Ekonomideki krizin birinci yılını çoktan aştık. Yetkililerin tüm iyimser yaklaşımlarına rağmen içinden hala çıkamadığımız bu krizin benzerlerini diğer birçok ülke de yaşadı (ABD, 1930'lardaki büyük buhran) ya da yaşıyor (Arjantin, şu an). Ekonomistler de yıllardır bu krizleri inceledi ve çeşitli teşhis ve tedaviler geliştirildi.
Devletin hiçbir olaya müdahale etmemesini, piyasada herkes kendi çıkarını düşünse dahi sonunda dengenin oluşacağını iddia eden Liberallerin bu yaklaşımı 1930'larda ABD'de ortaya çıkan ve bizim şu an yaşadığımıza paralel krizi bitirmeye yetmedi. Alternatif olarak ortaya çıkan yeni ekol ise Keynes ve onu takip edenler oldu.
Keynes, liberallere piyasa uzun dönemde belki kendi kendine dengeye oturur ama uzun dönemde hepimiz çoktan ölmüş olacağız diyerek devletin aktif müdahalesini savundu. Nitekim onun önerileri doğrultusunda ve özellikle de İkinci Dünya Savaşı nedeniyle ortaya çıkan müthiş devlet harcamaları sonucu piyasalar açıldı ve herşey tekrar normale döndü.
Bugün yaşadığımız gibi bir krizde, ekonomi kötü durumdayken bireyler gelecekten endişe ettikleri için harcamlarını kısarlar; tasarruf yaparlar. Ancak herkes tasarruf yapmaya başlayınca bu sefer ticaret ve üretim azalır, esnaf ve şirketler de ticaret ve üretim azaldığı için endişe içinde tasarrufa giderler, eleman çıkarırlar. İşsiz kalan elemanlar harcama yapamazlar, işsiz kalmaktan korkan çalışanlar daha da çok tassarruf yaparlar ve kısır döngü daha da katmerleşir.
Bu kısır döngüyü geçen senenin sonundaki gibi özel sektörün "seve seve indirim" kampanyaları kırmaya çalışsa da başarılı olamaz; zira işler biraz açılınca hele de bizdeki gibi vergiler ve faizler aşırı yüksekse herkes zam yapmaya başlar ve piyasa tekrar donar. Şimdilerde olduğu gibi şirketlere zam yapmayın demek bir çözüm değildir; çünkü herkes fiyatları sabit tutsun ekonomi düzelsin bu arada ben azıcık zam yapsam fırsattan istifade ederim mantığı her insanda vardır. Dolayısıyla çözüm devletin müdahalesidir.
Şu an Türkiye'de Keynezyen çözümlerin uygulanması başta IMF olmak üzere liberal çevreler tarafından engellenmektedir. Bu çevreler devletin harcama yaparak ekonomiyi canlandırması için önce kaynak bulması gerektiğini ifade ederler. Oysa devletin zaten kaynak sıkıntısı çektiğini, daha önce aldığı borçların faizlerini ödeyemezken faizle yeni borç almasının krizi derinleştireceğini söylerler. Onlara göre devletin emisyonu artırarak (para basarak) kaynak çıkarması ise enflasyonu tamamen kontrolden çıkaracaktır. Dolayısıyla bu krizden yavaş yavaş (uzun dönemde!) çıkılacaktır.
Oysa bu krizi iliklerinde yaşayan insanımızın uzun dönemi bekleyecek mecali kalmamıştır ve bu uzun dönem hikayesine gerek de yoktur. Aslında Türkiye'de devletimizin kullanmadığı temel bir kaynak vardır: o da çok korkulan emisyondur. Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in de tezlerinde ifade ettiği gibi gelişmiş ülkeler kendi ülkelerinde emisyon hacmini (M1) %30'larda tutarken bizim gibi ülkelere IMF zoruyla bunun onda birini dayatmaktadır. Dolayısıyla ülkemizin hakkı ve ihtiyacı olan kendi parası piyasada olmadığı için bugünlerde olduğu gibi karşıkısız basılan dolarlar Türkiye'ye akmakta ve sıcak para nedeniyle dövizin değeri sabit kalmaktadır. Bu sıcak para üretime gitmediği, tam tersine kısa vadede spekülasyonu amaçladığı için de bize faydası değil zararı olacaktır.
Yapılması gereken başta IMF olmak üzere yabancı para merkezlerinin spekülasyonlarına dur demek, bunun için gerekirse sermaye hareketlerini kontrol altına almak ve ülkemizin emisyonunu artırarak piyasalara canlılık getirmektir. Kısır döngü bu şekilde kırılır ve parası olup da harcamayanlar da güven ortamında piyasaya katılınca durgunluk çok kısa sürede aşılır.
Devletin hiçbir olaya müdahale etmemesini, piyasada herkes kendi çıkarını düşünse dahi sonunda dengenin oluşacağını iddia eden Liberallerin bu yaklaşımı 1930'larda ABD'de ortaya çıkan ve bizim şu an yaşadığımıza paralel krizi bitirmeye yetmedi. Alternatif olarak ortaya çıkan yeni ekol ise Keynes ve onu takip edenler oldu.
Keynes, liberallere piyasa uzun dönemde belki kendi kendine dengeye oturur ama uzun dönemde hepimiz çoktan ölmüş olacağız diyerek devletin aktif müdahalesini savundu. Nitekim onun önerileri doğrultusunda ve özellikle de İkinci Dünya Savaşı nedeniyle ortaya çıkan müthiş devlet harcamaları sonucu piyasalar açıldı ve herşey tekrar normale döndü.
Bugün yaşadığımız gibi bir krizde, ekonomi kötü durumdayken bireyler gelecekten endişe ettikleri için harcamlarını kısarlar; tasarruf yaparlar. Ancak herkes tasarruf yapmaya başlayınca bu sefer ticaret ve üretim azalır, esnaf ve şirketler de ticaret ve üretim azaldığı için endişe içinde tasarrufa giderler, eleman çıkarırlar. İşsiz kalan elemanlar harcama yapamazlar, işsiz kalmaktan korkan çalışanlar daha da çok tassarruf yaparlar ve kısır döngü daha da katmerleşir.
Bu kısır döngüyü geçen senenin sonundaki gibi özel sektörün "seve seve indirim" kampanyaları kırmaya çalışsa da başarılı olamaz; zira işler biraz açılınca hele de bizdeki gibi vergiler ve faizler aşırı yüksekse herkes zam yapmaya başlar ve piyasa tekrar donar. Şimdilerde olduğu gibi şirketlere zam yapmayın demek bir çözüm değildir; çünkü herkes fiyatları sabit tutsun ekonomi düzelsin bu arada ben azıcık zam yapsam fırsattan istifade ederim mantığı her insanda vardır. Dolayısıyla çözüm devletin müdahalesidir.
Şu an Türkiye'de Keynezyen çözümlerin uygulanması başta IMF olmak üzere liberal çevreler tarafından engellenmektedir. Bu çevreler devletin harcama yaparak ekonomiyi canlandırması için önce kaynak bulması gerektiğini ifade ederler. Oysa devletin zaten kaynak sıkıntısı çektiğini, daha önce aldığı borçların faizlerini ödeyemezken faizle yeni borç almasının krizi derinleştireceğini söylerler. Onlara göre devletin emisyonu artırarak (para basarak) kaynak çıkarması ise enflasyonu tamamen kontrolden çıkaracaktır. Dolayısıyla bu krizden yavaş yavaş (uzun dönemde!) çıkılacaktır.
Oysa bu krizi iliklerinde yaşayan insanımızın uzun dönemi bekleyecek mecali kalmamıştır ve bu uzun dönem hikayesine gerek de yoktur. Aslında Türkiye'de devletimizin kullanmadığı temel bir kaynak vardır: o da çok korkulan emisyondur. Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in de tezlerinde ifade ettiği gibi gelişmiş ülkeler kendi ülkelerinde emisyon hacmini (M1) %30'larda tutarken bizim gibi ülkelere IMF zoruyla bunun onda birini dayatmaktadır. Dolayısıyla ülkemizin hakkı ve ihtiyacı olan kendi parası piyasada olmadığı için bugünlerde olduğu gibi karşıkısız basılan dolarlar Türkiye'ye akmakta ve sıcak para nedeniyle dövizin değeri sabit kalmaktadır. Bu sıcak para üretime gitmediği, tam tersine kısa vadede spekülasyonu amaçladığı için de bize faydası değil zararı olacaktır.
Yapılması gereken başta IMF olmak üzere yabancı para merkezlerinin spekülasyonlarına dur demek, bunun için gerekirse sermaye hareketlerini kontrol altına almak ve ülkemizin emisyonunu artırarak piyasalara canlılık getirmektir. Kısır döngü bu şekilde kırılır ve parası olup da harcamayanlar da güven ortamında piyasaya katılınca durgunluk çok kısa sürede aşılır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Mustafa Talhaoğlu / diğer yazıları
- KOBİ'lerle kalkınma / 21.06.2002
- Kâr/zarar / 24.05.2002
- Amerika AŞ.'nin Sonu mu Geliyor ? / 21.05.2002
- Enron ve Türkiye / 11.05.2002
- Merkez ve Büyüme / 07.05.2002
- Vergiler / 29.04.2002
- Devlet desteklemiş, Japon yapmış... / 25.04.2002
- Krizden harcamayla mı çıkılır yoksa tasarrufla mı? / 23.04.2002
- Dolar düşüyor. Sevinelim mi ? / 09.04.2002
- Yeni ekonomik program / 28.03.2002
- Kâr/zarar / 24.05.2002
- Amerika AŞ.'nin Sonu mu Geliyor ? / 21.05.2002
- Enron ve Türkiye / 11.05.2002
- Merkez ve Büyüme / 07.05.2002
- Vergiler / 29.04.2002
- Devlet desteklemiş, Japon yapmış... / 25.04.2002
- Krizden harcamayla mı çıkılır yoksa tasarrufla mı? / 23.04.2002
- Dolar düşüyor. Sevinelim mi ? / 09.04.2002
- Yeni ekonomik program / 28.03.2002