Koalisyon ortaklarının ve hatta muhalefetin, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik çöküş karşısındaki duyarsızlıkları kadar, ABD'nin muhtemel operasyonu konusunda Başbakan Bülent Ecevit'in şahsında somutlaşan "kanıt bile istemeyen tam teslimiyetçi" tavrını, yabancı lobi güdümlü medyanın etki alanı dışındaki kamuoyu anlamakta güçlük çekiyor. Ma'şeri vicdan, koalisyonun, Eylül ayı için DİE'nin açıkladığı enflasyon rakamlarını görmezlikten gelirken savaş tamtamları çalmasına izah bulamıyor.
Enflasyon fırlamış, kime ne?
Efendim, Eylül ayında enflasyon verileri beklentilerin üzerinde gerçekleşmiş. Toptan eşya fiyatları yüzde 5.4, tüketici fiyatları yüzde 5.9 artış göstermiş. Toptan Eşya Fiyatları Endeksi'nde yıllık yüzde 74.7 artış gerçekleşirken, Tüketici Fiyatları Endeksi'ndeki artış yüzde 61.8 olarak gerçekleşmiş.
Ne diyorsunuz beyler?
Kimseden cevap yok. Herkes ABD'ye kilitlenmiş.
TOOB'un sadece Ticaret Sicil Gazetesi'nin verilerinden derlediğine göre 2000 yılından bu yana 37 bin 614 ticari kuruluş kapanmış. Geçen ayda, ticari kuruluşların kapanma oranı yüzde 37'ye yükselmiş. Kriz derinleştikçe derinleşiyor.
Ne diyorsunuz beyler?
Yine kimseden ne ses, ne sada var. Herkes, Made in USA patentli "global taarruz"a odaklanmış.
Özel süreçteki Türkiye
Türkiye hem iç, hem de dış politika bakımından "çok özel bir süreç"ten geçiyor. Kriz dönemlerinde klasik dış politika karar mekanizmaları terkedilir. En demokratik devletlerde bile bazı demokratik mekanizmalar işlerin aciliyetine binaen "es geçilir". Fiili durum bu. Ancak bu dönemlerin, milletler için "hassas dönüm noktaları" olması sebebiyle, ilgili devletler "âli menfaatler"ini en üst düzeyde ve diğer zamanlardan çok daha yoğun biçimde gözetirler.
Ankara, kimin ekmeğine yağ sürüyor?
Çok ilginçtir; dünyanın böyle bir süreçten geçtiği bu günlerde Ankara'nin kimlerin menfaatini gözettiği hususu bile tartışmaya açık hale gelmiştir. Türkiye'nin kendi "âli menfaatleri"ni ABD'ninkisi kadar gözetmediği kanaati gittikçe yaygınlaşmaktadır. Körfez savaşında Merhum Turgut Özal'ın inisiyatifinde şekillenerek ülkeye milyarlarca dolar zarar yükleyen otoriter-şahin dış politika yöntemi, adeta yerini dış aktörlere teslimiyetçi yönteme bırakmış görünmekte; muhalefet partilerinin tavrıyla bu yöntem "tam teslimiyetçi"liğe dönüşmektedir. Bu bakımdan Başbakan Ecevit'in "Kanıtları, ABD'nin inandırıcı bulması bizim için yeterli" ifadesi son derece önem arzeden bir beyan olarak görülmelidir.
Paketteki savaş oyunu
Aslında Anayasa değişikliği paketinindeki 90.madde, kaş-göz arasında uluslararası konseptlerin otoritesini ve talimatlarını tam bir teslimiyetle kabulünü öngörmekteydi. Eğer bu madde değiştirilebilseydi; NATO konseptinin 5. madde gerekçesiyle ortak olduğu "ABD'nin savaşı"na Türkiye, TBMM'nin uygunluk onayını almadan otomatikman sokulmuş olacaktı. Koalisyon'nun savaş oyunu, nasıl olduysa paketin içinde bozuldu. ABD'yi "kanıtsız ve şartsız destek"e kilitlenen koalisyon, iç süreç bakımından fenersiz yakalandı.
Sadece iç süreç değil; dış süreç bakımından da ABD-NATO ikilisinin muhtemel operasyonlarına aradıkları global kılıfı bulmakta zorlanacakları aşikardır. Zira ABD, müdahale projesini bazan "savaş" bazan da "terörle mücadele" olarak nitelendiriyor. Halbuki savaş hukukunu ilgilendiren Cenevre Sözleşmesi ile terörle mücadale hukuku farklılık arzetmektedir. Eğer hala hukuk kılıfı bulma ihtiyacı hissediliyorsa, bu farklılık, hem ABD-NATO konsorsiyumunu hem de bunlarla işbirliği halindeki hükümetleri iç hukukları bakımından zorda bırakacaktır. Bu bakımdan savaşa kilitlenerek iç sorunlar karşısında ABD'nin savaşından medet umanların işi kolay değildir.
Asıl soru; bu derece zor ve "âli menfaatler" bakımından son derece verimsiz, hatta operasyonun Irak'a sıçramasıyla Körfez tecrübesinden anlaşıldığı üzere ülkemiz için oldukça zararlı olabilecek bir savaşa, Türkiye'nin "kanıtsız ve şartsız" ortak olması akıl kârı mıdır?
Ma'şeri vicdan der ki; el-Cevap, değildir. Kamuoyunun bu kanaatine rağmen koalisyonun ısrarcı ve teslimiyetçi tutumunun tek izahı kalmaktadır.
O da, fırlayan enflasyon rakamlarına, kapanan binlerce şirkete, kelepire dönüşen sayısız işletmelere, yok olan ticaret, iktisat ve sanayiye rağmen başını bu tarafa çevirmeyenlerin, omuzlarındaki vebali ülkeyi savaşın içine sokmak suretiyle, savaş tantanası arasında hafızalardan silmek niyetinde oldukları... Birileri, IMF ile ortaklaşa çökerttikleri ülke ekonomisinin faturasını, savaşın faturasıyla birleştirip "Ne yapalım, savaş oldu; bu hale geldik. Her savaştan sonra zaten bunlar olur" demeye getirmek istemektedir. Güya bu makul bahanelerle, hiçbir şey olmamış gibi, seçim sath-ı mahallinde yine milletin karşısına çıkma fırsatı yakalamaya çalışacaklar.
Başka izahı olan varsa beri gelsin...
Enflasyon fırlamış, kime ne?
Efendim, Eylül ayında enflasyon verileri beklentilerin üzerinde gerçekleşmiş. Toptan eşya fiyatları yüzde 5.4, tüketici fiyatları yüzde 5.9 artış göstermiş. Toptan Eşya Fiyatları Endeksi'nde yıllık yüzde 74.7 artış gerçekleşirken, Tüketici Fiyatları Endeksi'ndeki artış yüzde 61.8 olarak gerçekleşmiş.
Ne diyorsunuz beyler?
Kimseden cevap yok. Herkes ABD'ye kilitlenmiş.
TOOB'un sadece Ticaret Sicil Gazetesi'nin verilerinden derlediğine göre 2000 yılından bu yana 37 bin 614 ticari kuruluş kapanmış. Geçen ayda, ticari kuruluşların kapanma oranı yüzde 37'ye yükselmiş. Kriz derinleştikçe derinleşiyor.
Ne diyorsunuz beyler?
Yine kimseden ne ses, ne sada var. Herkes, Made in USA patentli "global taarruz"a odaklanmış.
Özel süreçteki Türkiye
Türkiye hem iç, hem de dış politika bakımından "çok özel bir süreç"ten geçiyor. Kriz dönemlerinde klasik dış politika karar mekanizmaları terkedilir. En demokratik devletlerde bile bazı demokratik mekanizmalar işlerin aciliyetine binaen "es geçilir". Fiili durum bu. Ancak bu dönemlerin, milletler için "hassas dönüm noktaları" olması sebebiyle, ilgili devletler "âli menfaatler"ini en üst düzeyde ve diğer zamanlardan çok daha yoğun biçimde gözetirler.
Ankara, kimin ekmeğine yağ sürüyor?
Çok ilginçtir; dünyanın böyle bir süreçten geçtiği bu günlerde Ankara'nin kimlerin menfaatini gözettiği hususu bile tartışmaya açık hale gelmiştir. Türkiye'nin kendi "âli menfaatleri"ni ABD'ninkisi kadar gözetmediği kanaati gittikçe yaygınlaşmaktadır. Körfez savaşında Merhum Turgut Özal'ın inisiyatifinde şekillenerek ülkeye milyarlarca dolar zarar yükleyen otoriter-şahin dış politika yöntemi, adeta yerini dış aktörlere teslimiyetçi yönteme bırakmış görünmekte; muhalefet partilerinin tavrıyla bu yöntem "tam teslimiyetçi"liğe dönüşmektedir. Bu bakımdan Başbakan Ecevit'in "Kanıtları, ABD'nin inandırıcı bulması bizim için yeterli" ifadesi son derece önem arzeden bir beyan olarak görülmelidir.
Paketteki savaş oyunu
Aslında Anayasa değişikliği paketinindeki 90.madde, kaş-göz arasında uluslararası konseptlerin otoritesini ve talimatlarını tam bir teslimiyetle kabulünü öngörmekteydi. Eğer bu madde değiştirilebilseydi; NATO konseptinin 5. madde gerekçesiyle ortak olduğu "ABD'nin savaşı"na Türkiye, TBMM'nin uygunluk onayını almadan otomatikman sokulmuş olacaktı. Koalisyon'nun savaş oyunu, nasıl olduysa paketin içinde bozuldu. ABD'yi "kanıtsız ve şartsız destek"e kilitlenen koalisyon, iç süreç bakımından fenersiz yakalandı.
Sadece iç süreç değil; dış süreç bakımından da ABD-NATO ikilisinin muhtemel operasyonlarına aradıkları global kılıfı bulmakta zorlanacakları aşikardır. Zira ABD, müdahale projesini bazan "savaş" bazan da "terörle mücadele" olarak nitelendiriyor. Halbuki savaş hukukunu ilgilendiren Cenevre Sözleşmesi ile terörle mücadale hukuku farklılık arzetmektedir. Eğer hala hukuk kılıfı bulma ihtiyacı hissediliyorsa, bu farklılık, hem ABD-NATO konsorsiyumunu hem de bunlarla işbirliği halindeki hükümetleri iç hukukları bakımından zorda bırakacaktır. Bu bakımdan savaşa kilitlenerek iç sorunlar karşısında ABD'nin savaşından medet umanların işi kolay değildir.
Asıl soru; bu derece zor ve "âli menfaatler" bakımından son derece verimsiz, hatta operasyonun Irak'a sıçramasıyla Körfez tecrübesinden anlaşıldığı üzere ülkemiz için oldukça zararlı olabilecek bir savaşa, Türkiye'nin "kanıtsız ve şartsız" ortak olması akıl kârı mıdır?
Ma'şeri vicdan der ki; el-Cevap, değildir. Kamuoyunun bu kanaatine rağmen koalisyonun ısrarcı ve teslimiyetçi tutumunun tek izahı kalmaktadır.
O da, fırlayan enflasyon rakamlarına, kapanan binlerce şirkete, kelepire dönüşen sayısız işletmelere, yok olan ticaret, iktisat ve sanayiye rağmen başını bu tarafa çevirmeyenlerin, omuzlarındaki vebali ülkeyi savaşın içine sokmak suretiyle, savaş tantanası arasında hafızalardan silmek niyetinde oldukları... Birileri, IMF ile ortaklaşa çökerttikleri ülke ekonomisinin faturasını, savaşın faturasıyla birleştirip "Ne yapalım, savaş oldu; bu hale geldik. Her savaştan sonra zaten bunlar olur" demeye getirmek istemektedir. Güya bu makul bahanelerle, hiçbir şey olmamış gibi, seçim sath-ı mahallinde yine milletin karşısına çıkma fırsatı yakalamaya çalışacaklar.
Başka izahı olan varsa beri gelsin...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019