İnsanlara yararlı olup olmadığına bakmadan, her çeşit üretimi teşvik eden Batılılar, asıl üretimi yapacak olan insanın üretimini azaltmaya çalıştılar. Tehlike kapıya dayanmadan, bu büyük çelişkiyi görmediler veya görmezlikten geldiler. Yıllarca nüfus artışının, sefalet ve ekonomik gerileme getireceği tezini işlediler. Maalesef aynı tez, ülkemizde de kabul gördü, taraftar buldu.
Batılılar, nüfusları yaşlanınca, ekonomideki dinamik ve üretken güçleri azalınca, tehlikenin boyutlarını sezdiler, feryat etmeye başladılar. "Ne oluyoruz?" sorusun sıkça sorar oldular. Geleceklerinden endişe duyan Batılı devlet adamları, doğum oranını artırmak için bir dizi teşvikler uygulamaya koydular. Çocuk ödeneklerini artırmak, gebelik öncesi ve sonra bakım masraflarını karşılamak, doğum izinlerinin süresini uzatmak gibi teşvikler birbirini takip etti. Batı dünyasını en çok endişeye sevk eden husus, askere alınacak genç nüfusun azalması ve ülkenin milli güvenliğini tehlikeye girmesidir. Dahası, sosyal güvenlik sistemini çökmesidir. Çünkü, daha az genç nüfus, daha çok yaşlı nüfusun sigortalarını bir zaman sonra finanse edemeyecek duruma düşecektir.
Kendi içerisine nüfus artışını teşvik eden Batı dünyası, Türkiye gibi ülkelere nüfusu azaltmayı tavsiye ediyor. Hatta bu konuda karşılıksız yardımı dahi esirgemiyor. Batının propagandasının tesirinde kalan bazı ekonomistlerimize göre de, ekonomik geri kalışımızın tek sebebi, nüfus artışımızdır. Halbuki gerçek bu değildir. Nüfusumuz en büyük gücümüzdür. Ekonomik geri kalışımızı nüfus artışına bağlamak, ilmi, akli ve mantıki olamaz. Toplum nüfus, tükettiğinden daha fazla üretirse, nüfus artışı ekonomik gerilemeye neden sebep olsun? Ekonomi bilimi, "Bir ülkede Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) nüfustan daha büyük oranda artarsa, kişi başına düşen reel gelirin artacağını ve böyle bir ülkede nüfus artışının ekonomik kalkınmayı tetikleyeceğini" söylemiyor mu?
Bu gerçeklerden hareket ederek Türkiye'ye dönersek, son birkaç yıl hariç, Türkiye'nin GSMH artış oranın yüzde 3 ile 5 arasında arttığını, nüfus artış oranının ise yüzde 2'lerde kaldığını görürüz. Demek ki nüfus artışı ekonomik geri kalışımıza sebep olmuyor. Tam aksine ekonomide itici güç görevi görüyor.
Bir zamanlar göç ve göçmen veren Batı dünyası, şimdi bütün ümitlerini göçmenlere bağlamış durumda. Tabiri caizse Batı dünyası, taşıma su ile değirmen çevirmeyi deneyecek. Bu konuda kimileri ümitli, kimileri ise endişeli. Endişe ve korkunun sebebi kültüreldir. Göçmenlerin Batı kültürü içinde erimemelerini, aynı nüfus artışını devam ettirmeleri, Batılıları ürkütüyor. "Kendi ülkemizde azınlığa, acaba düşürmeyiz?" sorusuna cevap bulmakta zorlanıyorlar. Nihayet kilise de bu tartışmalara katıldı. Kardinal Giacema Biffi'nin ağzından görüşünü açıkladı: "Hıristiyan göçmene evet, Müslüman'a hayır". Kilise bu sözlerle açık bir şekilde görüşünü beyan etti. Politikacılar, bu açık görüşe bir kılıf giydirerek, şöyle diyorlar: "Evet biz göçmen alacağız, fakat ilk önce göçmenlerin Batı kültürüne uyum sağlayıp sağlamayacağına bakacağız. İkinci olarak öyle sıradan insanları göçmen almayacağız. Göçmenlerin mesleklerindeki başarılarını da dikkate alacağız."
Açıkçası, Batı beyin göçü peşinde. Bir taşla iki kuş vurmak istiyor. Hem yetişmiş insanını alacak, hem de iyilik sahibi olacak. Başka bir deyimle Batı dünyası, ölmek üzere iken bile nasıl sömüreceğinin hesabını yapıyor. Atalarımız ne güzel söylemişler: "Can çıkmayınca huy çıkmaz diye. Huyu kuruyasıca Batılılar, bir türlü huylarından vazgeçmiyorlar. Öyleyse soralım: "Onlar huylarından vazgeçmiyorlar da, biz niye geçelim?" Biz de huyumuzdan vazgeçmeyelim, ecdadımızın izinde yürüyelim, mutlaka kazanan taraf oluruz.
Batılılar, nüfusları yaşlanınca, ekonomideki dinamik ve üretken güçleri azalınca, tehlikenin boyutlarını sezdiler, feryat etmeye başladılar. "Ne oluyoruz?" sorusun sıkça sorar oldular. Geleceklerinden endişe duyan Batılı devlet adamları, doğum oranını artırmak için bir dizi teşvikler uygulamaya koydular. Çocuk ödeneklerini artırmak, gebelik öncesi ve sonra bakım masraflarını karşılamak, doğum izinlerinin süresini uzatmak gibi teşvikler birbirini takip etti. Batı dünyasını en çok endişeye sevk eden husus, askere alınacak genç nüfusun azalması ve ülkenin milli güvenliğini tehlikeye girmesidir. Dahası, sosyal güvenlik sistemini çökmesidir. Çünkü, daha az genç nüfus, daha çok yaşlı nüfusun sigortalarını bir zaman sonra finanse edemeyecek duruma düşecektir.
Kendi içerisine nüfus artışını teşvik eden Batı dünyası, Türkiye gibi ülkelere nüfusu azaltmayı tavsiye ediyor. Hatta bu konuda karşılıksız yardımı dahi esirgemiyor. Batının propagandasının tesirinde kalan bazı ekonomistlerimize göre de, ekonomik geri kalışımızın tek sebebi, nüfus artışımızdır. Halbuki gerçek bu değildir. Nüfusumuz en büyük gücümüzdür. Ekonomik geri kalışımızı nüfus artışına bağlamak, ilmi, akli ve mantıki olamaz. Toplum nüfus, tükettiğinden daha fazla üretirse, nüfus artışı ekonomik gerilemeye neden sebep olsun? Ekonomi bilimi, "Bir ülkede Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) nüfustan daha büyük oranda artarsa, kişi başına düşen reel gelirin artacağını ve böyle bir ülkede nüfus artışının ekonomik kalkınmayı tetikleyeceğini" söylemiyor mu?
Bu gerçeklerden hareket ederek Türkiye'ye dönersek, son birkaç yıl hariç, Türkiye'nin GSMH artış oranın yüzde 3 ile 5 arasında arttığını, nüfus artış oranının ise yüzde 2'lerde kaldığını görürüz. Demek ki nüfus artışı ekonomik geri kalışımıza sebep olmuyor. Tam aksine ekonomide itici güç görevi görüyor.
Bir zamanlar göç ve göçmen veren Batı dünyası, şimdi bütün ümitlerini göçmenlere bağlamış durumda. Tabiri caizse Batı dünyası, taşıma su ile değirmen çevirmeyi deneyecek. Bu konuda kimileri ümitli, kimileri ise endişeli. Endişe ve korkunun sebebi kültüreldir. Göçmenlerin Batı kültürü içinde erimemelerini, aynı nüfus artışını devam ettirmeleri, Batılıları ürkütüyor. "Kendi ülkemizde azınlığa, acaba düşürmeyiz?" sorusuna cevap bulmakta zorlanıyorlar. Nihayet kilise de bu tartışmalara katıldı. Kardinal Giacema Biffi'nin ağzından görüşünü açıkladı: "Hıristiyan göçmene evet, Müslüman'a hayır". Kilise bu sözlerle açık bir şekilde görüşünü beyan etti. Politikacılar, bu açık görüşe bir kılıf giydirerek, şöyle diyorlar: "Evet biz göçmen alacağız, fakat ilk önce göçmenlerin Batı kültürüne uyum sağlayıp sağlamayacağına bakacağız. İkinci olarak öyle sıradan insanları göçmen almayacağız. Göçmenlerin mesleklerindeki başarılarını da dikkate alacağız."
Açıkçası, Batı beyin göçü peşinde. Bir taşla iki kuş vurmak istiyor. Hem yetişmiş insanını alacak, hem de iyilik sahibi olacak. Başka bir deyimle Batı dünyası, ölmek üzere iken bile nasıl sömüreceğinin hesabını yapıyor. Atalarımız ne güzel söylemişler: "Can çıkmayınca huy çıkmaz diye. Huyu kuruyasıca Batılılar, bir türlü huylarından vazgeçmiyorlar. Öyleyse soralım: "Onlar huylarından vazgeçmiyorlar da, biz niye geçelim?" Biz de huyumuzdan vazgeçmeyelim, ecdadımızın izinde yürüyelim, mutlaka kazanan taraf oluruz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018