Bizler , bazen elimizdekilerin değerini kaybettikten sonra anlayan ve bununla bütün ömrünü ah-vah ile geçiren insanlar oluyoruz. İnsan elindeki güzelliklerin ve kıymetlerin değerini onlara sahipken ne yazık ki çoğu zaman farkedemiyor bile ...
Anamız, babamız, evlatlarımız, eşimiz, sevdiğimiz veya değer verdiğimiz her ne kıymetler varsa ancak yokluklarında kadir kıymetlerini farkedebiliyoruz. Düşünün bir kez; kadrini bilemediğimiz ne güzellikleri yitirmişizdir, değil mi?
Bunları bazen kendi çekingenliğimizden, bazen de bizim dışımızdaki etkenlerin sonucu olarak yitirmişizdir. Ama insana en acı vereni "keşke" dedirten ve bizim tutukluğumuzdan kaynaklananıdır. İşte bu, ömrümüzün sonuna kadar içimizi kemirir durur. Oysa insan her davranışında özgür ve hür iradeli olmalıdır. "Acaba ne derler?" hastalığına yakalandık mı iflahı yoktur, hiç affetmez. Meşhur bir türkümüzde denildiği gibi; dost kervanı geçtikten sonra kendimizi eylememizin hiç bir manası yoktur. İnsan kesinlikle hür vicdanlı ve hür irfanlı (anlayışlı) olmalıdır. Eğer anlayışımız dışarıdan, diğer insanların istedikleri yönde hareket ediyorsa, bizi de onlar idare ediyor demektir. Oysa insan herşeyin sahibi olduğu gibi, en önce de kendinin sahibidir. Ve bunun hakkını vermelidir. Çünkü geçen her an, bizim ömrümüzden geçmektedir. Asla bir daha yaşanmayacaktır. Öyle ise, geçen her anımızın kadrini bilmek zorundayız.
Kişilerin özgürlükleri ancak başka insanların özgürlükleri ile sınırlıdır. Beşeri münasebetlerdeki bu kural aslında tüm toplum, hatta insanlık için de geçerlidir. Bir ulus diğerinin hak ve hukukuna tecavüzde bulunmadığı ve saygı gösterdiği müddetçe, orada savaş çıkması ihtimali var mıdır? Ama bu asla kendi hakkını aramamak, tâbi olmak şeklinde algılanmamalıdır. Aynı kişilerde olduğu gibi, milletlerde de şeref, haysiyet ve onur vardır. Eğer buna bir saldırı oluyorsa; sessiz kalmak, enayilik olarak tercüme edilir. Milli şahsiyet iddiası gütmek her insanın en doğal hakkıdır. Hangimiz istemeyiz ki, Türkiye'miz dünyanın en zengin, gelişmiş ve huzurlu ülkesi olmasın? Öyle ise ideallerimizden biri ortaya çıkmış oldu değil mi?
Her insan; sevgiye, sevilmeye muhtaçtır. Kim takdirkar bir söz işitmekten hoşnut olmaz? Başarılarımızın dilden dile dolanması, koltuklarımızı nasıl da kabartır. Ama asıl önemli olan kendi içimizden, kendimize duyduğumuz sestir. Eğer vicdan dediğimiz bu ses bizi eleştiriyorsa; emin olun kuştüyü yatak bile vurur. Demek ki, önce kendi gönül evimizde hoşnut yaşamamız gereklidir. Gönlünde fırtınalar kopan bir yiğidin, istediğine erememesi, kendi dünyasında tatmin olamaması onun tüm hayatını altüst etmeye yeter de artar bile. Önce kendi yaptığımız işten, kendimiz memnun olmalıyız. Gurur duymalıyız. Hatta dürüstçe, bundan daha iyisini kimse yapamazdı diyebilmeliyiz, kendi kendimize.
İşte mutluluk anahtarı bence bu ...
* Alptekin CEVHERLİ
Anamız, babamız, evlatlarımız, eşimiz, sevdiğimiz veya değer verdiğimiz her ne kıymetler varsa ancak yokluklarında kadir kıymetlerini farkedebiliyoruz. Düşünün bir kez; kadrini bilemediğimiz ne güzellikleri yitirmişizdir, değil mi?
Bunları bazen kendi çekingenliğimizden, bazen de bizim dışımızdaki etkenlerin sonucu olarak yitirmişizdir. Ama insana en acı vereni "keşke" dedirten ve bizim tutukluğumuzdan kaynaklananıdır. İşte bu, ömrümüzün sonuna kadar içimizi kemirir durur. Oysa insan her davranışında özgür ve hür iradeli olmalıdır. "Acaba ne derler?" hastalığına yakalandık mı iflahı yoktur, hiç affetmez. Meşhur bir türkümüzde denildiği gibi; dost kervanı geçtikten sonra kendimizi eylememizin hiç bir manası yoktur. İnsan kesinlikle hür vicdanlı ve hür irfanlı (anlayışlı) olmalıdır. Eğer anlayışımız dışarıdan, diğer insanların istedikleri yönde hareket ediyorsa, bizi de onlar idare ediyor demektir. Oysa insan herşeyin sahibi olduğu gibi, en önce de kendinin sahibidir. Ve bunun hakkını vermelidir. Çünkü geçen her an, bizim ömrümüzden geçmektedir. Asla bir daha yaşanmayacaktır. Öyle ise, geçen her anımızın kadrini bilmek zorundayız.
Kişilerin özgürlükleri ancak başka insanların özgürlükleri ile sınırlıdır. Beşeri münasebetlerdeki bu kural aslında tüm toplum, hatta insanlık için de geçerlidir. Bir ulus diğerinin hak ve hukukuna tecavüzde bulunmadığı ve saygı gösterdiği müddetçe, orada savaş çıkması ihtimali var mıdır? Ama bu asla kendi hakkını aramamak, tâbi olmak şeklinde algılanmamalıdır. Aynı kişilerde olduğu gibi, milletlerde de şeref, haysiyet ve onur vardır. Eğer buna bir saldırı oluyorsa; sessiz kalmak, enayilik olarak tercüme edilir. Milli şahsiyet iddiası gütmek her insanın en doğal hakkıdır. Hangimiz istemeyiz ki, Türkiye'miz dünyanın en zengin, gelişmiş ve huzurlu ülkesi olmasın? Öyle ise ideallerimizden biri ortaya çıkmış oldu değil mi?
Her insan; sevgiye, sevilmeye muhtaçtır. Kim takdirkar bir söz işitmekten hoşnut olmaz? Başarılarımızın dilden dile dolanması, koltuklarımızı nasıl da kabartır. Ama asıl önemli olan kendi içimizden, kendimize duyduğumuz sestir. Eğer vicdan dediğimiz bu ses bizi eleştiriyorsa; emin olun kuştüyü yatak bile vurur. Demek ki, önce kendi gönül evimizde hoşnut yaşamamız gereklidir. Gönlünde fırtınalar kopan bir yiğidin, istediğine erememesi, kendi dünyasında tatmin olamaması onun tüm hayatını altüst etmeye yeter de artar bile. Önce kendi yaptığımız işten, kendimiz memnun olmalıyız. Gurur duymalıyız. Hatta dürüstçe, bundan daha iyisini kimse yapamazdı diyebilmeliyiz, kendi kendimize.
İşte mutluluk anahtarı bence bu ...
* Alptekin CEVHERLİ