İstim üzerinde oturuyoruz.
Sabah ABD Başkanı ne diyecek? Öğleden sonra AB şefleri ne söyleyecek? Akşamüzeri IMF yetkilileri nasıl konuşacak? Sömürge valisi Garner, çömezleri Barzani, Talabani neler yumurtlayacak. vs. Devlet adamlarımız başta olmak üzere kulağı medyaya takılmış milletimiz, piyasa aktörleri, borsacılar vs. hep istim üstündeyiz.
Kıbrıs için ne diyecekler, Ermeni soykırım iddiaları için, işgalcilerin insafına terkettiğimiz Kuzey Irak için, ekonomik göstergelerimiz için, taahhüt edilen faizli krediler için kim ne söyleyecek, diye her an ölümü bekleyen hasta gibi başkalarının ağzını gözlüyoruz.
Bağımsızlığımızı kendi ellerimizle yok ederek iplerimizi başkalarının ellerine vermenin sancısıyla kıvranıyoruz. Her gün ölüp ölüp dirilmeye çalışıyoruz.
İpleri ABD'nin, AB şeflerinin, IMF personelinin ellerine teslim ettik; gelecek sinyal ve talimatlara göre, rüzgara göre yelken açmak için vakit gözlüyoruz. Aksi halde ülkenin alabora olmasından çekiniyoruz. Böylesi bir yönetim tarzının Milli egemenlikle, bağımsızlıkla alakasını siz takdir edin.
Şu Ermeni meselesi hususunda Ankara'nın güya sevincine, yerli Amerikan lobicilerinin pompaladığı sevince bakın.
24 Nisan günü W. Bush, mesajında 'soykırım' sözcüğünü kullanmamışmış.
Kullanmamış da ne demiş? Demiş ki; " Bugün, Osmanlı İmparatorluğu'nun son günlerinde sayısız
Ermeni'nin topluca öldürüldüğü ve sürgüne zorlandığı korkunç bir trajedinin yıldönümüne karşılık geliyor. Pek çok Ermeni, derin bir üzüntüyü yansıtan ve hem kendilerini hem de komşuları Türk halkının yakasını bırakmayan bu korkunç olaylara 'büyük felaket' olarak değiniyor" Soykırım dememiş ama "sayısız Ermeni'nin topluca öldürüldüğü ve sürgüne zorlandığı korkunç bir trajedi" demiş. Biz de bunun için sevinmeliymişiz. Şu yaklaşım, sadece "mantık ve tahlil zafiyeti" olarak veya "basit bir kompleks" olarak değerlendirilemez. Bu bağımsızlık zafiyetidir, yürek zafiyetidir, yönetim zafiyetidir.
Aynı zamanda global sömürgecilerin ve onların izdüşümü yerli mandacıların stratejilerindendir bu yaklaşım biçimi.
Kendi insanına, kendi değerlerine bu kadar iyiniyetle yaklaşmayanlar, nasıl oluyor da vatan topraklarımıza göz diktikleri güncel ve tarihsel tecrübelerle sabit olan odaklara karşı bu kadar hüsn-i niyetle yaklaşabiliyorlar?
Kuzey Irak'ta da aynı yaklaşım, Kıbrıs'ta da aynı yaklaşım, suriçi
İstanbul'u ekümenik patrikliğe ve Karadeniz'i Rum-Pontus hayallerine
hazırlayan misyoner faaliyetlerine de aynı yaklaşım sergileniyor.
AB Kıbrıs'a konuyor. Amerika ve çömezi Preşmerge, Musul-Kerkük'e çörekleniyor. İş işten geçiyor.
Biz ise; iş işten geçtikten, atı alan Üsküdar'ı boyladıktan sonra da güya hindi gibi kabarıyoruz. Kabarıyoruz, ama birkaç milyar doların ucu gösterilince, yüreğimizin şişi de iniyor.
Bu yüreklerdeki bağımsızlık noksanlığı, bir nevi "manda hastalığı"dır.
Bunun iktisadi, politik, askeri ve kültürel pek çok yönleri var. Çaresi yok değil.
Bu gidişata samimiyetle çare arayanlar, Bağımsız Türkiye Partisi'nde, onun Milli Ekonomi ve Kalkınma Modeli'nde, liderinde ve kadrosunda fazlasıyla buluyorlar.
Başka çare de var, diyenlerin ülkeyi sürükledikleri ve hala sürüklemeye devam ettikleri uçurumu görmek zamanıdır şimdi.
Yoksa hep istim üstünde ölüp ölüp dirilmeye çalışmamız bir yana; kaynaklarımızın ve topraklarımızın altımızdan bir kilim gibi tamamen çekildiği anı seyretmeye doğru sürüklenip gidiyoruz.
Sabah ABD Başkanı ne diyecek? Öğleden sonra AB şefleri ne söyleyecek? Akşamüzeri IMF yetkilileri nasıl konuşacak? Sömürge valisi Garner, çömezleri Barzani, Talabani neler yumurtlayacak. vs. Devlet adamlarımız başta olmak üzere kulağı medyaya takılmış milletimiz, piyasa aktörleri, borsacılar vs. hep istim üstündeyiz.
Kıbrıs için ne diyecekler, Ermeni soykırım iddiaları için, işgalcilerin insafına terkettiğimiz Kuzey Irak için, ekonomik göstergelerimiz için, taahhüt edilen faizli krediler için kim ne söyleyecek, diye her an ölümü bekleyen hasta gibi başkalarının ağzını gözlüyoruz.
Bağımsızlığımızı kendi ellerimizle yok ederek iplerimizi başkalarının ellerine vermenin sancısıyla kıvranıyoruz. Her gün ölüp ölüp dirilmeye çalışıyoruz.
İpleri ABD'nin, AB şeflerinin, IMF personelinin ellerine teslim ettik; gelecek sinyal ve talimatlara göre, rüzgara göre yelken açmak için vakit gözlüyoruz. Aksi halde ülkenin alabora olmasından çekiniyoruz. Böylesi bir yönetim tarzının Milli egemenlikle, bağımsızlıkla alakasını siz takdir edin.
Şu Ermeni meselesi hususunda Ankara'nın güya sevincine, yerli Amerikan lobicilerinin pompaladığı sevince bakın.
24 Nisan günü W. Bush, mesajında 'soykırım' sözcüğünü kullanmamışmış.
Kullanmamış da ne demiş? Demiş ki; " Bugün, Osmanlı İmparatorluğu'nun son günlerinde sayısız
Ermeni'nin topluca öldürüldüğü ve sürgüne zorlandığı korkunç bir trajedinin yıldönümüne karşılık geliyor. Pek çok Ermeni, derin bir üzüntüyü yansıtan ve hem kendilerini hem de komşuları Türk halkının yakasını bırakmayan bu korkunç olaylara 'büyük felaket' olarak değiniyor" Soykırım dememiş ama "sayısız Ermeni'nin topluca öldürüldüğü ve sürgüne zorlandığı korkunç bir trajedi" demiş. Biz de bunun için sevinmeliymişiz. Şu yaklaşım, sadece "mantık ve tahlil zafiyeti" olarak veya "basit bir kompleks" olarak değerlendirilemez. Bu bağımsızlık zafiyetidir, yürek zafiyetidir, yönetim zafiyetidir.
Aynı zamanda global sömürgecilerin ve onların izdüşümü yerli mandacıların stratejilerindendir bu yaklaşım biçimi.
Kendi insanına, kendi değerlerine bu kadar iyiniyetle yaklaşmayanlar, nasıl oluyor da vatan topraklarımıza göz diktikleri güncel ve tarihsel tecrübelerle sabit olan odaklara karşı bu kadar hüsn-i niyetle yaklaşabiliyorlar?
Kuzey Irak'ta da aynı yaklaşım, Kıbrıs'ta da aynı yaklaşım, suriçi
İstanbul'u ekümenik patrikliğe ve Karadeniz'i Rum-Pontus hayallerine
hazırlayan misyoner faaliyetlerine de aynı yaklaşım sergileniyor.
AB Kıbrıs'a konuyor. Amerika ve çömezi Preşmerge, Musul-Kerkük'e çörekleniyor. İş işten geçiyor.
Biz ise; iş işten geçtikten, atı alan Üsküdar'ı boyladıktan sonra da güya hindi gibi kabarıyoruz. Kabarıyoruz, ama birkaç milyar doların ucu gösterilince, yüreğimizin şişi de iniyor.
Bu yüreklerdeki bağımsızlık noksanlığı, bir nevi "manda hastalığı"dır.
Bunun iktisadi, politik, askeri ve kültürel pek çok yönleri var. Çaresi yok değil.
Bu gidişata samimiyetle çare arayanlar, Bağımsız Türkiye Partisi'nde, onun Milli Ekonomi ve Kalkınma Modeli'nde, liderinde ve kadrosunda fazlasıyla buluyorlar.
Başka çare de var, diyenlerin ülkeyi sürükledikleri ve hala sürüklemeye devam ettikleri uçurumu görmek zamanıdır şimdi.
Yoksa hep istim üstünde ölüp ölüp dirilmeye çalışmamız bir yana; kaynaklarımızın ve topraklarımızın altımızdan bir kilim gibi tamamen çekildiği anı seyretmeye doğru sürüklenip gidiyoruz.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019