Yanılmıyorsam 1799’du ABD’nin “Kızıl Derili” soykırımını tamamlayıp, kuzey, güney savaşlarını bitirip, eyaletleri bir araya toplayarak birleşik devletleri kuruş tarihi. Tabi bu birleşik devletlerin kuruluşunda Yahudiler baskın geni oynadı, hala aynı konumdalar. Biz ABD diyoruz ama “Gizli Dünya Devleti” ABD’nin içinde.
İşte bu gizli dünya devletinin nihai hedefi dünyayı ele geçirmekti. Ta o zamanlar bile Afrika’ya, Uzakdoğu’ya ve nihayetinde Osmanlı’ya kadar el atmışlar. Gizli ve sinsi planlarını hayata geçirmişlerdir. Hatta gittikleri coğrafyalarda öylesine insanları etkiliyorlardı ki, hatta bizim “1. Meclis’te” bile ABD mandası fikri tartışılmıştı. Ama M. Kemal “Tam Bağımsız Türkiye” diyerek, zamanın ABD hayranlarını susturmuştu.
Atatürk’ten sonra 2. Dünya harbi ve sonrasında ABD’nin ülkemiz üzerindeki hülyaları ve bu hülyalara inanan içimizdeki Amerikancılar tekrar öne çıkmaya başlamıştı. Hatta “Küçük ABD” olma hayalinde olan devlet adamlarımız vardı.
Çok partili sisteme geçtikten sonra bildiğim kadarıyla yöneticilerimiz üç kez ABD ile ters düştü. Birincisi Menderes. ABD’nin ülkemize tam yerleşmesine her türlü destek ve çabayı gösteren menderes, 59’ların sonlarında ABD’ye rağmen Rusya ile yakınlaşmaya başladı. Sonuç; Darbe, idam.
74’te Ecevit yine ABD’ye rağmen Kıbrıs’a çıktı. Geç olsa da, olması gereken oldu. Sonuç; Kardeş kavgası ve 12 Eylül.
Sonra sosyal anlamda milletimizin en büyük baş ağrılarından birisi olan PKK çıktı piyasaya. Arkasında tabii ki yine ABD var. Üç, beş çapulcu dendi. Ama maliyeti 500 milyar dolara artı 50 bin insana mal oldu. Haliyle millet bu faturadan rahatsızlanmaya başladı. Çiller bir dizi hareketlere girdi. Askeri anlamda bayağı aşamada kaydetti. Ama bitiremedi. Niye? Çünkü ABD’ye rağmen hiçbir iktidar izinsiz nefes alma cesaretini göstermedi, gösteremedi ve hala gösteremiyor.
(Rabbim tabirimi affetsin) Menderes’ten Erdoğan’a bütün hükümetler güç ve kudret sahibi olarak ABD’yi tanıdılar. Bunun inkarı mümkün değil. İzahı ise çok basit.
ABD’ye en karşı olan, en çok küfreden, aleyhine konuşan siyasetçimiz kimdi? R. T. Erdoğan. ABD’yi en çok ziyaret eden siyasetçimiz kim? O da Erdoğan. O halde…
Hatta bu iddiamı “Bebek Katilinin” Türkiye’ye nasıl iade edildiğini anlatarak da ispat ederim. Hemde ABD’nin ülkemizdeki gayri meşru sözcülerinin ağızlarından, yazılarından.
Malum günlerdir Birand’a ve gösterime soktuğu belgesele kafayı taktım. Azıcık düşünen beyinler için bu belgesel “nasıl ve kimler tarafından kullanıldığımızı” özetliyor. İşte düşünemediğimiz için bu belgeselleri yapanlarda, kendi topuklarına sıktıklarının farkında değiller. İşte bizim gayretimizde insanımızı muhasebe yapmaya sevk etmek artı kendi kendine sıkanları deşifre etmek.
Davos şovu kadar olmasa da “Bebek Katili” Türkiye’ye geldiğinde, zamanın koltuk sahipleri azıcık şov yapmışlardı. Çok büyük bir olaydı ama ortada pek gururlanan, hava atan kimse yoktu. Neden mi? İşte Birand’ın belgeselinden artı o günlerdeki Hürriyet’ten “Bebek Katilinin” şartlı iade ile postalanması. “Abdullah Öcalan’ın Suriye’den ayrılmasının ardından alarma geçen MİT, İtalya’ya gittiğini ve Roma’da deniz kenarında bir villada kaldığını belirleyince, operasyon hazırlığına başladı. 1998’in Kasım – Aralık aylarında binayı havaya uçurmak için hazırlıklar yapan, başında Şenkal Atasagun’un bulunduğu MİT’in operasyonu ABD’nin itirazı üzerine son anda iptal oldu…
Ancak bu girişim, Amerikalılara Türkiye’nin bu konuda ne kadar ciddi olduğunu gösterdi. Ankara’nın gözünde ne Yunanistan, ne İtalya, ne de NATO vardı. Türkiye’yi kaybetmek istemeyen Amerika, Öcalan’ı ne pahasına olursa olsun Türkiye’ye teslim etmeliydi…
…Yunanistan’ın verdiği Kıbrıs’lı ‘Lazaros Mavros’ adına düzenlenmiş pasaportla, yanında iki örgüt üyesiyle, Kenya’ya götürülen Öcalan 13 gün süreyle buradaki Yunanistan elçiliğinde kaldı.
MİT, Öcalan’ın Kenya’da izini sürerken, CIA Ankara istasyon şefi, dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’u ziyaret edip bir not iletti: “Washington kararını verdi, Öcalan’ın yakalanması için yardım edeceğiz.”
CIA hiçbir şeyi şansa bırakmamıştı. Kağıtta, hangi tip uçak kiralanması, ne tür kelepçe alınması gerektiği yazılıydı. Öcalan uçağa adımını attığı andan itibaren kameraya çekilmesi, yolculukta bir doktor bulundurulması, gereken ilaçlar bile tek tek yazılmıştı. Yardımın şartı da notta yazılıydı. Beyaz Saray, Öcalan’ın yolda kazaya uğramamasını, infaz edilmemesini ve adil bir mahkemede yargılanmasını istiyordu.
(MİT istenilen her şeyi aynen yerine getirdi, sözler verildi)
…Washington Yunanlılara da baskıyı artırdı. Atina’nın ne direnecek gücü ne de niyeti vardı. Öcalan’a haberi Yunan elçisi verdi, Hollanda’ya gidiyordu… Öcalan ikna edildi ve Hollanda’ya gideceği söylenerek elçilikten çıkarıldı.
Öcalan tam 19.35’te Hollanda’ya götüreceği söylenen uçağın yakınına bırakıldı. Elinde çantasıyla uçağa yürüdü, uçağın altında sarışın yabancı dil bilen bir MİT görevlisi vardı. Merdivenleri çıktı. Uçağa binmesiyle birlikte üstüne atılan üç kişiye direnemedi. Şam’dan çıkışıyla başlayan yaklaşık 4 aylık maceranın sonuna geldiğini anladı. Artık çok geçti.” Tarih 15 Şubat 1999’du. (Hürriyet)
ABD filmi gibi değil mi. Aynen öyle. Zaten ABD filmi.
İlginçtir, birçok ortamda, sosyal paylaşım sitelerinde “Milli Ekonomi Modeli” ve “Baba Devlet” kavramlarından ve bu projelerin sahibinden söz ederken bir İmam Hatipli olarak en çok eleştiriyi kimlerden aldım biliyor musunuz? İmam Hatiplilerden, ilahiyat okuyanlardan, kendince cihat ehli olanlardan, şalvarlılardan, cübbelilerden. Hayalcilikle suçlandım. Bu projeleri hayata geçiremezsizin, dediler. Neden? Çünkü ABD izin vermez. ABD’nin adamları beş dakikada sizi alaşağı eder, dediler, diyorlar. Ha, biz Nemrut’un ateşinden korkmayız, dedik. Ama ortada büyük bir itiraf vardı.
Din, iman, cihat vs. söylemlerle Müslüman pozu verenler, bu pozlarıyla Allah’ın rızasını değil ABD’nin rızasını kazanmak istiyorlarmış meğer. Kendi ifadeleri; ABD’ye rağmen hiçbir şey yapamazsınız.
Biz yaparız, göreceksiniz…
İşte bu gizli dünya devletinin nihai hedefi dünyayı ele geçirmekti. Ta o zamanlar bile Afrika’ya, Uzakdoğu’ya ve nihayetinde Osmanlı’ya kadar el atmışlar. Gizli ve sinsi planlarını hayata geçirmişlerdir. Hatta gittikleri coğrafyalarda öylesine insanları etkiliyorlardı ki, hatta bizim “1. Meclis’te” bile ABD mandası fikri tartışılmıştı. Ama M. Kemal “Tam Bağımsız Türkiye” diyerek, zamanın ABD hayranlarını susturmuştu.
Atatürk’ten sonra 2. Dünya harbi ve sonrasında ABD’nin ülkemiz üzerindeki hülyaları ve bu hülyalara inanan içimizdeki Amerikancılar tekrar öne çıkmaya başlamıştı. Hatta “Küçük ABD” olma hayalinde olan devlet adamlarımız vardı.
Çok partili sisteme geçtikten sonra bildiğim kadarıyla yöneticilerimiz üç kez ABD ile ters düştü. Birincisi Menderes. ABD’nin ülkemize tam yerleşmesine her türlü destek ve çabayı gösteren menderes, 59’ların sonlarında ABD’ye rağmen Rusya ile yakınlaşmaya başladı. Sonuç; Darbe, idam.
74’te Ecevit yine ABD’ye rağmen Kıbrıs’a çıktı. Geç olsa da, olması gereken oldu. Sonuç; Kardeş kavgası ve 12 Eylül.
Sonra sosyal anlamda milletimizin en büyük baş ağrılarından birisi olan PKK çıktı piyasaya. Arkasında tabii ki yine ABD var. Üç, beş çapulcu dendi. Ama maliyeti 500 milyar dolara artı 50 bin insana mal oldu. Haliyle millet bu faturadan rahatsızlanmaya başladı. Çiller bir dizi hareketlere girdi. Askeri anlamda bayağı aşamada kaydetti. Ama bitiremedi. Niye? Çünkü ABD’ye rağmen hiçbir iktidar izinsiz nefes alma cesaretini göstermedi, gösteremedi ve hala gösteremiyor.
(Rabbim tabirimi affetsin) Menderes’ten Erdoğan’a bütün hükümetler güç ve kudret sahibi olarak ABD’yi tanıdılar. Bunun inkarı mümkün değil. İzahı ise çok basit.
ABD’ye en karşı olan, en çok küfreden, aleyhine konuşan siyasetçimiz kimdi? R. T. Erdoğan. ABD’yi en çok ziyaret eden siyasetçimiz kim? O da Erdoğan. O halde…
Hatta bu iddiamı “Bebek Katilinin” Türkiye’ye nasıl iade edildiğini anlatarak da ispat ederim. Hemde ABD’nin ülkemizdeki gayri meşru sözcülerinin ağızlarından, yazılarından.
Malum günlerdir Birand’a ve gösterime soktuğu belgesele kafayı taktım. Azıcık düşünen beyinler için bu belgesel “nasıl ve kimler tarafından kullanıldığımızı” özetliyor. İşte düşünemediğimiz için bu belgeselleri yapanlarda, kendi topuklarına sıktıklarının farkında değiller. İşte bizim gayretimizde insanımızı muhasebe yapmaya sevk etmek artı kendi kendine sıkanları deşifre etmek.
Davos şovu kadar olmasa da “Bebek Katili” Türkiye’ye geldiğinde, zamanın koltuk sahipleri azıcık şov yapmışlardı. Çok büyük bir olaydı ama ortada pek gururlanan, hava atan kimse yoktu. Neden mi? İşte Birand’ın belgeselinden artı o günlerdeki Hürriyet’ten “Bebek Katilinin” şartlı iade ile postalanması. “Abdullah Öcalan’ın Suriye’den ayrılmasının ardından alarma geçen MİT, İtalya’ya gittiğini ve Roma’da deniz kenarında bir villada kaldığını belirleyince, operasyon hazırlığına başladı. 1998’in Kasım – Aralık aylarında binayı havaya uçurmak için hazırlıklar yapan, başında Şenkal Atasagun’un bulunduğu MİT’in operasyonu ABD’nin itirazı üzerine son anda iptal oldu…
Ancak bu girişim, Amerikalılara Türkiye’nin bu konuda ne kadar ciddi olduğunu gösterdi. Ankara’nın gözünde ne Yunanistan, ne İtalya, ne de NATO vardı. Türkiye’yi kaybetmek istemeyen Amerika, Öcalan’ı ne pahasına olursa olsun Türkiye’ye teslim etmeliydi…
…Yunanistan’ın verdiği Kıbrıs’lı ‘Lazaros Mavros’ adına düzenlenmiş pasaportla, yanında iki örgüt üyesiyle, Kenya’ya götürülen Öcalan 13 gün süreyle buradaki Yunanistan elçiliğinde kaldı.
MİT, Öcalan’ın Kenya’da izini sürerken, CIA Ankara istasyon şefi, dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’u ziyaret edip bir not iletti: “Washington kararını verdi, Öcalan’ın yakalanması için yardım edeceğiz.”
CIA hiçbir şeyi şansa bırakmamıştı. Kağıtta, hangi tip uçak kiralanması, ne tür kelepçe alınması gerektiği yazılıydı. Öcalan uçağa adımını attığı andan itibaren kameraya çekilmesi, yolculukta bir doktor bulundurulması, gereken ilaçlar bile tek tek yazılmıştı. Yardımın şartı da notta yazılıydı. Beyaz Saray, Öcalan’ın yolda kazaya uğramamasını, infaz edilmemesini ve adil bir mahkemede yargılanmasını istiyordu.
(MİT istenilen her şeyi aynen yerine getirdi, sözler verildi)
…Washington Yunanlılara da baskıyı artırdı. Atina’nın ne direnecek gücü ne de niyeti vardı. Öcalan’a haberi Yunan elçisi verdi, Hollanda’ya gidiyordu… Öcalan ikna edildi ve Hollanda’ya gideceği söylenerek elçilikten çıkarıldı.
Öcalan tam 19.35’te Hollanda’ya götüreceği söylenen uçağın yakınına bırakıldı. Elinde çantasıyla uçağa yürüdü, uçağın altında sarışın yabancı dil bilen bir MİT görevlisi vardı. Merdivenleri çıktı. Uçağa binmesiyle birlikte üstüne atılan üç kişiye direnemedi. Şam’dan çıkışıyla başlayan yaklaşık 4 aylık maceranın sonuna geldiğini anladı. Artık çok geçti.” Tarih 15 Şubat 1999’du. (Hürriyet)
ABD filmi gibi değil mi. Aynen öyle. Zaten ABD filmi.
İlginçtir, birçok ortamda, sosyal paylaşım sitelerinde “Milli Ekonomi Modeli” ve “Baba Devlet” kavramlarından ve bu projelerin sahibinden söz ederken bir İmam Hatipli olarak en çok eleştiriyi kimlerden aldım biliyor musunuz? İmam Hatiplilerden, ilahiyat okuyanlardan, kendince cihat ehli olanlardan, şalvarlılardan, cübbelilerden. Hayalcilikle suçlandım. Bu projeleri hayata geçiremezsizin, dediler. Neden? Çünkü ABD izin vermez. ABD’nin adamları beş dakikada sizi alaşağı eder, dediler, diyorlar. Ha, biz Nemrut’un ateşinden korkmayız, dedik. Ama ortada büyük bir itiraf vardı.
Din, iman, cihat vs. söylemlerle Müslüman pozu verenler, bu pozlarıyla Allah’ın rızasını değil ABD’nin rızasını kazanmak istiyorlarmış meğer. Kendi ifadeleri; ABD’ye rağmen hiçbir şey yapamazsınız.
Biz yaparız, göreceksiniz…
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Akın Aydın / diğer yazıları
- O, benim bitmeyen rüyamdı -2- / 14.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -1- / 13.04.2025
- İktidarın kutsal (!) haç ve Konstantinapol sessizliği / 11.04.2025
- İktidara karşı değilse istediğiniz kadar yürüyebilirsiniz / 10.04.2025
- Papazı nasıl aldık hatırlıyor musun? / 09.04.2025
- Siyasette üçüncü yol şart mı? / 08.04.2025
- Alparslan Türkeş’in vefat yıl dönümünden önce / 07.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -2- / 06.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -1- / 05.04.2025
- Boykotun babasını yaptılar, yapıyorlar / 04.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -1- / 13.04.2025
- İktidarın kutsal (!) haç ve Konstantinapol sessizliği / 11.04.2025
- İktidara karşı değilse istediğiniz kadar yürüyebilirsiniz / 10.04.2025
- Papazı nasıl aldık hatırlıyor musun? / 09.04.2025
- Siyasette üçüncü yol şart mı? / 08.04.2025
- Alparslan Türkeş’in vefat yıl dönümünden önce / 07.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -2- / 06.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -1- / 05.04.2025
- Boykotun babasını yaptılar, yapıyorlar / 04.04.2025