Türkiye son günlerde Elazığ'da bir üniversite öğrencisinin hayatına son vermesini konuşuyor. Allah rahmet eylesin.
Hepinizin malumu Enes, yaşadıklarını anlatan bir kayıt bıraktı. Kalmak zorunda bırakıldığı bir "cemaat!" evinde yaşadığı baskıyı anlatırken aslında birkaç yıldır da ateist olduğunu fakat babasına söyleyemediğini ifade ediyor. Kardeşlerinin de aynı baskı altında olduğunu ekliyor.
Kamuoyunda bu konuyla ilgili tartışmalar, 'dini cemaat' ve 'ateizm' çerçevesinde, özünden kopuk olarak devam ediyor.
Gençlerimizin ve hatta yalnız onların değil bütün milletin yaşadığı inanç zafiyeti konusunu bir kenarda bırakarak burada adı ısrarla 'dini cemaat!' olarak vurgulanan bu yer(ler)de empoze edilen nedir, ona bakalım.
Enes'in kendi rızası dışında kalmak zorunda bırakıldığı mekanın, Nurslu Said'in şakirtlerinden "okuyucular" olarak bilinen gruba ait olduğu konuşuluyor.
Nurslu Said, Mustafa Sabri ve İskilipli Atıf'la birlikte daha sonra adı Teal-i İslam olan Cemiyet-i Müderrisin'in kurucularındandır. İngilizlerin talimatıyla Milli Mücadele ve Atatürk aleyhindeki birçok fetvaya imza atmış, Atatürk'e kâfir diyecek kadar gözü dönmüş birisidir. İnanması güç olsa da hayatları boyunca sadece bu adamın yazdığı kitapları döndüre döndüre okuyan insanlar var.
Ne diyor Enes, "akşamları zorunlu kitap okuma yapıyoruz." Bunu gizlemeye çalışan bir siyasetçi hemen ortaya atlıyor. "Evde kalanlardan biri akşam gelirken bir kitap getirip bunu okumuşlarsa ne var bunda" diyerek bilinçli bir dikkat dağıtma eylemine giriyor. Acaba neden?
Aslında buralar sözde dini cemaat(!) evleri olduğu için kitap okunuyor denince ilk akla gelmesi gereken, Kur'an-ı Kerim okunmasıdır. Ama öyle değil!
Peki ne okunuyor bu mekanlarda? Genel kültürleri artsın diye roman, hikaye mi? Yoksa gençlerin ufkunu geliştirecek bilimsel kitaplar ya da dijital çağda geride kalmamak için eserler mi okunuyor? Tabii ki hayır!
Okunan kitaplar adına "nur risalesi" denilen ve yazarının kitapların birçok yerinde de iddia ettiği gibi "Allah tarafından kendisine yazdırılan"(1) ve hiçbir eksik bulmanın mümkün olmadığı(2) kitapları okuyorlar. Yani öyle akşam eve gelirken elinde bir kitapla tesadüfen gelen bir öğrencinin getirdiği kitap değil.
Öyle ki bunlar, yangın sönsün(3) diye de, depremden korunmak(4) için de bu kitapları okuyorlar.
Hatta ölenin arkasından Kur'an okumak yerine, 'ölüm risalesi' dedikleri metni okurlar. Onlara göre bu kitaplar şefaatçidir(5), koruyucudur(6).
Bu kitaplarda yok yok. Hz. Ali'nin bile kendine bu kitapları şefaatçi kıldığı(7) hezeyanını da barındırır ve bu evlerde kalanlar da gece gündüz bu safsatayı okur, okumak zorunda bırakılır.
Bu kitapları Kur'an-ı Kerim'in işaret ettiğini(8) bile yazan Nurslu Said'in yazdıklarıyla temel hedefinin Hıristiyanları da şehit saymak ve onları da cennete koymak gayretidir(9). Aynen FETÖ elebaşının yıllarca yaptığı gibi. Vatikan'la işbirliği yapmış, papa ile iletişime geçmiş, dinlerarası diyalog vazifesini yerine getirmiştir.
Bu kadar safsatayı bir arada yazan, sapkınlıkta sınır tanımayan bir adamın hezeyanlarına maruz kalan bir insanın din algısının sağlıklı olması beklenebilir mi?
Esas sorgulanması gereken budur.
Kaynaklar:
1. Mektubat 28. Mektup, Mesnevi-i Nuriye, Kastamonu lahikası 131. Mektup ve daha birçok yerde
2. Barla lahikası 56
3. Emirdağ lahikası 66. Mektup
4. Deprem sebep ve hikmetleri
5. Onüçüncü Şua
6. Emirdağ lahikası 27. Mektup
7. On beşinci şua
8. Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 199 ve daha birçok yerde
9. Kastamonu lahikası 131. Mektup vd.
- Atatürk olmasaydı! / 22.09.2023
- Dikkat! Konu Anayasa / 15.09.2023
- Sohbet ‘spaces’ odası izlenimleri / 08.09.2023
- Hatırlıyor musunuz? / 01.09.2023
- Haydar Baş olmak / 14.04.2023
- Kitap, ama hangi kitap? / 15.01.2022
- Bırakın gençler konuşsun… / 08.01.2022
- Gözlerdeki ışıltı / 01.01.2022
- Eserinizle gurur duyabiliyor musunuz? / 29.11.2021