"Felsefeyi yerenlere kulak vermek doğru olur. Zira felsefeyi meşru kılmak isteyenin, sağlam milletlerin onu neye kullanmış ve kullanmakta olduğunu göstermesi gerekir. Çünkü Romalılar en iyi zamanlarında felsefesiz yaşamışlardır"(Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe / Nietzche).
Felsefe daima görünür gerçeği dar akla uygun biçimde kavramak ister. Filozoflar bununla felsefenin, bilgi konularının bütününü kapsadığını dolayısıyla evrensel bir bilim sistem olduğu görüşündedirler. Hatta bu külliliği daha ileriye götürerek felsefenin, köklü bir bilgi temeli oluşuyla diğer bilimlerden ayrıldığnı kabul ederler.
Aslında felsefeye itibarını sağlayan, varlığın bütününü nihaî sebeplerinden veyahut prensiplerinden kavramaya çalışmasındandır. Gerçeğe bakarsanız sadece bu felsefenin deneysel, ampirik değil teorik prensiplerden oluştuğunu gösterir.
Felsefe bundan dolayı olgu ve olayların sadece dış yanına bağlı kalmayarak, bunların derinliğine küllî bir şekilde inip, onları en içten bir arada tutan şeyin, iç bağlantılarının ne olduğunu bilmeye yönelmeye daima meyyaldir. Bu ise başlı başına bir dünya görüşü sunmak, bir hayat sistemi demektir.
Evrensellik zaman ve mekân içine yayılmışlıktır. Duyu organlarıyla algılanan ve bizi kuşatan dışgerçeklik yanında bir iç evren vardır. Gayrı maddî bir dünya olan bu iç gerçeklik de aklın bizzat kendi üzerinde düşünmesi sözkonusudur. Ki; zahiri dış bakışla duyu organlarıyla algılanmayan bu iç gerçeklik aslında ideal ve değerler dünyası dedikleri manevî alemdir. Yani ruhî alandır.
Ruhun, mananın tezahürlerinden mesela ahlâk, sanat, bilim gibi fikrî, manevî teşekküllerin olşuturduğu dünyadır.
Felsefenin niteliğine doğru bir yaklaşım metodunu da belirler. Çünkü metot izlenen usul, yol demektir. Bilimler de hakikatlere kendi konularına özgü yollarla varabilirler. Öyle ise bilimleri ayıran ölçü araştırma konuları, dolayısıyla bu konularla ilgili olarak sahip oldukları metotlarıdır.
Şayet felsefeye saf bir akıl bilimidir denirse, onun metodu akıl bilimlerinin ideal bilimlerinin metodu olan tümdengelim (dedüktif) metot oluverir. Eğer felsefeyi müspet pozitif bilimlerden, deneysel reel bilimlerden farksız kabul edersek, bu ampirik bilimlerin metodu olan tümevarım yöntemini (endüktif) kabul edilmiş sayılır.
Şayet felsefeyi ilkeler bilimi yani varlığı son sebepleriyle kavramaya çalışan, verilen şeylerin derinliğine nüfus ederek son ilk prensiplerine ve nedenlerine indirgeyen başka bir anlatımla, verilmiş şeyi son nedenlerine indirgeyen bilim olarak kabul edersek indirgemeci (redüksiyon) metodunu kabul etmiş oluruz.
Gazali gibi, felsefenin defterini dürüp iptal eden ve tasavvufu Peygamber (sav) sünnetine perçinleyen kişi şöyle diyor: "... Arifler mecaz çukurundan hakikat tepelerine çıkarlar ve bu yükseliş apaçık bir müşahade ile Allah'tan başka hakiki bir varlığın olmadığını görürler..." Her şeyin iki yüzü vardır; bir yüzü kendisine, diğeri Yaratan'a aittir. Kendi yüzü itibarıyla yokluktur. Allah'ın yüzü itibarıyla varlıktır. Zira Allah'tan ve O'nun yüzünden başka varlık yoktur, ezeli ve ebedi olarak O'nun yüzünden her şey helak olucudur... Allah-u Ekber manasını "O'nun başkasından büyük sanmışlardır. Haşa! Allah'tan başka varlık yoktur ki, O'ndan büyük olsun. İnsanlık ahsen-i takvim üzere yaratılmış, gönül aynasında sıfatı ilahiyenin daima tecelli ettiği ve manevî yüceliğe mazhar olduğuna göre aşk, insana varlığın sırrını faş eden, anlatan, hatırlatan yüce bir bağ olmalı.
Madem ilk işi Allah'ı bilmek ve oO'na varmaktır insanın, asıl öğrenmesi gereken ilim de bu aşk ilmi olmalıdır. Yoksa Yunus'un deyişiyle "İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendin bilmezsen bu nice okumaktır." Yine divanında şöyle der: "İlim okumak bilmektir, hem kendini bilmektir, çünkü kendin bilmezsen bir hayvandan betersin."
O halde bu ilim sırf zahiri ilimle, kitapla, felsefeyle olacak şey değildir. Çağımıza cevap verecek yol erenlerin tasavvuf yolundan başka değildir.
Felsefe daima görünür gerçeği dar akla uygun biçimde kavramak ister. Filozoflar bununla felsefenin, bilgi konularının bütününü kapsadığını dolayısıyla evrensel bir bilim sistem olduğu görüşündedirler. Hatta bu külliliği daha ileriye götürerek felsefenin, köklü bir bilgi temeli oluşuyla diğer bilimlerden ayrıldığnı kabul ederler.
Aslında felsefeye itibarını sağlayan, varlığın bütününü nihaî sebeplerinden veyahut prensiplerinden kavramaya çalışmasındandır. Gerçeğe bakarsanız sadece bu felsefenin deneysel, ampirik değil teorik prensiplerden oluştuğunu gösterir.
Felsefe bundan dolayı olgu ve olayların sadece dış yanına bağlı kalmayarak, bunların derinliğine küllî bir şekilde inip, onları en içten bir arada tutan şeyin, iç bağlantılarının ne olduğunu bilmeye yönelmeye daima meyyaldir. Bu ise başlı başına bir dünya görüşü sunmak, bir hayat sistemi demektir.
Evrensellik zaman ve mekân içine yayılmışlıktır. Duyu organlarıyla algılanan ve bizi kuşatan dışgerçeklik yanında bir iç evren vardır. Gayrı maddî bir dünya olan bu iç gerçeklik de aklın bizzat kendi üzerinde düşünmesi sözkonusudur. Ki; zahiri dış bakışla duyu organlarıyla algılanmayan bu iç gerçeklik aslında ideal ve değerler dünyası dedikleri manevî alemdir. Yani ruhî alandır.
Ruhun, mananın tezahürlerinden mesela ahlâk, sanat, bilim gibi fikrî, manevî teşekküllerin olşuturduğu dünyadır.
Felsefenin niteliğine doğru bir yaklaşım metodunu da belirler. Çünkü metot izlenen usul, yol demektir. Bilimler de hakikatlere kendi konularına özgü yollarla varabilirler. Öyle ise bilimleri ayıran ölçü araştırma konuları, dolayısıyla bu konularla ilgili olarak sahip oldukları metotlarıdır.
Şayet felsefeye saf bir akıl bilimidir denirse, onun metodu akıl bilimlerinin ideal bilimlerinin metodu olan tümdengelim (dedüktif) metot oluverir. Eğer felsefeyi müspet pozitif bilimlerden, deneysel reel bilimlerden farksız kabul edersek, bu ampirik bilimlerin metodu olan tümevarım yöntemini (endüktif) kabul edilmiş sayılır.
Şayet felsefeyi ilkeler bilimi yani varlığı son sebepleriyle kavramaya çalışan, verilen şeylerin derinliğine nüfus ederek son ilk prensiplerine ve nedenlerine indirgeyen başka bir anlatımla, verilmiş şeyi son nedenlerine indirgeyen bilim olarak kabul edersek indirgemeci (redüksiyon) metodunu kabul etmiş oluruz.
Gazali gibi, felsefenin defterini dürüp iptal eden ve tasavvufu Peygamber (sav) sünnetine perçinleyen kişi şöyle diyor: "... Arifler mecaz çukurundan hakikat tepelerine çıkarlar ve bu yükseliş apaçık bir müşahade ile Allah'tan başka hakiki bir varlığın olmadığını görürler..." Her şeyin iki yüzü vardır; bir yüzü kendisine, diğeri Yaratan'a aittir. Kendi yüzü itibarıyla yokluktur. Allah'ın yüzü itibarıyla varlıktır. Zira Allah'tan ve O'nun yüzünden başka varlık yoktur, ezeli ve ebedi olarak O'nun yüzünden her şey helak olucudur... Allah-u Ekber manasını "O'nun başkasından büyük sanmışlardır. Haşa! Allah'tan başka varlık yoktur ki, O'ndan büyük olsun. İnsanlık ahsen-i takvim üzere yaratılmış, gönül aynasında sıfatı ilahiyenin daima tecelli ettiği ve manevî yüceliğe mazhar olduğuna göre aşk, insana varlığın sırrını faş eden, anlatan, hatırlatan yüce bir bağ olmalı.
Madem ilk işi Allah'ı bilmek ve oO'na varmaktır insanın, asıl öğrenmesi gereken ilim de bu aşk ilmi olmalıdır. Yoksa Yunus'un deyişiyle "İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendin bilmezsen bu nice okumaktır." Yine divanında şöyle der: "İlim okumak bilmektir, hem kendini bilmektir, çünkü kendin bilmezsen bir hayvandan betersin."
O halde bu ilim sırf zahiri ilimle, kitapla, felsefeyle olacak şey değildir. Çağımıza cevap verecek yol erenlerin tasavvuf yolundan başka değildir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Adnan Ulutaş / diğer yazıları
- Bir medeniyetin iflası nedir bilir misin? / 23.07.2002
- Demokrasi kabusu / 17.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-II / 12.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-I / 11.07.2002
- Hangi zaman? / 10.07.2002
- Hangi ruh? / 09.07.2002
- Zulmün hukuku olmaz / 03.07.2002
- Batının ahlâksız hayatı! / 25.06.2002
- Avrupalaşma ihaneti / 19.06.2002
- Alçaklığın adı hukuk oldu! / 16.05.2002
- Demokrasi kabusu / 17.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-II / 12.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-I / 11.07.2002
- Hangi zaman? / 10.07.2002
- Hangi ruh? / 09.07.2002
- Zulmün hukuku olmaz / 03.07.2002
- Batının ahlâksız hayatı! / 25.06.2002
- Avrupalaşma ihaneti / 19.06.2002
- Alçaklığın adı hukuk oldu! / 16.05.2002