Kriz sözcüğü genellikle ekonomi ile ilgili kullanılmaktadır. Daha da ilginç olan şu ki, kriz sözcüğü ekonomik süreçlerin bir ülke sınırları içinde ya da birkaç ülkeyi kapsayan alanda görülen işsizlik ya da firmaların batışı gibi salt ekonomide oluşan olumsuz etkilerle ilgili gündeme gelmektedir. Oysa bu sözcük dengeden ya da olağan seyrinden sapan her sistem için kullanılabilir. Ekonomik süreçlerde ortaya çıkan dengesizlikler algılamamıza kriz olarak yansırken, aynı süreçlerin neden olduğu doğa tahribatı, toplumsal yaşam tahribatı, dahası ahlaksal çöküşler algılamamızı pek etkilememektedir.
Farklı alanlarda yaşanan çöküşler de aynen ekonomide yaşanan çöküşler gibi toplumsal ve bireysel yaşamımızın her alanına olumsuz etki yaptığı halde, kısmen oluşumun uzun zaman boyutunda gerçekleşmesi, kısmen de sebeplerinin net olarak algılanamaması gibi faktörlere bağlı olarak dikkatimizi çekememektedir.
Bu genel yaklaşımdan sonra konuyu Türkiye'ye getirirsek;
Türkiye, tasarruf açığı, enerji açığı, büyüyen cari açığa ilaveten bütçe açığı ve teknoloji açıklarından oluşan beş delikle krize yaldızlı davetiye çıkarmaktadır.
Kapitalist sistemde krizden söz edilirken "borç krizi" ifadesi "saçsız kel" ifadesi kadar abestir. Çünkü kapitalizmin her aşamasında ve her aşama ekonomik koşulda oluşan krizi, farklı biçim ve araçlarla olmakla beraber daima borç krizi şeklinde gelişir. Avrupa Birliği (AB) içindeki Yunanistan'ın krizi bir borç krizi idi. ABD'de 2008'de oluşan kriz ipotekli mesken alımı görüntüsü altında bir borç krizi idi. Türkiye'de yaşadığımız son kriz 19 yıl boyunca bol keseden Batı'dan alarak kullandığımız paraların oluşturduğu bir borç krizidir.
Kapitalizmin krizinin borç krizi olmasının nedenini de; sermaye birikimi amacı ile dönen çarkların her dönüşte emekçiyi ve tüketiciyi sömürerek büyümesi ve zor durumda olanları borca sürükleyerek piyasayı genişletme çabası oluşturur.
Bugünkü tabloya baktığımızda: İcrada takipte olan dosya sayısı 22 milyonu bulmuşken yoksulluk sınırı 9 bin 553 liraya gelmiş dayanmıştır.
Arz-talep dengesinin sağlanması amacıyla araya finansal araçların girişi, bireylerin borçluluğunu yükseltmeye başlar. Zamanla borçlar öyle bir düzeye gelir ki, borcun borçla kapatılması dönemi başlar. Bu, bireyler açısından olduğu kadar, devletin borçları açısından da gelinen durumdur. Vazgeçtik borcu borçla kapatmaktan, borcun faizini bile ödemekte acze düşmüş durumdayız.
Alacaklılar kapıya dayanmış… Siyasal iktidar, çaresiz, ülke kaynaklarını birer birer satıyor. Ülke serveti eriyor.
Türkiye'de AKP hükûmetleriyle hızlanan özelleştirme serüvenine baktığımızda; yerli ve yabancı sermaye ile el ele çalışan siyasiler, hiçbir yasal ya da milli amaç dinlemeden, kendi ve küresel sermaye amacı doğrultusunda davranmaktan çekinmemektedir.
Kapitalizmin krizden çıkış arayışları, sistem değişmedikçe nafiledir.
Ekonomideki teziyle dünyayı tersine çeviren lider Prof. Dr. Haydar Baş'ın, arzın temeline inşa ettiği Milli Ekonomi Modeli, krizden çıkışın reçetesidir.
Ekonomik kriz toplumsal krize dönüşmeden, filler tepişmesinde çimleri kurtarma adına; krizin faturasını çok ağır ödememek için, bağımsız duruş sergilemek zorundayız. Bunun yolu da Milli Ekonomi Modeli (MEM) ile mutlu izdivaçtan geçer.
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023