Türk Silahlı Kuvvetleri, muhaliflerle birlikte El Bab operasyonuna yoğunlaşırken, yaşanan bir takım gelişmeler ve dünya basınında çıkan haberler, "Acaba El Bab'da Türkiye bir tuzağın içine mi çekiliyor?" sorusunu gündeme taşıyor.
TSK, El Bab'a dayandıktan sonra, ne ilginçtir ki, ABD'nin, koalisyon güçleri, Irak hükümeti ve Barzani'nin peşmergesiyle yürüttüğü Musul operasyonu durma noktasına geldi.
Bu durgunluğu fırsat bilen IŞİD'in Musul'daki militanlarının yoğun bir şekilde El Bab'a doğru hareket ettiği ifade ediliyor.
Üstelik teröristlerin geçişi, ABD öncülüğündeki IŞİD'e karşı uluslararası koalisyonun sorumlu olduğu bölgeler üzerinden yapılıyor.
Uzmanlar, ABD'nin, IŞİD'li teröristlerin Musul'dan El Bab'a geçmesine göz yumduğunu belirtiyor ve bu durumun El Bab'daki çatışmaların çok yoğun ve kanlı geçmesine neden olacağını ifade ediyor.
Bir diğer önemli husus ise, koalisyon güçlerinin kurulma nedeni IŞİD'le mücadele olarak ifade edilmişti ve şu anda TSK, El Bab'da IŞİD'e karşı büyük bir operasyon başlattı. Normal şartlar altında koalisyon güçlerinin fırsat bu fırsat Türkiye'ye destek olması ve operasyonlara yardımcı olması gerekiyor.
TSK'dan yapılan açıklama ise dikkat çekici, "Koalisyon Güçleri tarafından hava harekatı icra edilmemiştir." Kolasiyon güçleri şu anda sadece izlemekle yetiniyor.
Yani El Bab gibi IŞİD'in ikinci kalesi olarak ifade edilen, geçiş güzergahı olan stratejik bir yere yapılan operasyonda Türkiye yalnız bırakılmış oldu.
Diğer önemli bir nokta ise, ABD'nin PKK/PYD ile birlikte yapacağını duyurduğu Rakka operasyonu ise sürekli erteleniyor. Yine bunu fırsat bilen IŞİD'li teröristler buradaki militanlarını da El Bab'a kaydırdı.
ABD ve koalisyon güçleri, IŞİD'le mücadelede gerçekten samimi olsalardı, TSK'nin El Bab'a operasyon yapmasını fırsat bilip, tüm güçlerini Musul ve Rakka operasyonuna yoğunlaştırır ve aynı anda yapılan operasyonlarla IŞİD'e karşı ciddi bir netice alınabilirdi.
Türkiye kolları sıvayıp işin içine girdiğinde, bir anda operasyonları durdurmaları, TSK'ya büyük bir kayıp verdirme gibi gizli bir niyeti gösteriyor, bir tuzağa işaret ediyor.
Bu sebeple ısrarla diyoruz ki, El Bab operasyonunu illaki yapacaksak, geçtiğimiz gün Moskova'da dışişleri bakanlarının mutabık kaldığı şekilde Türkiye-Rusya-İran-Suriye 4'lü mekanizmasıyla yapmalıyız.
Bu hem riskimizi azaltır, hem de daha az can kaynı vermemize vesile olur.
TSK'nin açıklamasına göre, etkisiz hale getirilen IŞİD'li teröristlerin içinden yabancıların da bulunduğu ifade ediliyor. Bu da gösteriyor ki, El Bab'da sadece IŞİD'e karşı bir mücadele vermeyeceğiz.
İlginç bir haber de "muhaliflerin" oluşturduğu Londra merkezli Suriye İnsan hakları Gözlemevi'nin iddiaları? Gözlemevi, TSK'nin El Bab kasabasına yaptığı hava operasyonlarında son 24 saatte 88 sivilin, 4 aylık Fırat Kalkanı Harekatı'nda ise toplam 250 sivilin öldüğünü iddia ediyor. Genelkurmay Basın daire Başkanlığı, bu iddiaları yalanladı.
Başkanlıktan yapılan açıklamada, "Sivil halk ile ilgili hassasiyetimiz had safhadadır. Bu konuya özel önem veriyoruz. Hedefler seçilirken tek tek, birkaç kaynaktan detay ve teyit alınmadan hiçbir şekilde hedefler vurulmuyor. Bugüne kadar sivil zayiat konusunda o sivillerin ne akrabalarından ne ailelerinden hiçbir şey gelmemiştir. Bu kuruluş bunu sürekli olarak tetiklemekte, bu yalanları üretmektedir" denildi.
Bu iddialarda ilginç olan ise, bu tür iftiraların, Suriye'de beraber hareket etiğimiz muhalifler tarafından üretilmesi? Hem yanımızdalar, hem de karşımızdalar, nasıl oluyorsa?
Türkiye, Suriye bataklığında gerçekten yalnız kaldı.
Bu açıdan da bakıldığında Türkiye, Rusya, İran ve Suriye'nin desteğini alarak operasyonlara devam etmelidir, yoksa çok ciddi sonuçlarla karşılaşabiliriz.
Nihai çözüm konusunda ise yapılması gerekeni Prof. Dr. Haydar Baş, 2 Eylül 2016 tarihli "Cerablus batağından çıkılabilir mi?" yazısında net olarak ifade etmektedir.
Sayın Baş, bu yazısında Türkiye'nin sınır güvenliğine ve iç asayişe önem vermesi gerektiğini, kendi vatanımızda devletimizin ve yapılanmamızın; can, mal, namus emniyetinin, din ve vicdan hürriyetinin teminatı olmamız gerektiğini belirtmektedir.
Unutmayalım ki, kendi iç güvenliğimizi milli bir bakış açısıyla, milli çözümlerle halletmediğimiz sürece, dışarıda ciddi bir sonuç elde edemeyiz.
Hatta dışarıda yaşayacaklarımız, şu içinde bulunduğumuz zifiri karanlığı daha da derinleştirir.
TSK, El Bab'a dayandıktan sonra, ne ilginçtir ki, ABD'nin, koalisyon güçleri, Irak hükümeti ve Barzani'nin peşmergesiyle yürüttüğü Musul operasyonu durma noktasına geldi.
Bu durgunluğu fırsat bilen IŞİD'in Musul'daki militanlarının yoğun bir şekilde El Bab'a doğru hareket ettiği ifade ediliyor.
Üstelik teröristlerin geçişi, ABD öncülüğündeki IŞİD'e karşı uluslararası koalisyonun sorumlu olduğu bölgeler üzerinden yapılıyor.
Uzmanlar, ABD'nin, IŞİD'li teröristlerin Musul'dan El Bab'a geçmesine göz yumduğunu belirtiyor ve bu durumun El Bab'daki çatışmaların çok yoğun ve kanlı geçmesine neden olacağını ifade ediyor.
Bir diğer önemli husus ise, koalisyon güçlerinin kurulma nedeni IŞİD'le mücadele olarak ifade edilmişti ve şu anda TSK, El Bab'da IŞİD'e karşı büyük bir operasyon başlattı. Normal şartlar altında koalisyon güçlerinin fırsat bu fırsat Türkiye'ye destek olması ve operasyonlara yardımcı olması gerekiyor.
TSK'dan yapılan açıklama ise dikkat çekici, "Koalisyon Güçleri tarafından hava harekatı icra edilmemiştir." Kolasiyon güçleri şu anda sadece izlemekle yetiniyor.
Yani El Bab gibi IŞİD'in ikinci kalesi olarak ifade edilen, geçiş güzergahı olan stratejik bir yere yapılan operasyonda Türkiye yalnız bırakılmış oldu.
Diğer önemli bir nokta ise, ABD'nin PKK/PYD ile birlikte yapacağını duyurduğu Rakka operasyonu ise sürekli erteleniyor. Yine bunu fırsat bilen IŞİD'li teröristler buradaki militanlarını da El Bab'a kaydırdı.
ABD ve koalisyon güçleri, IŞİD'le mücadelede gerçekten samimi olsalardı, TSK'nin El Bab'a operasyon yapmasını fırsat bilip, tüm güçlerini Musul ve Rakka operasyonuna yoğunlaştırır ve aynı anda yapılan operasyonlarla IŞİD'e karşı ciddi bir netice alınabilirdi.
Türkiye kolları sıvayıp işin içine girdiğinde, bir anda operasyonları durdurmaları, TSK'ya büyük bir kayıp verdirme gibi gizli bir niyeti gösteriyor, bir tuzağa işaret ediyor.
Bu sebeple ısrarla diyoruz ki, El Bab operasyonunu illaki yapacaksak, geçtiğimiz gün Moskova'da dışişleri bakanlarının mutabık kaldığı şekilde Türkiye-Rusya-İran-Suriye 4'lü mekanizmasıyla yapmalıyız.
Bu hem riskimizi azaltır, hem de daha az can kaynı vermemize vesile olur.
TSK'nin açıklamasına göre, etkisiz hale getirilen IŞİD'li teröristlerin içinden yabancıların da bulunduğu ifade ediliyor. Bu da gösteriyor ki, El Bab'da sadece IŞİD'e karşı bir mücadele vermeyeceğiz.
İlginç bir haber de "muhaliflerin" oluşturduğu Londra merkezli Suriye İnsan hakları Gözlemevi'nin iddiaları? Gözlemevi, TSK'nin El Bab kasabasına yaptığı hava operasyonlarında son 24 saatte 88 sivilin, 4 aylık Fırat Kalkanı Harekatı'nda ise toplam 250 sivilin öldüğünü iddia ediyor. Genelkurmay Basın daire Başkanlığı, bu iddiaları yalanladı.
Başkanlıktan yapılan açıklamada, "Sivil halk ile ilgili hassasiyetimiz had safhadadır. Bu konuya özel önem veriyoruz. Hedefler seçilirken tek tek, birkaç kaynaktan detay ve teyit alınmadan hiçbir şekilde hedefler vurulmuyor. Bugüne kadar sivil zayiat konusunda o sivillerin ne akrabalarından ne ailelerinden hiçbir şey gelmemiştir. Bu kuruluş bunu sürekli olarak tetiklemekte, bu yalanları üretmektedir" denildi.
Bu iddialarda ilginç olan ise, bu tür iftiraların, Suriye'de beraber hareket etiğimiz muhalifler tarafından üretilmesi? Hem yanımızdalar, hem de karşımızdalar, nasıl oluyorsa?
Türkiye, Suriye bataklığında gerçekten yalnız kaldı.
Bu açıdan da bakıldığında Türkiye, Rusya, İran ve Suriye'nin desteğini alarak operasyonlara devam etmelidir, yoksa çok ciddi sonuçlarla karşılaşabiliriz.
Nihai çözüm konusunda ise yapılması gerekeni Prof. Dr. Haydar Baş, 2 Eylül 2016 tarihli "Cerablus batağından çıkılabilir mi?" yazısında net olarak ifade etmektedir.
Sayın Baş, bu yazısında Türkiye'nin sınır güvenliğine ve iç asayişe önem vermesi gerektiğini, kendi vatanımızda devletimizin ve yapılanmamızın; can, mal, namus emniyetinin, din ve vicdan hürriyetinin teminatı olmamız gerektiğini belirtmektedir.
Unutmayalım ki, kendi iç güvenliğimizi milli bir bakış açısıyla, milli çözümlerle halletmediğimiz sürece, dışarıda ciddi bir sonuç elde edemeyiz.
Hatta dışarıda yaşayacaklarımız, şu içinde bulunduğumuz zifiri karanlığı daha da derinleştirir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Murat Çabas / diğer yazıları
- Birlik ve beraberliğe adanmış bir ömür / 12.04.2025
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Trump yeni gümrük tarifeleriyle neyi amaçlıyor? / 05.04.2025
- Kıbrıs sürecinde düşmanlık ve müzakere aynı anda! / 04.04.2025
- Orta Doğu’da Trump’ın planı işliyor / 03.04.2025
- Tepki, demokrasinin zarar görmesinedir / 28.03.2025
- Din Allah’ın Kur’an’da anlattığı, Ehl-i Beyt’in yaşadığıdır / 27.03.2025
- Hakaret ve küfür, siyasetin dili olamaz / 26.03.2025
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Trump yeni gümrük tarifeleriyle neyi amaçlıyor? / 05.04.2025
- Kıbrıs sürecinde düşmanlık ve müzakere aynı anda! / 04.04.2025
- Orta Doğu’da Trump’ın planı işliyor / 03.04.2025
- Tepki, demokrasinin zarar görmesinedir / 28.03.2025
- Din Allah’ın Kur’an’da anlattığı, Ehl-i Beyt’in yaşadığıdır / 27.03.2025
- Hakaret ve küfür, siyasetin dili olamaz / 26.03.2025