(dünden devam…)
Mekke yolculuğumuz esnasında Mikat mahallinde mola verip mescitte iki rekat namaz kıldık ve ihrama girdik. Otobüse bindiğimizde yol boyu telbiyelerle, salavatlarla, Kur'an-ı Kerim tilavetiyle geçti yolculuğumuz.
İhram aslında kefeni sembolize eden bir giysi. Beyaz ve dikişsiz olması da bu yüzden. İhramlıyken ölü gibisiniz, bir saç telinizi bile koparamıyorsunuz, bir böceği dahi ezmemelisiniz, koku kullanamazsınız, kötü söz söyleyemezsiniz. Bunlardan birini istemeden yaparsanız sadaka vermeniz gerekiyor.
Mekke'ye vardığımızda önce otelimize yerleştik. Ve o gece hemen sözleştiğimiz gibi umremizi yapmak için Kâbe'ye gittik. Kâbe'nin dışında bahçede toplandığımızda etrafı saran gökdelenlerin büyüklüğü gözünüzü alıyor. İnsan ister istemez ahir zaman alametlerinden sayılan yüksek binalar bunlar herhalde diye düşünüyor. Ve nihayet kafile halinde kapıdan içeri girdik.
Kâbe'yi ilk göreceğiniz an çok özel ve o anda edilen dualar kabul oluyor. O yüzden iyi değerlendirmek gerekiyor. Biraz yürüdükten sonra öyle yavaş yavaş falan değil, bir anda görüyorsunuz Kâbe'yi. Gökdelenlerin oluşturduğu algıdan olsa gerek gözüme ilk anda çok küçük göründü. Baktım birçok arkadaş aynı şeyi düşünmüş. Allah bilir o binaları sırf bu algıyı oluşturmak için yaptılar.
Kâbe aslında dört köşe bir bina, üzerinde siyah bir örtü. Öyle özellikli bir yapı değil. Ama ona bakmak, onu seyretmek bile ibadet ve gerçekten insan saatlerce öyle durup izleyebilir, emin olun bir an bile sıkılmazsınız. Çünkü ona Allah (c.c.) tecelli ediyor. Öyle bir muhabbetle doluyor ki insanın içi, ister istemez ağlamaya başlıyorsunuz. Elinizde değil. Oturup sürekli ona bakmak istiyorsunuz. Çok ilginç bir durum aslında.
Hep beraber Kâbe'nin yanına indik ve niyet ettik umremizin tavafını yapmaya. Kâbe'yi solunuza alıp, Hacer'ül-Esved'e selam vererek başlıyorsunuz ve her bir şavttan sonra tekrar selam vererek devam ediyorsunuz. Yedi şavtın sonunda tavaf tamamlanmış oluyor.Tabii Şaban ayı olması sebebiyle bayağı kalabalıktı. Ramazan'da ise neredeyse hac kadar kalabalık olduğunu söylediler.
Tavaf bitince iki rekât tavaf namazı kılıp, say yapmak için Safa ve Merve tepelerinin bulunduğu kısma geçtik. Say tavaftan da daha yorucu, çok daha uzun bir mesafe. Hz. Hacer'in evladı için çırpınırken o kadar mesafeyi bir baştan bir başa koşmuş olması ne kadar çaresiz hissettiğini gösteriyor insana ve bir annenin evladı için neler yapabileceğini. Allah da onun bu yalvarışına cevap vermiş ve çölün ortasında Zemzem'i bir mucize olarak vermiş. Binlerce yıldır hâlâ o su oradan çıkmaya devam ediyor.
Say'da düşündüğüm şeylerden biri de; o ibadetin aslında bir kadını taklit ederek yapılmasıydı. Allah'ın kadına verdiği değerin de bir göstergesi. Hâl böyle iken Arapların kadınlara davranış şekli, sürekli azarlamaları, zaman zaman vakit namazlarından önce Kâbe'yi izlemek, orada dua etmek, Kur'an okumak istediğimizde bizi kovmaktan beter etmeleri, arka taraflara göndermeye çalışmaları anlaşılır gibi değil. Orada kaldığımız süre içinde öğrendiğimiz iki cümle: 'Haram ya hacı!' ve 'Yallah ya hacı!' İnsan Kâbe'nin bu insanların tekelinde olmasına gerçekten üzülüyor.
Say'ımızı da tamamlayıp, saçımızdan bir tutam kestikten sonra ihramdan çıktık ve umremizi tamamladık. Saçınızı da ihramlı olduğunuz için kendiniz kesemiyorsunuz. Ancak ihramdan çıkmış biri sizin saçınızı kesebiliyor. Gerçekten inceliklerle dolu bir ibadet olduğunu her an biraz daha idrak ediyor insan. Ve bol bol Zemzem içtik. O yorgunluğun üstüne soğuk soğuk ne kadar iyi geliyor bir bilseniz.
Kâbe'den dış avluya çıkınca insanın dikkatini bahçede yatıp kalkan hacılar çekiyor. Öyle fakir ve sefil görünüyorlar ki. Bir yerde kalmıyorlar. Ancak yola yetecek kadar parayı denkleştirip gelmiş olmalılar. Bahçede yatıp kalkıyorlar, umumi tuvaletleri kullanıyorlar, ne bulurlarsa onu yiyorlar. O yüzden orada dağıttığınız her türlü yiyecek anında kapışılıyor.
Kâbe bizim yönetimimizde olsa en azından bir çorba dağıtılıyor olurdu onlara her gün diye de düşündüm. Türk örf âdeti bunu gerektirir çünkü. Ama asıl üzüldüğüm İslam ülkelerinden gelen insanların bu kadar kötü durumda olmalarıydı. Bu reva mıdır? İslam bu kadar gelişmeyi, üretmeyi destekleyen bir din iken, Peygamberimizin, İmam Ali'nin dönemlerindeki yönetim, ekonomik atılımlar ortada iken, o topraklar zekât verecek kimsenin bulunamadığı günleri görmüş iken şimdi Müslümanların bu durumu ne kadar acı...
Bizim de ekonomik krizden, hatta batıştan bahsettiğimiz günlerde onların da bu durumda olmaları Prof. Haydar Baş'ın Milli Ekonomi Modeli'ne sadece bizim Türkiye olarak değil, bütün İslam âleminin de ve tabii ki bütün dünya ülkelerinin de ne kadar çok ihtiyacı olduğunu bir kez daha görmüş olduk. En kısa zamanda böyle refah içinde günlere MEM ile kavuşabilmek için de dua ettik.
Ülkemizde de birçok insan hac yapmak için, umre yapmak için yanıp tutuşuyor ama maddiyat da gerektiren bir ibadet maalesef. Patatese soğana muhtaç kaldığımız şu günlerde insanımızın artık oralara gitmesi de her geçen gün daha da zorlaşacak. Sadece bunun için bile MEM'e ihtiyacımız var. Neden bolluk içinde yaşamayalım? Neden bol bol sadaka, zekât vermeyelim? Neden her sene çoluğumuzla çocuğumuzla umreye gitmeyelim? Neden İslam âlemi hep yokluk çeksin? Yazık değil mi?
Bu sorgulamalar ve bolca dua ile geçen bir beş günün sonunda ve üç kez umre yaptıktan sonra -ki insan daha çok yapmak istiyor ama güç yetirmek zor- Mekke'den Cidde'ye geçtik ve uçağımıza binip yurda döndük. Ayrılmak zor oldu. Burada bıraktıklarımızı özlemiş olsak da insan gerçekten oradan ayrılmak istemiyor. Allah (c.c.) tüm isteyenlere ve bizlere de en kısa zamanda yeniden sevdiklerimizle beraber ziyaretini nasip etisin. Ama önemli olan aslında oradaki duyguyu, idraki burada da devam ettirebilmek...
Yorumlar
cavit özdoğan
bizi yeniden oralara götürmüş gibi oldunuz, teşekkürler...
bizi yeniden oralara götürmüş gibi oldunuz, teşekkürler...
Asude Havuzlu / diğer yazıları
- Mutluluk… / 22.11.2020
- Üniversite sınavındaki sorunları değil sistemi tartışalım / 02.07.2020
- Kaynakların sınırsızlığı üzerine / 23.04.2020
- Artık kimse... / 18.04.2020
- Yetim kalmak / 03.04.2020
- #HayatMEMleevesığar / 30.03.2020
- Covid-19’a bir de buradan bakın-II / 26.03.2020
- Covid-19’a bir de buradan bakın / 25.03.2020
- Başkalarının acısına bakmak / 05.03.2020
- Coğrafya kader midir? / 03.03.2020
- Üniversite sınavındaki sorunları değil sistemi tartışalım / 02.07.2020
- Kaynakların sınırsızlığı üzerine / 23.04.2020
- Artık kimse... / 18.04.2020
- Yetim kalmak / 03.04.2020
- #HayatMEMleevesığar / 30.03.2020
- Covid-19’a bir de buradan bakın-II / 26.03.2020
- Covid-19’a bir de buradan bakın / 25.03.2020
- Başkalarının acısına bakmak / 05.03.2020
- Coğrafya kader midir? / 03.03.2020