İmam Zeynel Abidin (a.s.) şöyle buyuruyor: "Babam İmam Hüseyin, kardeşlerim ve babamın dostları şehit edilip savaş sona erdikten sonra, içerisinde yaşadığımız çadırlarımız ateşe verilip bizleri esir aldılar. Bizler on iki kişi idik. On iki kişiyi de bir zincire bağlamışlardı. Zincirin bir ucu benim koluma, diğer bir ucu da halam Zeyneb'in koluna bağlıydı."
Tarihteki kayıtlara göre esirlerin Şam'a giriş tarihleri Safer ayının ikinci gününe rastlamıştı. Buna göre Zeyneb ve beraberindekilerin esirlik dönemi üzerinden yirmi iki gün geçmişti. Yirmi iki gün dayanılmaz acılar çektikten sonra onu, o haliyle Muaviye oğlu Yezid'in meclisine getirdiler.
Yezid'in, babası Muaviye'den kalma yeşil bir sarayı vardı. Öylesine alımlı ve çekiciydi ki, görenlerin aklını başından alıyor ve adeta büyülüyordu. Bazı tarihçilerin yazdığına göre insanlar yedi büyük salondan geçtikten sonra, son salonda Yezid'i süslü-püslü tahtın üzerinde oturur bir vaziyette görebiliyorlardı. Tüm ayan-eşraf, ileri gelenler ve yabancı ülkelerin elçileri de onun etrafında altın ve gümüşten yapılan koltukların üzerinde oturuyorlardı. Bu şartlar altında esirler meclise Yezid'in huzuruna getirili verdi.
Ağır zahmetlere katlanmış ve dertler çekmiş olan esir Zeyneb, bu manzarayı görünce ruhunda öyle bir dalga oluştu ve cemiyet içerisinde öyle bir hava estirdi ki, şiire olan tutkunluğu ve belağatı ile ünlü Yezid'in dahi dili tutuldu. Yezid, İbn-i Ziyad'ın şiirlerini mırıldanıyor ve kendisine nasip olan konum ve zafer ile gururlanıyordu.
Aniden Zeyneb'in sesi yükseldi: "Ey Yezid! Çok kibirlenmişsin. Yerin-göğün köşe-bucağını yüzümüze kapattığını ve bizi esir etmekle Allah'tan taraf sana bir lütuf, bize ise bir zillet olduğunu mu zannediyorsun? Allah'a yemin ediyorum ki şu anda benim gözümde çok küçük ve çok alçak birisin. Senin ufacık bir şahsiyetinin bile bulunduğunu düşünmüyorum."
Bakınız bunlar (Ehl-i Beyt esirleri) ruhi ve manevi değerlerinden, kişilik ve imanlarından başka her şeylerini kaybetmiş bir topluluktur. Böyle bir durumda Zeyneb'in şahsiyeti gibi yüce bir şahsiyet, Şam'da bir inkılap-devrim yaratmaz mı? Nitekim öyle de oldu.
Hz. Zeyneb'in bu duruşu karşısında Yezid, esirlere karşı olan tutumunu değiştirmek ve onları saygı içerisinde Medine'ye göndermeye mecbur kaldı. Kerbela'daki katliam ile bir ilişkisi bulunmadığı yalanını konuştu ve "Allah İbn-i Ziyad'a (Kûfe'deki valisi) lanet etsin. Ben ona böyle davranmasını emretmemiştim. Kendinden bu işi böyle yapmış" demek mecburiyetinde kaldı.
Peki, Yezid'in bu tür geri adım atmasını sağlayan şey nedir? Zeyneb'in o yiğitçe duruşuydu elbet. İnsanların büyük bir korku içerisinde kendisine, "ya Emire'l-Mü'minin/ey müminlerin emiri" dedikleri kimseye Hz. Zeyneb (s.a.) şöyle hitap ediyordu: "Ey Yezid! Sana sesleniyorum. Yapmak istediğin her oyunu yap. Her işi uygula fakat şunu kesin kez bilmiş ol ki, adımızı bu dünyadan silmek gibi bir düşüncen varsa, bizim adımız silinecek değildir." (Biharu'l-Envar, c.45, s.135; El-Lühuf, s.77).
Evet, Hz. Zeyneb (s.a.), kardeşi Hüseyin'den aldığı o şecaat dersleri ile Yezid'in meclisinde onun yüzüne karşı öyle bir hutbe okudu ki, Yezid suskun ve dili tutulmuş bir halde kala kaldı. O şaki-cani ve lanetlik adamın vücudunu tepeden tırnağa öfke sardı. Zeyneb'in kalbini dağlamak ve onu susturmak, moralini bozmak için mertliğe sığmayacak bir iş yaptı. Elindeki asası ile İmam Hüseyin (a.s.)'in dudak ve dişlerini işaret etti.
La havle vela kuvvete illa billah-il aliyyil azim.
Tarihteki kayıtlara göre esirlerin Şam'a giriş tarihleri Safer ayının ikinci gününe rastlamıştı. Buna göre Zeyneb ve beraberindekilerin esirlik dönemi üzerinden yirmi iki gün geçmişti. Yirmi iki gün dayanılmaz acılar çektikten sonra onu, o haliyle Muaviye oğlu Yezid'in meclisine getirdiler.
Yezid'in, babası Muaviye'den kalma yeşil bir sarayı vardı. Öylesine alımlı ve çekiciydi ki, görenlerin aklını başından alıyor ve adeta büyülüyordu. Bazı tarihçilerin yazdığına göre insanlar yedi büyük salondan geçtikten sonra, son salonda Yezid'i süslü-püslü tahtın üzerinde oturur bir vaziyette görebiliyorlardı. Tüm ayan-eşraf, ileri gelenler ve yabancı ülkelerin elçileri de onun etrafında altın ve gümüşten yapılan koltukların üzerinde oturuyorlardı. Bu şartlar altında esirler meclise Yezid'in huzuruna getirili verdi.
Ağır zahmetlere katlanmış ve dertler çekmiş olan esir Zeyneb, bu manzarayı görünce ruhunda öyle bir dalga oluştu ve cemiyet içerisinde öyle bir hava estirdi ki, şiire olan tutkunluğu ve belağatı ile ünlü Yezid'in dahi dili tutuldu. Yezid, İbn-i Ziyad'ın şiirlerini mırıldanıyor ve kendisine nasip olan konum ve zafer ile gururlanıyordu.
Aniden Zeyneb'in sesi yükseldi: "Ey Yezid! Çok kibirlenmişsin. Yerin-göğün köşe-bucağını yüzümüze kapattığını ve bizi esir etmekle Allah'tan taraf sana bir lütuf, bize ise bir zillet olduğunu mu zannediyorsun? Allah'a yemin ediyorum ki şu anda benim gözümde çok küçük ve çok alçak birisin. Senin ufacık bir şahsiyetinin bile bulunduğunu düşünmüyorum."
Bakınız bunlar (Ehl-i Beyt esirleri) ruhi ve manevi değerlerinden, kişilik ve imanlarından başka her şeylerini kaybetmiş bir topluluktur. Böyle bir durumda Zeyneb'in şahsiyeti gibi yüce bir şahsiyet, Şam'da bir inkılap-devrim yaratmaz mı? Nitekim öyle de oldu.
Hz. Zeyneb'in bu duruşu karşısında Yezid, esirlere karşı olan tutumunu değiştirmek ve onları saygı içerisinde Medine'ye göndermeye mecbur kaldı. Kerbela'daki katliam ile bir ilişkisi bulunmadığı yalanını konuştu ve "Allah İbn-i Ziyad'a (Kûfe'deki valisi) lanet etsin. Ben ona böyle davranmasını emretmemiştim. Kendinden bu işi böyle yapmış" demek mecburiyetinde kaldı.
Peki, Yezid'in bu tür geri adım atmasını sağlayan şey nedir? Zeyneb'in o yiğitçe duruşuydu elbet. İnsanların büyük bir korku içerisinde kendisine, "ya Emire'l-Mü'minin/ey müminlerin emiri" dedikleri kimseye Hz. Zeyneb (s.a.) şöyle hitap ediyordu: "Ey Yezid! Sana sesleniyorum. Yapmak istediğin her oyunu yap. Her işi uygula fakat şunu kesin kez bilmiş ol ki, adımızı bu dünyadan silmek gibi bir düşüncen varsa, bizim adımız silinecek değildir." (Biharu'l-Envar, c.45, s.135; El-Lühuf, s.77).
Evet, Hz. Zeyneb (s.a.), kardeşi Hüseyin'den aldığı o şecaat dersleri ile Yezid'in meclisinde onun yüzüne karşı öyle bir hutbe okudu ki, Yezid suskun ve dili tutulmuş bir halde kala kaldı. O şaki-cani ve lanetlik adamın vücudunu tepeden tırnağa öfke sardı. Zeyneb'in kalbini dağlamak ve onu susturmak, moralini bozmak için mertliğe sığmayacak bir iş yaptı. Elindeki asası ile İmam Hüseyin (a.s.)'in dudak ve dişlerini işaret etti.
La havle vela kuvvete illa billah-il aliyyil azim.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hasan Kanaatlı / diğer yazıları
- Neden yazıyoruz / 16.01.2018
- Emevi mektebi / 26.11.2017
- Ehl-i Beyt mektebinin nitelikleri-2 / 17.11.2017
- Ehl-i Beyt mektebinin nitelikleri / 14.11.2017
- Muaviye'nin geçmişine kısa bir bakış / 13.11.2017
- İmam Hüseyin'i (a.s.) tanımak / 09.11.2017
- Şayet Hüseyin (a.s.) biat etseydi??2 / 08.11.2017
- Şayet Hüseyin (a.s.) biat etseydi?-1 / 07.11.2017
- Kur'an açısından Allah adına ıslah / 06.11.2017
- İmam Hasan (a.s.)'ın barışının mahiyeti / 05.11.2017
- Emevi mektebi / 26.11.2017
- Ehl-i Beyt mektebinin nitelikleri-2 / 17.11.2017
- Ehl-i Beyt mektebinin nitelikleri / 14.11.2017
- Muaviye'nin geçmişine kısa bir bakış / 13.11.2017
- İmam Hüseyin'i (a.s.) tanımak / 09.11.2017
- Şayet Hüseyin (a.s.) biat etseydi??2 / 08.11.2017
- Şayet Hüseyin (a.s.) biat etseydi?-1 / 07.11.2017
- Kur'an açısından Allah adına ıslah / 06.11.2017
- İmam Hasan (a.s.)'ın barışının mahiyeti / 05.11.2017