"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla,
Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed'den, Rumların başbuğu Heraklius'a:
Allah'ın selamı hidayet yoluna girmiş bulunan kimseye olsun. Buna göre, Ben, seni tam bir İslam daveti ile (İslam'a) çağırıyorum.
İslam'a gir, sonunda emniyet ve selamet içinde olursun ve Allah sana iki defa sevap verecektir. Şayet bundan kaçınacak olursan, köylülerin (yani tebanın) günahı senin üzerinde toplanacaktır.
Ve (siz) ey kitap sahipleri! Gelin, sizinle bizim aramızda bir tek kelimede, (yani) Allah'tan başka hiçbir ilaha tapmamak, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamak, Allah'tan başka aramızda hiç kimseyi âmir ve efendi yapmamak (hususunda) birleşelim.
Şayet, onlar sırtlarını dönüp (bundan) kaçınacak olurlarsa şöyle deyiniz: Siz şahit olun ki, kesinlikle bizler, (Allah'a) itaat edip teslim olan Müslümanlarız."
Siyasî diplomasi ve mektupların taşıdığı hikmetler
Resulullah'ın Arap Yarımadası'nda hüküm süren meliklere gönderdiği bu elçiler ve onları İslam'a kazanma gayesi, O'nun hayatını adadığı tebliğ ve irşat davasının bir uzantısıdır.
O, hayatının her devresinde İslam'ı yaymayı ve yaşatmayı kendine dava edinmişti. Her zaman, her devirde ve her şart altında Peygamberimizin gayesi bu olmuştur. Biz Müslümanlar da bu Peygamberî metodu kendimize örnek alarak, şartlar ne olursa olsun en büyük vazifemizin İslam'ı tebliğ etmek olduğunu unutmamalıyız.
Gönderilen mektuplarda önce iman konusunun işlendiğini ve muhatabın ilk olarak Allah'ın birliğine inanmaya davet edildiğini görüyoruz. Kişi, Allah'a iman ettikten sonradır ki, ona namaz, oruç gibi mükellefiyetlerden ve diğer şer'i hükümlerden bahsedilebilir. Böyle olması tabiidir. Zira, henüz iman konusunda tereddüt halinde olan bir insana, İslam'ın kendisine yüklediği hak ve görevlerden bahsedilmesi mantığa aykırıdır.
Demek ki, tebliğde ilk adım, kişiyi Allah'a inanmaya ve itaate davet etmektir. Bu temel inancın oturmasından sonra diğer mevzulara geçilir.
(…)
Hükümdarlara gönderilen mektuplar, içerik ve üslup yönünden hemen hemen birbirinin aynısıdır. Bu bakımdan cümle cümle incelemek suretiyle hikmetler çıkarmak yerinde olur:
Resulullah'ın gönderdiği mektuplar, "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla" diye başlamaktadır. Burada, Allah'ın isimlerinden ikisi zikredilmiş ve mektuba da bu şekilde başlanmıştır.
Rahman ismi, bu âlemde yarattıklarının hepsine acıyan ve merhamet eden manasındadır. Öyle ki, Cenab-ı Hak, günahkârlara, asilere bile nimet ve rızık vermekte, tövbe edenin tövbesini kabul etmektedir.
Nitekim, iman etmemiş bir insan olmasına rağmen Heraklius'a hükümdarlık, zenginlik ve tebaa vermiştir. Bunların hesabı ise öbür âlemdedir.
Orada Allah Rahim isminin tecellisiyle, yalnız inanıp hayırlı iş işleyenlere, ellerindeki nimeti hayra sarf edenlere acıyacaktır. Bunun dışındakiler ise, O'nun rahmet ve merhametinden mahrum kalacaklardır. Bütün bunlar, iman edecek bir kimse için ibret verici gerçeklerdir.
İşte Peygamberimiz, İslam'a davet mektubuna Allah'ın bu iki ismini anarak başlıyor ve muhatabını, bu büyük hakikatlerin ışığında kendi nefsiyle hesaplaşmaya davet ediyor.
"Allah'ın kulu ve kölesi Muhammed'den, Rumların başbuğu Heraklius'a..."
Resulüllah, burada kendisini, Allah'ın kulu ve kölesi olarak tanımlıyor. Köle, tamamıyla başkasının isteklerine esir olan kimse manasındadır. Bu yönüyle düşünüldüğünde iman etmiş insan, Allah'a kayıtsız şartsız teslim olmuş insandır. Zaten insan, ya nefsinin, yani arzu ve isteklerinin esiridir, ya da Allah'ın hükmüne, emrine tâbidir. Her iki halde de
(…)
Buradaki enteresan bir nükte de; Hz. Peygamberin kapalı ifadelerle ümerayı taltif etmesi, bunu yaparken de kelimeleri seçmekte zillete düşmemek için itina göstermesidir.
Dikkat edilirse, Resulüllah Efendimiz, "Rum'un ulusuna" "Kıptilerin büyüğüne" gibi ifadeler kullanırken onlara bir değer atfetmemiştir. Zira böyle olsaydı, "Ey büyük Kisra" ya da "Büyüğümüz Kisra" gibi ifadeler kullanırdı.
Efendimiz (s.a.v.), seçtiği ifadelerle karşısındakine, "şahsıma saygı duyuluyor" hissiyatını vermiştir. Fakat aslen, bir Müslümanla kıyas dahi edilemeyeceğinin ifadesi bu kelimelerde gizlidir.
Böylelikle Peygamber Efendimiz, ince siyasetiyle hem karşısındakinin kalbini te'lif ederek davete hazır kılmış, hem de bunu yaparken İslam'ın ve bir peygamberin izzetine halel getirecek ifadeleri kullanmaktan kaçınmasını bilmiştir.
Hatta, öyle ince bir siyaset ve zeka örneği göstererek bunu yapmıştır ki; muhatabının, "beni methediyor" zannettiği kelimeler aslında ona haddini bildirmektedir.
Buradan anlıyoruz ki; davetçi, Allah'ın hükmüne uymayan ümeraya asla taviz vermeden, hem kalbini te'lif etmeyi, hem de haddini bildirmeyi başarmalıdır.
Nitekim, aşağıdaki selam ifadesinde de aynı nükte gizlidir. Heraklius, kendisine selam veriliyor zannetse de, aslında selama layık olmanın Müslüman olmakla mümkün olduğu hakikati kendisine ifade edilmektedir.
"Allah'ın selamı, hidayet yoluna girmiş bulunan kimse üzerine olsun..."
Burada selam; nazar, tecelli, şefkat, rahmet, merhamet manalarındadır. Resulüllah, Allah'ın selamı, hidayetteki kimselere; yani Müslümanların üzerine olsun, buyuruyor.
Aslında, mektup bir davet ve tebliğ niteliğindedir. Allah'ın selamının herkesten evvel Müslümanların üzerine olması dileği, müminlerin bu şerefe herkesten fazla layık olmaları sebebiyledir.
Çünkü onlar, daha önce de anlatıldığı gibi, Allah'a itaat eden hakiki kullardır. Resulüllah, hidayet yoluna girenlere ve üstünlüklerine işaret buyurarak mektuba giriyor ve hükümdarı da bu kutlu yola girmeye davet ediyor.
"Buna göre, Ben, seni tam bir İslam daveti ile İslam'a çağırıyorum. İslam'a gir, sonunda emniyet ve selamet içinde olursun."
Burada, emniyet ve selamet içinde olabilmenin yolu açıkça belirtilmiştir. Buna göre; İslam'a girmeyen, emniyet ve selamet içinde değildir. Buradaki emniyet ve selametin manası; dünyadaki ve ahiretteki kurtuluştur.
Demek oluyor ki; kurtuluşa ve selamete ermek isteyen bir insan, İslamiyet'i kabul etmek, İslam'ın emir ve yasaklarına uymak mecburiyetindedir. Bunun dışındaki hiçbir yol, din ve şeriat insanı dünya ve ahiret saadetine eriştiremez. Resulûllah'tan önceki peygamberlere inanan ve onların şeriatıyla amel eden kimseler için de durum aynıdır.
Kaldı ki, Resulûllah'ın kitap ehli imparatora ve hükümdarlara mektuplar göndererek onları İslam'a girmeye davet etmesi de, bu konuda hiçbir soru işaretine yer bırakmayacak kadar açık bir delildir.
Şöyle ki; eğer kendi dinlerinde kalmaları onları selamete erdirecek olsaydı, Peygamberimiz onları İslam'a davet etmez, "dininizde kalın" derdi.
Fakat tam tersi olarak Resulüllah hem onları İslam'a çağırıyor, hem de emniyet ve selamet içinde olabilmenin tek yolunun İslam'a girmek olduğunu ifade ediyor. Zira O, yalnız bir nebi değil, Kendisine kitap verilmiş ve en son, en kâmil şeriatla gönderilmiş bir resuldü. Bu yönüyle İlahî vazifesini yerine getirmekte ve istisnasız bütün insanları İslam'ın kurtuluş ve selametine davet etmekteydi.
"Ve Allah sana iki defa sevap verecektir. Şayet bundan kaçınacak olursan, emrinin altındakilerin (yani tebaanın) günahı da senin üzerinde toplanacaktır."
Burada, halkın başında bulunan idarecilerin taşıdıkları sorumluluğun büyüklüğü ifade edilmektedir.
Peygamberimizin, "Eğer İslam'ı kabul ederse, Allah'ın, imparatora iki misli sevap vereceğini" buyurması, idaresi altındaki kimselere Allah'ın hükümleriyle hükmeden idarecilerin kat kat fazla sevaba nail olacaklarının işaretidir.
Çünkü, idareciler, İslam'ı kendi nefislerinde yaşamakla kalmazlar, tebaalarına da yaşatırlar ve Allah'ın koyduğu kurallarla, insanlar arasında hüküm verirler.
Resulüllah, devamla imparatora, "şayet İslam'a girmezse tebaasının günahının da onun üzerinde toplanacağını" işaret ediyor.
Demek oluyor ki, halk kitlelerinin sorumluluğu, aynı zamanda onları yöneten kimselerin üzerindedir." (Prof. Dr. Haydar Baş, Rahmet-el lil Alemin eseri 2. Cilt)
Prof. Dr. Haydar Baş / diğer yazıları
- İslam’a davet mektuplarındaki hikmetler / 21.12.2024
- Peygamber Efendimizin mucizeleri / 20.12.2024
- Peygamberimizin hilm ve cömertliği / 19.12.2024
- Peygamber sabrı miskinliği içermezdi / 18.12.2024
- Sünnet, Kuran’ın kendisidir / 17.12.2024
- Risaletin gayesi güzel ahlaktır / 16.12.2024
- Ölçü O’nun ahlakıdır / 15.12.2024
- Örnek insan zarureti / 14.12.2024
- Müslümanlar aleyhine casusluk yapanların durumu / 13.12.2024
- Münafıkların bariz sıfatları / 12.12.2024
- Peygamber Efendimizin mucizeleri / 20.12.2024
- Peygamberimizin hilm ve cömertliği / 19.12.2024
- Peygamber sabrı miskinliği içermezdi / 18.12.2024
- Sünnet, Kuran’ın kendisidir / 17.12.2024
- Risaletin gayesi güzel ahlaktır / 16.12.2024
- Ölçü O’nun ahlakıdır / 15.12.2024
- Örnek insan zarureti / 14.12.2024
- Müslümanlar aleyhine casusluk yapanların durumu / 13.12.2024
- Münafıkların bariz sıfatları / 12.12.2024