Son günlerde ülkemizde yaşanan gelişmeler, tarih boyunca yaşadığımız mücadelelerin benzerlerini anımsatıyor. Lafın tamamı kime söylenir biliyoruz.
2002 yılından bu yana yaşanan bir değişim süreci yaşıyoruz. Bu süreçte, özellikle 2010 referandumu ve sonrasındaki gelişmeler önemli bir yer tutuyor. Referandum döneminde Prof. Dr. Haydar Baş'ın net duruşunu, o günlerdeki "hayır" kampanyasını ve ortaya koyduğu gerekçeleri hatırlayalım.
İlk günden beri 1982 anayasasını askeri anayasa olarak eleştiren iktidarın, sivil anayasa söylemleri dillerine pelesenk olmuştur. Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı başkanlığında, toplam 16 üyeden oluşan Anayasa Komisyonu tarafından hazırlanan anayasanın sivil anayasa olmadığını ifade etmek de ne kadar doğrudur, bilinmez. Ayrıca ülkeyi 12 Eylül Darbesine götüren süreci ortaya koymadan direkt 12 Eylül'ü ve ardından hazırlanan anayasayı eleştirmek de doğru değildir. Tarihte ana kural, olayların gerçekleştiği tarih perspektifinden değerlendirilmesidir.
2010 referandumu öncesi meydanlarda, salonlarda "hayır" kampanyası yöneten Prof. Dr. Haydar Baş, 22 Temmuz 2010'daki konuşmasında 12 Eylül darbe öncesini şöyle tarifliyor:
"Şimdi, '12 Eylül' deniliyor. İşte 'Cumhuriyeti Koruma Kollama Harekâtı yapıldı, bu çok yanlıştır. Asker işe müdahale etmiştir', doğrudur. Ama ya bir 11 Eylül, 10 Eylül, 9 Eylül, 1 Eylül, ağustos; o ayları konuşan var mı? Biz o aylarda, yani o yıllarda hadiselerin sıcaklığını yaşayan ve de 'Ne olacak bu ülkenin hali?' deyip kara kara düşünen insanların sınıfındaydık. Neden, mi diyeceksiniz? Çünkü her Allah'ın günü… Bir gün yok ki 60 tane, 70 tane insan ölmesin. Her Allah'ın günü bu dediğim rakamlarda insanlar, niçin öldüğünü de bilmeden öldürülüyordu.
Hiç unutmam, o tarihlerde Cumhuriyet Halk Partisi'nin İl Başkanı beni çok severdi, çalıştığım firmaya gelip 'Ya Hocam, beni vuracaklar' dedi. Dedim 'Ya seni niye vursunlar ki? Sen Müslüman adamsın, cuma namazını kılan insansın. Böyle bir şey olamaz. Hiç endişe etme'. Bir hafta sonra duyduk ki arkadaşı vurdular ve biz ancak cenazesine katılabildik."
Prof. Dr. Baş, 12 Eylül öncesi yaşanan acıları ve sonrasında yaşananları net bir şekilde dile getirmişti. Yine aynı konuşmada bir tehlikenin altını çiziyor Saygıdeğer Prof. Dr. Haydar Baş ve şunları söylüyor:
"Şayet 1980 Koruma Harekâtı, 12 Eylül olmamış olsaydı; memleket darmadağındı. Şimdi kim konuşuyor? Demek ki o gün ülkeyi parçalamak isteyenler bunlar. Niye konuşuyorsun? Niye demiyorsun '11 Eylül'de şuydu, 10 Eylül'de buydu, 1 Eylül'de şöyleydi, 30 Ağustos'ta böyleydi?' Niye bunu anlatmıyorsun? Geliyorsun, geliyorsun 'O darbe yaptı'. Şimdi bunu derken 'İhtilal oldu, güzel oldu' mu diyoruz? Yok. İhtilalin ilk gününde beni içeri aldılar ve efendime söyleyeyim Boztepe'de, tugayda kaldık biz; savcıların önüne çıktık, emniyette ifadeler verdik."
Belki de 12 Eylül'ün en ciddi mağdurlarından olmasına rağmen Sayın Baş, o günlerdeki ülkenin konjonktürüne dayanarak olayın arka planını ortaya çıkarıyor aslında. Şimdi eğer bu konu yeniden gündem oluyorsa, bunun tek açıklaması var. Ülke yeniden 12 Eylül öncesine getirilmeye çalışılıyor.
Mustafa Kemal Atatürk 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkarken Bandırma Gemisinde beraber yolculuk yaptığı insanlar bile cumhuriyet yönetimine çok sıcak bakmıyordu. Yani Mustafa Kemal Atatürk tek başına çıktı bu yola. Ve toplumu tek tek ikna etti. Ama tabi ki o gün Mustafa Kemal Atatürk'e karşı çıkanlardan bazıları ikna olurken, bazıları da evet demek zorunda kaldılar. "Evet" demek zorunda kalanlar, o gün belki sustular ama hep mücadelelerini gerek açıktan gerek gizliden devam ettirdiler.
İşte Lozan'ı biliyoruz. Lozan'da Mustafa Kemal Atatürk'ün "azınlık tanımı" sırasındaki net duruşunu biliyoruz. "Bu ülkede Müslüman olan herkes bu ülkenin kurucu unsurudur" diyor Mustafa Kemal Atatürk. "Ancak gayrimüslimlerdir azınlık" diyor ve son noktayı koyuyor.
Malumunuz Lozan'da Güneydoğu sınırlarımızı birçok ülke kabul etmiyor. "Tek şartla kabul ederiz" diyorlar. "Yeraltı kaynaklarının işletim hakkını bize vereceksiniz!" Yine Mustafa Kemal duruşu: "Ben kanla aldığım toprakları masada veremem."
Hiç unutmayalım, "Su uyur, düşman uyumaz." Mücadele devam ediyor. Ama ne yazık ki millet olarak biz düşmandan ne çektik, inan edin onlara maşa görevi görenlerden daha çok çektik, çekiyoruz.
Prof. Dr. Haydar Baş, başkanlık sistemine geçişi, "Federatif yönetim sistemine geçiş için bir adımdır, bu üniter yapımıza saldırıdır" diyerek az eleştirmedi. Yani biz aslında "Başkanlık Sistemine" evet dediğimizde millet olarak "Sarı öküzü kaptırdık." İşte süreç adım adım bir yere doğru ilerliyor. Bugün, anayasa değişiklikleri tartışmaları, ilk 4 maddenin özellikle hedef alınmasının başka bir açıklaması yoktur.
Uzun lafın kısası yapbozun parçaları tek tek hazırlandı, Tek kalan parçaların bir araya getirilerek resmin tamamının ortaya çıkmasıdır. Hedef bellidir, üniter yapı bozulacak, ardından halkların hakları tartışmaları ayyuka çıkacak, yer altı ve yer üstü kaynaklarımız tartışma konusu haline gelecek.
Başka ifade ile "Lozan Anlaşması" ile fesih olan "Sevr Anlaşması" maddeleri tek tek işletilmeye çalışılacak. Burada milletimize düşen ülkenin kurucu unsuru olan Mustafa Kemal Atatürk çizgisinde bir araya gelmesi, Millî Mücadele sırasındaki ruhu ortaya koymasıdır. "Keşke Yunan galip gelse idi" diyebilecek cesareti ortaya koyanlara prim vermemesidir.
Eğer milletimiz bu duruşu ortaya koyamazsa, gelecek günlerin bu günleri aratacağı aşikardır.
Ve ben milletimize güveniyorum, net duruşu ile söylem sahiplerine gerekli cevapları her platformda vererek demokrasimize, cumhuriyetimize sahip çıkacaktır.
- Ne için "Vakit tamam”? / 20.11.2024
- Gardırop Atatürkçülüğü / 19.11.2024
- Doğu Akdeniz’de güç dengesi / 16.11.2024
- Kıbrıs, Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesidir / 15.11.2024
- Türkiye küresel dengeyi etkileyecek potansiyele sahiptir / 14.11.2024
- Milli Ekonomi Modeli ve ABD seçimleri / 13.11.2024
- Trump’ın geri dönüşü ve ABD’nin küresel oyundaki yeni dönemi / 12.11.2024
- Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı ve Cumhuriyet / 10.11.2024
- Filmin sonuna kim karar verecek? / 08.11.2024