Sadreddin-i Konevi
Sadreddîn-i Konevî Hazretleri bir gün, Allah-û Teâlâya yalvarıp; "Ya Rabbi! Sana lâyıkı ile ibâdet, kulluk yapamadım ve seni hakkıyla tanıyamadım. Senin lutf ve ihsânına güveniyorum. Cennet'teki makâmını görmek arzu ediyorum" dedi. O gece bir rüyâ gördü. Rüyâsında kıyâmet kopmuş ve insanlar kabirlerinden kalkıyordu. Bu durumu kendisi şöyle anlatır.
"Beni de Rabbimin huzûruna götürdüler. Allah-ü Teâlâ meleklere emredip; "Alın Cennet'e götürün" buyurdu. Beni alıp Cennet'e götürdüler. Orada türlü türlü köşkler ve bahçeler vardı. Onları seyrettim. Bir bahçe vardı ki, onun meyvesi miskti. O esnada bir elma miktârı misk almak istedim ve aldım. İşte o esnâda rüyâdan uyandım. Uyandığımda sağ elimde bir avuç misk duruyordu. O miskin kokusu da her tarafı kaplamıştı. Bu miskin kokusu hocam Şeyh Muhyiddîn-î Arabî Hazretlerinin bana hediye ettiği hırkâ-i şerîfe sirâyet etti" buyurdu. Sadreddîn-î Konevî Hazretleri vefât ettiklerinde kefenine bu miskten konulmuştur.
Bir zaman Sadreddîn-î Konevî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve Kâdı Sirâcüddîn ve başka âlim ve sâlih zâtlar Konya'nın Meram Bağlarına gittiler. Mevlânâ Hazretleri oradaki bir değirmene girdi ve uzun bir sûre kaldı. Kâdı Sirâcüddîn değirmene girdi. Sonra da Sadreddîn-i Konevî Hazretleri geldi. Değirmen taşını dinlediler. Sadreddîn-i Konevi Hazretleri; "Ben de bu taşın Allah-û Teâlâyı zikrettiğini, Subbûhun Kuddûsün, dediğini işittim" buyurdular. Şem-i Tebrîzi Hazretleri Konya'ya gelince, Mevlânâ Hazretleri devamlı bununla sohbet edip, Konya'nın ileri gelen diğer âlimleri buna üzülüp, hep birden şehri terk ederek Denizli'ye gittiler. Bunu duyan Selçuklu Sultânı çok üzüldü. Çünkü âlimleri seven, onları koruyan biriydi. Bir Cumâ günü Sadreddîn-î Konevî Hazretlerinden ricâda bulunup; "Ben âlimler arasındaki şeylere karışmam. Bu iş, pâdişahların karışacağı bir iş değildir. Ancak Cumâ namazında âlimlerin bulunmaması şânımıza noksanlık getirir. Lütfen bunları bulup getirin!" dedi.
Sadreddîn-i Konevî Hazretleri bir gün, Allah-û Teâlâya yalvarıp; "Ya Rabbi! Sana lâyıkı ile ibâdet, kulluk yapamadım ve seni hakkıyla tanıyamadım. Senin lutf ve ihsânına güveniyorum. Cennet'teki makâmını görmek arzu ediyorum" dedi. O gece bir rüyâ gördü. Rüyâsında kıyâmet kopmuş ve insanlar kabirlerinden kalkıyordu. Bu durumu kendisi şöyle anlatır.
"Beni de Rabbimin huzûruna götürdüler. Allah-ü Teâlâ meleklere emredip; "Alın Cennet'e götürün" buyurdu. Beni alıp Cennet'e götürdüler. Orada türlü türlü köşkler ve bahçeler vardı. Onları seyrettim. Bir bahçe vardı ki, onun meyvesi miskti. O esnada bir elma miktârı misk almak istedim ve aldım. İşte o esnâda rüyâdan uyandım. Uyandığımda sağ elimde bir avuç misk duruyordu. O miskin kokusu da her tarafı kaplamıştı. Bu miskin kokusu hocam Şeyh Muhyiddîn-î Arabî Hazretlerinin bana hediye ettiği hırkâ-i şerîfe sirâyet etti" buyurdu. Sadreddîn-î Konevî Hazretleri vefât ettiklerinde kefenine bu miskten konulmuştur.
Bir zaman Sadreddîn-î Konevî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve Kâdı Sirâcüddîn ve başka âlim ve sâlih zâtlar Konya'nın Meram Bağlarına gittiler. Mevlânâ Hazretleri oradaki bir değirmene girdi ve uzun bir sûre kaldı. Kâdı Sirâcüddîn değirmene girdi. Sonra da Sadreddîn-i Konevî Hazretleri geldi. Değirmen taşını dinlediler. Sadreddîn-i Konevi Hazretleri; "Ben de bu taşın Allah-û Teâlâyı zikrettiğini, Subbûhun Kuddûsün, dediğini işittim" buyurdular. Şem-i Tebrîzi Hazretleri Konya'ya gelince, Mevlânâ Hazretleri devamlı bununla sohbet edip, Konya'nın ileri gelen diğer âlimleri buna üzülüp, hep birden şehri terk ederek Denizli'ye gittiler. Bunu duyan Selçuklu Sultânı çok üzüldü. Çünkü âlimleri seven, onları koruyan biriydi. Bir Cumâ günü Sadreddîn-î Konevî Hazretlerinden ricâda bulunup; "Ben âlimler arasındaki şeylere karışmam. Bu iş, pâdişahların karışacağı bir iş değildir. Ancak Cumâ namazında âlimlerin bulunmaması şânımıza noksanlık getirir. Lütfen bunları bulup getirin!" dedi.