Prof. Dr. Haydar Baş'ın Eylül 2017 tarihli yazısıdır.
İnsan, esasen kainatın belki de tek ve asıl sebebidir. Bu sebep üzerinde durmadan, bilhassa insan varlığının meselelerini çözmek, onu huzura, saadete, mutluluğa kavuşturmak hiç ama hiç mümkün değildir.
İnsan, esasen kainatın belki de tek ve asıl sebebidir. Bu sebep üzerinde durmadan, bilhassa insan varlığının meselelerini çözmek, onu huzura, saadete, mutluluğa kavuşturmak hiç ama hiç mümkün değildir.
Bir defa bunu çok iyi tespit etmemiz lazım. Biz şimdi toplumdaki meselelerden hareketle bir hususu gözümüzden kaçırıyoruz.
Yani insanın işlediği fiiller, vücuda getirdiği eylemler aslında onun meselesidir. Her ne kadar olaylar sosyal planda görülüyorsa da onun meselesidir.
Ayrıca, iktisadi, siyasi, vs. kılıflarda görülüyorsa da, bütün meseleler insanın meselesidir. İnsanın meselesi halledilmedikten sonra meselelerin halli hiç ama hiç mümkün değildir.
Asıl mesele insan meselesidir
Bugün toplumumuzda ve bütün dünya topluluklarında insanların refahı hakkında çeşitli tezler üretilmekte ve bunlar uygulamaya konulmaktadır.
Sağlık bakımından da insanın meseleleri araştırılmakta, bunlar da program halinde insanlığın önüne sunulmaktadır. İnsanın kullandığı malzemeler hakkında çeşitli planlar, programlar yapılmaktadır.
Mesela otomotiv sanayiinden elektronik sanayiine kadar, denizciliğinden, ormancılığından tarıma kadar bütün meseleleri, olayları alıyorsunuz, tek tek önünüze koyuyorsunuz; bundaki maksadınız insan denen varlığı mesut etmek, mutlu etmektir.
Ama ne kadar çeşitli noktalardan ona yaklaşıp onu rahat ettirmeye çalışıyorsanız da umduğunuz neticeyi elde edemiyorsunuz. O halde çok ama çok mesele var.
Fakat bütün bu meselelerin başında bir mesele var ki o da insan dediğimiz mukaddes ve muazzez varlığın meselesidir. Siz bu meseleyi ele alıp halletmedikten sonra ona bağlı, o insana bağlı kurumların, kuruluşların, olayların, eylemlerin ardını getirmeniz veya önüne geçmeniz veya onu mutlu etmeniz mümkün değildir.
Olay ekonomiktir" diyorsunuz. Bir bakıyorsunuz ekonomide doyum noktasına gelmiş olan dünyada veya dünyalarda, ülkelerde, en çok insanlık problemleri var.
İntiharlar çoğalmış, uyuşturucu kullanımı artmış, artı, sapıklıklar çoğalmış, yani hatırınıza gelmeyecek rezaletler diz boyu olmuş.
Peki nasıl oluyor bu? "Olay ekonomik boyuttadır" dediniz, yaklaştınız, işin içine böyle girdiniz; dünyanın en güçlü ülkesini siz bana misal verin, deyin ki, "şu ekonomik açıdan öyle bir noktadadır", göreceksiniz ki binlerce polisiye meselesi vardır. Ki bugün dünyayı yönlendirmeye çalışan, dünyanın doruk noktasındaki bir ülke Amerika gibi...
Demek ki insanın, bu mevzularının düzenlenmesine, ekonominin düzenlenmesine, ticaretinin düzenlenmesine, sanayiinin planlı-programlı hale gelmesine, sağlık problemlerinin halledilmesine, ormancılığının, tarımının, denizciliğinin halledilmesine elbette ihtiyacı var.
Ama bütün bunların yanında asıl halledilmesi gereken, ıslah edilmesi gereken bir "ben" davası var. İşte biz, maalesef bütün meselelerimizde işte bu "ben"i kaybettik. Bu "ben"in ıslahını problem olmaktan çıkarttık.
Biz olaylara insan merkezli bakamıyoruz, yaklaşamıyoruz. Bu sebeple de dünya, "ben şunu hallettim" derken, "bilgi toplumu, bilgi çağı" diyoruz; peki soruyoruz; Neyi hallettin? Oturduğun yerden TV ve internet vasıtasıyla dünyayı seyrediyorsun. Bu mevzu değil ki. Ben bir ayda yürüyerek de gider onu seyrederim.
Ama o evime gelen manzara, bilgi, olay, beni bir dünyaya taşıdı mı, beni mutlu etti mi? Huzuru, saadeti bana getirdi mi? Elcevap: Getirmedi.
Bütün imkanların evine taşındığı insan da mustarip, onun dışında yaşayan insan da mustarip. O halde nedir bu olayın püf noktası? Terk edilmiş bir varlık var.
Ben diyorum ki, bugün insanlık asıl olarak kendini terk etti. Peygamberler tarihine baktığınızda işin özünde ve hakikatinde bu nükteyi yakalarsınız.
İnsanlık ne zaman kendisini unutmuş, dış tabiatıyla meşgul olmuş, kendi önüne, kendi yarattığı ilahları koymuşsa insan kendinden uzaklaşmıştır; kendini kaybetmiştir. Bir uçuruma, bir boşluğa düşmüştür. Ve Allah, o insanların ikazı, irşadı, hidayeti için kendilerini onlara tanıtan peygamberler gönderdi. Allah'ı tanıtan peygamberler gönderdi.
İnsanın bir mânâda kendini tanıması, aynı zamanda Rabbını da tanımasıdır. Çünkü, insanda nefha-i İlahi var. "Ben, Âdem'e kendi ruhumdan üfledim" buyuruyor Allah. Kabul etsek de, etmesek de sende ve bende, Allah'tan olan bir nefha var…
Müslüman bir toplumuz ama İslam adına yaşanacak güzellikleri yitirdik. Günümüze, günümüz insanına, insanı işleyen ve tanıyan bir mantık, bir anlayış gerekiyor.
"İnandım" diyen kişinin öz cevheri ile yani Yaradan'ı ile kopan bağını tekrar kurması için kendinde bulunan nefha-i İlahi ona yardımcıdır. Rabbini aramasının sebebidir.
Bizim Rabbimizi aramamız da tecelliden mahrum olan akıl ile değil, tecellilere mazhar olan kalp yolu ile gerçekleşecektir.
Ancak tecellilere mazhar olan kalp yolu ile Allah'ı bilebiliriz. Kul, kendini Yaratan'ı aramaktadır ve bunun yolu da ibadetlerdir.
İmam Ali Efendimiz (a.s.), "Ben görmediğim Allah'a inanmam" buyurmuştur. Demek ki, yapılan ibadetler ile kalp kulvarında Allah görülebilmektedir.
Gerçek manada kulluk da o zaman başlayacaktır. Güzel ahlaka bürünmemiz de...
Prof. Dr. Haydar Baş / diğer yazıları
- Ehl-i Beyt-4 / 26.12.2024
- Ehl-i Beyt-3 / 25.12.2024
- Ehl-i Beyt-2 / 24.12.2024
- Ehl-i Beyt-1 / 23.12.2024
- İyi dinle ve denileni tut / 22.12.2024
- İslam’a davet mektuplarındaki hikmetler / 21.12.2024
- Peygamber Efendimizin mucizeleri / 20.12.2024
- Peygamberimizin hilm ve cömertliği / 19.12.2024
- Peygamber sabrı miskinliği içermezdi / 18.12.2024
- Sünnet, Kuran’ın kendisidir / 17.12.2024
- Ehl-i Beyt-3 / 25.12.2024
- Ehl-i Beyt-2 / 24.12.2024
- Ehl-i Beyt-1 / 23.12.2024
- İyi dinle ve denileni tut / 22.12.2024
- İslam’a davet mektuplarındaki hikmetler / 21.12.2024
- Peygamber Efendimizin mucizeleri / 20.12.2024
- Peygamberimizin hilm ve cömertliği / 19.12.2024
- Peygamber sabrı miskinliği içermezdi / 18.12.2024
- Sünnet, Kuran’ın kendisidir / 17.12.2024