06.04.2016