Bazen başıma gelen olaylardan ötürü ürperir, şaşkınlığımı suskunluğa dönüştürür, düşünce dünyasının kapılarında gezintiye çıkarım. İnsanoğlunun sayılı dünya gününde neler yaşayabileceğini tahmin bile edemeyiz.
Dün yine böyle günlerden biri oldu.
Sevgili arkadaşım Orhan sabah arayıp, üzgün bir ses ile amcasını kaybettiğini, planladığımız buluşmayı yapamayacağımızı; kendisinin cenaze nedeni ile bize yakın bir ilçede olacağını belirtti. Benim en kötü günlerimde yanımda olan; aynı çadırı paylaştığımız, yıllar sonra buluştuğumuz bu kadim dosta konum atmasını isteyip yola çıktım.
Cenaze evine gidene kadar zamanın nasıl geçtiğini açıkçası pek fark etmedim. Sağlığım nedeni ile ev ahalisi beni yalnız göndermek istemese de sonunda bu yolculuğu yalnız yapmam gerektiğine onları ikna etmeyi, her zaman yanımda olamayacaklarını belirttim.
Buraya kadar her şey normaldi.
***
Ben ölen kimdir nedir diye yola çıktığımı, merhumun sadece Orhan'ın amcası olduğunu bildiğimi ifade edeyim. Orhan'la biz 1970 li yıllardan onmaz hastalığımız izcilik kamplarından tanışıyoruz. O Haydarpaşa'nın izcisi, biz Türkiye İzciler Birliği İstanbul Gurubu Dumlupınar 81'in deniz izcisiydik. O yıllarda izci gurupları arasında "Bayram İzcileri" ve "Kamp İzcileri" diye ayrımlar olurdu. Bayram İzcileri süslü püslü, püsküllü, bol yıldızlı, naftalin kokulu kıyafetlerini giyerler, borulu trampetli geçit törenlerine katılırlardı.
Bizlerde sade kıyafetlerimizle katılır, biran önce resmi geçit bitse de; izci odasına bıraktığımız sırt çantalarımızı ve çadırlarımızı alıp Tuzla'nın yolunu tutsak, kampımızı kursak, tatili boşa geçirmesek diye sabırsızlanırdık.
***
Gel zaman-git zaman Gençlik ve Spor Bakanlığı kuruldu, bünyesinde İzcilik Genel Müdürlüğü açıldı. 1968 yılında yayınlanan Türkiye İzcileri Yönetmeliği uygulamaya konuldu. Bizde genel müdürlükte görev alan liderlerimizin peşinde yeni genel müdürlükte, kamp tesislerinin kurulması, çeşitli illerdeki izcilik merkezlerinin devreye alınmasında tatillerimizi bu konudaki ekip içinde yer alarak yardımcı olmaya koştuk.
Şimdi gelelim bu kadar hikayeyi niye anlattığımıza…
Bizim seyahat ettiğimiz firma genellikle Varan Turizm olurdu. Çünkü Pazar gecesi 11.00 de Taksim'de Gümüşsuyu'ndan kalkar, sabahın erken saatlerinde İstanbul'dan gelenleri Ankara'ya bakanlık mesaisine yetiştirirdi. İzmir Buca İzcilik Eğitim Merkezi açıldığında da İzmir, Manisa Kırkağaç, Bolu Aladağlar bu seyahatler zincirine eklenmişti.
Bu tempo ile pek çok kez Varan'ın, Bosfor'un, Kamil Koç'un otobüslerinin yolcusu olduk.
***
Ne gariptir? Otobüsleri kullanan kaptan ve muavinleri hiç merak etmeyiz. Oysa biz kafamızı dayayıp uyurken onlar bizi güvenle taşımaya çalışırlar. Susayınca su ikram ederler. Çay ve kahve sunarlar. Rahatsızlandığınızda bir istasyonda durup size göz kulak olurlar. Kısacası size hakları geçer. Çoğumuz ne binerken ne de inerken bu görevlilere selam vermeyi bile düşünmeyiz. "Bu iş için maaş alıyorlar" demek bence pek insanlıkla bağdaşmıyor…
Gelelim son ve ibret alınacak noktaya…
Cenazesine koşarak gittiğimiz sadece Orhan kardeşimizin amcası değil, bizi yıllarca otobüslerde farklı menzillere taşıyan İbrahim ağabeymiş. Gece hiçbir şeyi yok iken kalp krizi sonunda, direksiyondaki ustalığını ölüm yolculuğunda da göstererek, alelacele müdahaleye izin vermeden kalp krizi ile dünya istasyonunu terk etmiş. Çekmeden, çektirmeden…
Meğerse bizde yıllar sonra bizi o eski ve meşakkatli yollarda gıkını çıkarmadan taşıyan nazik insana son görevimizi yapmak üzere uçup gelmişiz.
Yan tarafındaki yeni yapılmış mezarın duvar taşına oturup garip duygular içinde bütün bunları düşündüm.
Bunu anlamlandırmak sizlere düşüyor…
Biz ona hakkımızı helal ettik ama acaba o bize o meşakkatli yıllarda ve yollarda çektiği sıkıntıdan hasıl olan hakkını helal etti mi?
- Haydar Hoca'yı hatırlarken… / 06.08.2024
- Kıyılarda sorun büyük… / 05.08.2024
- Bir kral, bir prenses ve bir Demir Leydi / 28.07.2024
- Koca Nazım… / 04.06.2024
- Bizim 19 Mayıslarımız… / 19.05.2024
- Helallik / 14.05.2024
- Gerçek… / 18.01.2024
- Gözyaşı… / 27.12.2023
- Yazmak, yaşamaktır… / 23.12.2023