Mal veya para kazanma gayretimiz ihtiyaç-ibadet mantığı içinde mi gerçekleşiyor yoksa ihtiraslarımızı tatmin, hırs, gösteriş, güç ve kuvvet elde etme mantığı içinde mi? Günümüzde Müslüman'ım, iddiasındaki herkes için bu sorunun cevabı çok önemli.
Şu yanlış anlaşılmasın! İnancımız, mal sahibi olmaya, zengin olmaya engel değildir. Tam aksine çalışmayı, gayret etmeyi, insanlara yardım etmeyi, ihtiyaçlının ihtiyaçlarını gidermeyi emreder. Zekat, Hac gibi ameller belli bir gelir düzeyinin üzerindeki insanlara farzdır.
Peygamber Efendimizin (s.a.a) 'Güçlü mümin, zayıf müminden eftaldir' hadisini bu mealde de anlayabiliriz kanaatindeyim. Bir başka Hadisinde de Efendimiz; "İslam Dini, Hatice'nin malı, Ali'nin kılıcı üzerine bina edildi" buyurmuştur.
Müslüm Hocamın (Karabacak) özellikle Ramazan aylarında, dini gündemlerle ilgili televizyonlara çıkan ilahici, ilahiyatçılar için çok hoşuma giden bir tespiti var. Şöyle diyor Sayın Karabacak; 'Adam, kamera arkasında en yüksek rakamı almak için saatlerce dil döküyor. Sonra kamera önünde çıkınca, 'neyleyim dünyanın varını. Bana seni gerek, seni' ilahisini okuyorlar.'
Bu mantık hayatın tamamında da kendini gösteriyor. Mesela siyasetçilere bakın! Kendilerini, halkın hizmetkarı olarak, tanımlarlar. 'Bizim mantığımız, komşusu aşken tok yatan bizden değildir' mantığıdır, diye milleti gaza getirirler. Sonra onlarca çeşit yemekle süslenmiş, yüz binlerce liralık masalara, milyonluk araçlarıyla gidip, otururlar. Bahsettikleri komşuları da açlıktan (?)
Milyar, milyon dolarlık iş adamlarına, sanatçılara, futbolculara vs. bakın! Kamera gördüler mi, hangi yardım kuruluşlarına, hayvan derneklerine vs. ne kadar yardım yaptıklarını uzunca anlatırlar. Oysa kendilerine o varı kazandıran çalışanlarına, kendilerine hizmet edenlere asgari ücret veya biraz üstünde elleri titreyerek para verirler.
Tabi bunlar yukarıdakilerin örmekleri. Halkın arasına inin. Kardeş, kardeşe adeta su vermekten sakınır hale gelmiş durumdayız. Dünya malı için kardeş kardeşi, babasını, eşini katlediyor.
Sonra birçok insandan, İstanbul'a geldiğimde şöyle yokluk çektim, böyle sıkıntılar yaşadım vs. diye dinlemişsinizdir. Sonra 3-5 daire sahibi olmuş, kiraya vermiş.
Kaç lira istiyorsun amca? Bin, bin beş yüz, bin sekiz yüz... Ama benim maaş zaten o kadar. Ne yiyeceğiz biz? Orasına ben karışmam. Ama sen ne zor günlerden geçtiğini anlatıyordun az önce. Bana ne, işine gelirse tut. Böyle bir muhabbete tanık olmayan, duymayan veya bizzat yaşamayan var mı?
Bakın çevrenize mal kazanma hırsı insani değerlerimizin önüne geçmiş vaziyette. Bugün toplum param olsunda, para gelsin de nasıl gelirse gelsin, mantığında.
Helal-haram ölçüsü kayboldu. Bu ölçü kaybolduğu için mahremiyette kayboldu. Bu ölçü kaybolduğu için faiz her haneye girdi. Bu ölçü kaybolduğu için bereket uzaklaştı. Bu ölçü kaybolduğu için belki görünürde mal çoğaldı ama ihtirasları karşılayamaz olunca insan fakirleşti ve de vahşileşti.
Bu ölçü kaybolduğu için nesiller manen özürlü dünyaya gelmeye başladı. Bu ölçü kaybolduğu için sevgi, muhabbet kayboldu.
Bu ölçü kaybolduğu için kılınan namazlar, tutulan oruçlar, kesilen kurbanlar, yapılan yardımlar külfet, zahmetten başka bir karşılık bulamadı. Konunun özetini Abdülkadir Geylani Hazretleri şu sözleriyle aktarayım;
"Ne kadar çok yıkanmış kefen vardır. Hâlbuki sahibi sokakta meşguldür.
Ne kadar çok kabir vardır. Hâlbuki sahibi zevk-u sefa ile mağrurdur.
Ne kadar çok gülen, eğlenen vardır. Hâlbuki sahibi ansızın helak olucudur.
Ne kadar çok mükemmel binalar vardır. Hâlbuki sahibinin ölümü yaklaşmıştır.
Ne kadar çok sevap ümit eden kul vardır. Hâlbuki onun için azap hazırlanmaktadır.
Ne kadar çok beşaret uman kul vardır. Hâlbuki onun için ziyan ve zarar zuhur eder.
Ne kadar çok cennet isteyen kul vardır. Hâlbuki onun için cehennem zuhur eder.
Ne kadar çok kavuşma arzusunda olan kul vardır. Hâlbuki onun için ayrılık hâsıl olur.
Ne kadar çok kul vardır ki bahşiş ümit eder. Hâlbuki onu bela karşılar.
Ne kadar çok mal-mülk arzu eden vardır. Hâlbuki onlar için helak zuhur eder." (Üç Aylar ve Faziletleri sh:106)
Şu yanlış anlaşılmasın! İnancımız, mal sahibi olmaya, zengin olmaya engel değildir. Tam aksine çalışmayı, gayret etmeyi, insanlara yardım etmeyi, ihtiyaçlının ihtiyaçlarını gidermeyi emreder. Zekat, Hac gibi ameller belli bir gelir düzeyinin üzerindeki insanlara farzdır.
Peygamber Efendimizin (s.a.a) 'Güçlü mümin, zayıf müminden eftaldir' hadisini bu mealde de anlayabiliriz kanaatindeyim. Bir başka Hadisinde de Efendimiz; "İslam Dini, Hatice'nin malı, Ali'nin kılıcı üzerine bina edildi" buyurmuştur.
Müslüm Hocamın (Karabacak) özellikle Ramazan aylarında, dini gündemlerle ilgili televizyonlara çıkan ilahici, ilahiyatçılar için çok hoşuma giden bir tespiti var. Şöyle diyor Sayın Karabacak; 'Adam, kamera arkasında en yüksek rakamı almak için saatlerce dil döküyor. Sonra kamera önünde çıkınca, 'neyleyim dünyanın varını. Bana seni gerek, seni' ilahisini okuyorlar.'
Bu mantık hayatın tamamında da kendini gösteriyor. Mesela siyasetçilere bakın! Kendilerini, halkın hizmetkarı olarak, tanımlarlar. 'Bizim mantığımız, komşusu aşken tok yatan bizden değildir' mantığıdır, diye milleti gaza getirirler. Sonra onlarca çeşit yemekle süslenmiş, yüz binlerce liralık masalara, milyonluk araçlarıyla gidip, otururlar. Bahsettikleri komşuları da açlıktan (?)
Milyar, milyon dolarlık iş adamlarına, sanatçılara, futbolculara vs. bakın! Kamera gördüler mi, hangi yardım kuruluşlarına, hayvan derneklerine vs. ne kadar yardım yaptıklarını uzunca anlatırlar. Oysa kendilerine o varı kazandıran çalışanlarına, kendilerine hizmet edenlere asgari ücret veya biraz üstünde elleri titreyerek para verirler.
Tabi bunlar yukarıdakilerin örmekleri. Halkın arasına inin. Kardeş, kardeşe adeta su vermekten sakınır hale gelmiş durumdayız. Dünya malı için kardeş kardeşi, babasını, eşini katlediyor.
Sonra birçok insandan, İstanbul'a geldiğimde şöyle yokluk çektim, böyle sıkıntılar yaşadım vs. diye dinlemişsinizdir. Sonra 3-5 daire sahibi olmuş, kiraya vermiş.
Kaç lira istiyorsun amca? Bin, bin beş yüz, bin sekiz yüz... Ama benim maaş zaten o kadar. Ne yiyeceğiz biz? Orasına ben karışmam. Ama sen ne zor günlerden geçtiğini anlatıyordun az önce. Bana ne, işine gelirse tut. Böyle bir muhabbete tanık olmayan, duymayan veya bizzat yaşamayan var mı?
Bakın çevrenize mal kazanma hırsı insani değerlerimizin önüne geçmiş vaziyette. Bugün toplum param olsunda, para gelsin de nasıl gelirse gelsin, mantığında.
Helal-haram ölçüsü kayboldu. Bu ölçü kaybolduğu için mahremiyette kayboldu. Bu ölçü kaybolduğu için faiz her haneye girdi. Bu ölçü kaybolduğu için bereket uzaklaştı. Bu ölçü kaybolduğu için belki görünürde mal çoğaldı ama ihtirasları karşılayamaz olunca insan fakirleşti ve de vahşileşti.
Bu ölçü kaybolduğu için nesiller manen özürlü dünyaya gelmeye başladı. Bu ölçü kaybolduğu için sevgi, muhabbet kayboldu.
Bu ölçü kaybolduğu için kılınan namazlar, tutulan oruçlar, kesilen kurbanlar, yapılan yardımlar külfet, zahmetten başka bir karşılık bulamadı. Konunun özetini Abdülkadir Geylani Hazretleri şu sözleriyle aktarayım;
"Ne kadar çok yıkanmış kefen vardır. Hâlbuki sahibi sokakta meşguldür.
Ne kadar çok kabir vardır. Hâlbuki sahibi zevk-u sefa ile mağrurdur.
Ne kadar çok gülen, eğlenen vardır. Hâlbuki sahibi ansızın helak olucudur.
Ne kadar çok mükemmel binalar vardır. Hâlbuki sahibinin ölümü yaklaşmıştır.
Ne kadar çok sevap ümit eden kul vardır. Hâlbuki onun için azap hazırlanmaktadır.
Ne kadar çok beşaret uman kul vardır. Hâlbuki onun için ziyan ve zarar zuhur eder.
Ne kadar çok cennet isteyen kul vardır. Hâlbuki onun için cehennem zuhur eder.
Ne kadar çok kavuşma arzusunda olan kul vardır. Hâlbuki onun için ayrılık hâsıl olur.
Ne kadar çok kul vardır ki bahşiş ümit eder. Hâlbuki onu bela karşılar.
Ne kadar çok mal-mülk arzu eden vardır. Hâlbuki onlar için helak zuhur eder." (Üç Aylar ve Faziletleri sh:106)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Akın Aydın / diğer yazıları
- O, benim bitmeyen rüyamdı -2- / 14.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -1- / 13.04.2025
- İktidarın kutsal (!) haç ve Konstantinapol sessizliği / 11.04.2025
- İktidara karşı değilse istediğiniz kadar yürüyebilirsiniz / 10.04.2025
- Papazı nasıl aldık hatırlıyor musun? / 09.04.2025
- Siyasette üçüncü yol şart mı? / 08.04.2025
- Alparslan Türkeş’in vefat yıl dönümünden önce / 07.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -2- / 06.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -1- / 05.04.2025
- Boykotun babasını yaptılar, yapıyorlar / 04.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -1- / 13.04.2025
- İktidarın kutsal (!) haç ve Konstantinapol sessizliği / 11.04.2025
- İktidara karşı değilse istediğiniz kadar yürüyebilirsiniz / 10.04.2025
- Papazı nasıl aldık hatırlıyor musun? / 09.04.2025
- Siyasette üçüncü yol şart mı? / 08.04.2025
- Alparslan Türkeş’in vefat yıl dönümünden önce / 07.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -2- / 06.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -1- / 05.04.2025
- Boykotun babasını yaptılar, yapıyorlar / 04.04.2025