Vaktiyle hayata, olaylara, geleceğe, dünyaya hep ters tarafından bakan bir baba varmış. Tecrübe edile edile doğruluğu, faydası, iyiliği, güzelliği ispatlanmış bir hayat tarzını beğenmez, bunun tersini denemeye çalışırmış. Bir gün aklına nereden geldiyse en kötü şartlara, hayatta karşılaşabileceği en kötü ihtimallere dayanıklı olsun diye 6 yaşındaki oğlunu, gece uyurken bir tabutun içine koymuş ve götürüp mezarlığa bırakmış. Onun itikadına göre, en kötü ortam, gece mezarlık ortamıdır. Çocuk uyanınca kapkaranlık mezarlık ortamında tek başına durabilecek ve korkusunu yenecektir. Böylelikle kötü şartlara dayanma alışkanlığı kazanacakmış. Tabii öyle olmamış. Bir zaman geçtikten sonra çocuk uyanmış. Önce etrafına şöyle bir bakınmış, kendisini bir tabutun içinde bulmuş, sonra kapağını açmış bakmış, kendisi kapkaranlık bir yerde ağaçların ve mezar taşlarının arasında. Ne olduğunu anlamadan başlamış ağlamaya. Ağlaya bağıra, çığlık çığlığa kalmış, sonunda aklını yitirmiş. Baba sabah gelmiş bakmış ki, oğlu en kötü şartlara dayanma alışkanlığı kazanamamış ve delirmiş. Bu sefer baba, başını taşlara vura vura o da delirmiş.Hayat aslında hep hikâyelerden ibarettir. Herkes kendi hikâyesini yaşar. Her millet de kendi hikâyesini yaşar. Türk milleti olarak biz yüzyıllar boyunca hayata hep doğru noktalardan bakıyorduk. Doğru, sağlam, akıllı, mantıklı bir bakış açısına sahip olduğumuz o kadim dönemlerde dünya çapında büyük işler başardık. Bütün dünyanın gıpta ettiği büyük bir Türk?İslam medeniyeti inşa ettik. Ama aşağı yukarı Tanzimat'tan sonra pusulamızı kaybettik. Hayatımıza, zamana, mekâna, olaylara yön veren doğru değerlerimizi, kutsal kabullerimizi, sapasağlam imanımızı, aşkımızı, şevkimizi, ümidimizi, azmimizi, kararlılığımızı kaybettik. Artık olaylara ve dünyaya gâvurun gözlüğüyle bakmaya başladık. Gâvur bize diyalektik bir bakış açısı verdi. Düz baktığımız hayata ve olaylara artık tersinden bakmaya başladık. Çocuklarımızı ölüm, hastalık, yokluk, savaş, mağlubiyet, felâket gibi her türlü olumsuz addedebileceğimiz olaylara karşı dayanıklı olsunlar diye Türk?İslam âlem görüşünü ören sahih değerlerle eğitiyorduk. Sağlam bir İslam imanı ve şuurlu bir millî ruhla donatıyorduk. Ailemizde, okulumuzda, sokağımızda, iş yerimizde, bütün kamusal alanlarda çocuklarımız, milletimiz tamamen yerli, millî, İslamî kültürel değer yargılarıyla ve bakış açısıyla yetişiyordu. Yani kendi evimizde ve sıcak yatağımızda mutlu, huzurlu uyuyorduk. Bu hayata ve olaylara doğru bir bakıştı. Böylesine sağlam bir felsefe, sahih bir iman, sağlam bir milliyet bilinciyle yetiştirdiğimiz çocuklarımız her türlü olumsuz durumlara karşı dayanıklıydı, metanetliydi, vakarlıydı, çelik gibi bir irade sahibiydi. Ama Tanzimat'tan sonra İslâm imanını ve Türk milliyet ruhunu kaybettik. Hayata gâvurun kokuşmuş, yanlış ve ölü düşünüş, duyuş ve yaşayış değerleriyle bakmaya başladık. Aynen hikâyedeki babanın küçücük çocuğunu hiç olmayacak şekilde götürüp gece yarısı mezarlığa bırakması gibi. Tanzimat babaları da Türk çocuklarını gece yarısı yerli, millî, İslamî huzur dolu yatağından, derin mutlu uykusundan aldılar, gâvurun batıl dünya görüşünü oluşturan asrî ölü kültür ve medeniyet mezarlığına bıraktılar. Türk çocukları da uyanınca kendilerini bir ölü değerler mezarlığı olan Batı kültür ve medeniyet mezarlığında bulunca feryad etmeye, bağırmaya başladılar. Bağıra bağıra aklımızı kaybettik. Onun için Tanzimat sonrası süreçte edebiyatımızda trajedi, bunalım, kaygı, stres, çaresizlik, saçma, sayıklama artmaya başladı. Türk milleti olarak yeniden aklımızın başımıza gelmesi için Batının batıl felsefelerinden, ideolojilerinden, siyasetlerinden, yaşama biçimlerinden, zararlı değerlerinden oluşan modern kültür ve medeniyet mezarlığından alınıp, geri evimize Türk?İslam kültür ve medeniyet yatağımıza yatırılmamız lazım. Biz yanlış yere bırakıldık, yanlış yerde yatıyoruz. Onun için Tanzimat'tan beri çığlık çığlığa feryad halindeyiz. Haçlı?Siyon emperyalist Batının yanlışlar, kötülükler, çirkinlikler, zararlar mezarlığında oraya buraya kaçışıp duruyoruz. Gâvurun oyuncağı olduk. Bizim doğal ve doğru yatağımız, huzurlu ve mutlu uykumuzu uyuduğumuz kendi evimiz, kendi yatağımız olan Türk?İslam kültür ve medeniyet yatağımızdır. Türk milleti! Kalkın kendi evimize dönüyoruz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Prof. Dr. Nurullah Çetin / diğer yazıları
- Dayatılan kapitalist stil / 26.12.2015
- "Karıştır barıştır"a karşı "birleştir savuştur" / 30.11.2015
- Öğretmenler Günü'nü kutlamak / 26.11.2015
- İşin sırrı dengede / 20.11.2015
- IŞİD terörist peki Fransa nedir? / 18.11.2015
- Anaları ağlamasın diye Fransa'ya çözüm süreci desteği / 17.11.2015
- Bir 10 Kasım yazısı / 12.11.2015
- Ölmek ve köle olmak dışında üçüncü bir seçenek / 11.11.2015
- Türk sosyalistlerini marabalıktan kurtulmaya davet / 09.11.2015
- Yandakların istilası / 05.11.2015
- "Karıştır barıştır"a karşı "birleştir savuştur" / 30.11.2015
- Öğretmenler Günü'nü kutlamak / 26.11.2015
- İşin sırrı dengede / 20.11.2015
- IŞİD terörist peki Fransa nedir? / 18.11.2015
- Anaları ağlamasın diye Fransa'ya çözüm süreci desteği / 17.11.2015
- Bir 10 Kasım yazısı / 12.11.2015
- Ölmek ve köle olmak dışında üçüncü bir seçenek / 11.11.2015
- Türk sosyalistlerini marabalıktan kurtulmaya davet / 09.11.2015
- Yandakların istilası / 05.11.2015