Geçen hafta Cuma günü camilerde halkımızın yakıştırdığı isimle "dolar hutbesi" okundu. Bendeniz halen hastanede tedavi altında olduğumdan dinlemek fırsatı bulamadım. Ancak bazı TV'lerde yayınlanan bölümlerinden içeriği hakkında bilgi sahibi oldum.
Son birkaç yıldır Cuma hutbeleri D.İ.B'nın tekeline alındı. Önceleri gayet kaba bir yakıştırma ile çatlak sesleri önleme maksadıyla yapılan bu uygulama yoğun propaganda ile geniş kitlelere mazur gösterilmişti. Ana hedef ne olursa olsun, sonradan demokratik devlet anlayışıyla bağdaşmadığı yolunda eleştirenler oldu.
Buhrandan beli bükülmüş üstelik başarısız yönetimin ağır faturasını ödemek zournda bırakılmış halk kitleleri hutbeyi dinleyince sanırız dudak bükmüşlerdir. Bir gecelik değişimde ağırlaşan hayat şartları altında ezilen halk doları nereden alsın, bulsun ki, karnını zor doyuruyor. Siftahsız kepenk kapatanlar, işini tatil etmek zorunda kalanların sayısını Allah bilir.
Peki böyle camilerde dolar hutbesi okunarak kriz ne ölçüde aşılabilir? Bu krizi, etkilenen halk mı çıkardı? Sümmettedarik tedbirler nereye kadar etkili olur? İsterseniz bu sorulara cevap aramak için gerilere gidelim.
Hepimiz biliyoruz, 19 Şubat'ta başladı sarsıntı. Milleti şaşkına çevirdi. Ortalığı karıştırdı.
Bilen bilmeyen, anlayan anlamayan durmaksızın konuştu. Halka umut vermeye çalışıldı. Öneriler getirildi. Bunlardan bir kısmı gerçekçi idi. Şu var ki bu önerilere kulak asan olmadı. Boşuna dememiş şair "Varak-ı mihr-i vefayı kim okur, kim dinler".
Memlekette bu kadar iktisatçı, ekonomi uzmanı varken ta Amerika'dan âlâ ile vâlâ ile Kemal Derviş teşrif etti/ettirildi. Kedisine öyle geniş çaplı krediler açıldı ki. Mübareğin elinde sihirli değnek, dokunduğu yeri düzeltecek! El attığı sorunu çözecek. Ona açılan kredi sadece sevgi ve umut bazında kalsaydı yine de bir şeyler olurdu. Zamanla görüldü ki, ekonominin tek ismi, eski deyişle nefs-i mütekellim vahde kesildi.
Krizden canı yanan kitleler ayağa kalktı. Polisiye tedbirlerle önlendi karışıklık çıkması. Geriye halkımızın güzel deyişiyle "yumruklu" protesto kaldı. Açacak olursak bağrını döverek ilenmek. Dinlediğimiz onlarca bağrı yanık şöyle diyor: Bu yöntemden başka deşarj olacak bir şey kalmadı. Anlaşılan, vatandaş burnundan soluyor. Çoğu, Allah korusun, cinnetin eşiğinde. Buna karşılık ne yapılıyor? Daha ne yapılsın? Zam üstüne zam!
Derviş'in hazırladığı ve tamamen IMF/Dünya Bankası istekleri doğrultusundaki program da sadra şifa vermedi. Zaten vermesi de beklenmiyordu. Nedeni, Türkiye gerçeklerine göre değil IMF patronlarının istekleri doğrultusunda hazırlanmıştı. Kaldı ki, pancara, tütüne, fındığa kota getirerek çiftçinin elinden ekmeğini almaya kalkıyordu. On binlerce insan tütün ekmesin, pancar yetiştirmesin, fındıktan vazgeçsin. Peki neyle geçinecek bunca insan, diyen çıkmadı.
Görünüşte bir şeyler yapılıyordu. Ama derde deva nerede kalmıştı? Esnafı, çiftçiyi, sanayiciyi, reel sektörü destekleyip buhranı kısa yoldan halletme yerine nedense dolaşık yollar seçilmişti. Hortumlanan bankaların zararlarına odaklanmıştı adeta bütün gayretler. Basına yansıyanlara göre şimdiye kadar içi boşaltılan bankaların zararını telafi etmek için 20 milyar dolar aktarılmış. Yetmemiş olacak ki, fakir-fukaraya verilmek üzere fak-fun-fonda toplanan paralardan da 120 trilyon. Bu paraların yarısı üretime yönelmiş olsaydı, Allah'ın izniyle tünelin ucu çoktan görünürdü.
Ağır hayat şartları altında ezilen vatandaşın ilenmesi sırasında bile öyle kafası çalışıyor ki. Banka boşaltmadan devlet bankaları da nasibini almış. Eşe, dosta, hısım-akrabaya patronlara korkunç krediler açılmış. Ve, ve, geri dönmemiş. Adına görev zararı demişler, olmuş bitmiş. Vatandaş soruyor. Türkiye Cumhuriyeti'nde, hangi kanunun kaçıncı fıkrasında devlet bankalarından alınıp geri verilmeyen paralar görev zararı oluyor! Yoksa bu bankaları yöneten kanun, nizam, yönetmelik, her neyse gizli bir madde mi taşıyor? Hatırlı akraba, dost kredileri geri verilmezse bankanın görev zararı sayılır, diye.
Bunların üstüne bir de yolsuzluk furyası eklendi.
Gün geçmiyor ki basına çeşitli devlet kuruluşlarındaki yolsuzluklar yansımasın.
Durum böyle iken vatandaşa doları bırak, Türk lirasına bak, öğütleri veriliyor. Bizce havanda su döğmek gibi bir şey. Dahası, dostlar alışverişte görsün kabilinden. İmama demezler mi, günaydın! İş bu kerteye gelinceye kadar neredeydiniz?
Camilerde dolar hutbesi okutup bununla ekonomik krize çözüm arayışı peşinde olanlardan bir kısmı kanımızca dini vicdanlara hapsedip hayata liberal, küresel açıdan bakma düşleri görenler olsa gerek. Genelde din kurumunu, özelde İslâm'ı kırparak "kuşa çevirme" eğilimi farkedilenleri de unutmayınız. Dini sosyal hayattan çıkarıp tamamen liberal demokratlık hülyaları kuranlar, başları sıkışınca İslâm'ın etkisinden, hür vicdanlardaki yerinden faydalanma yoluna gidiyorlar. Gerici, takunyalı, köktendinci yaftalarıyla sanki bu ülkenin insanları değillermiş gibi ayırım yaptıkları samimi, dindar, dürüst insanlardan medet umuyorlar.
O insanlar ekonmik kriz patlak verdi vereli, üzerlerine düşeni hakkıyla yapıyor. Hiç merak buyurulmasın. Üstelik meşru olmayan yollarla bankalarda devletten hortumlanarak, yata, kata, lükse harcanan paraları da hemen her gün benzine, gaza, elektriğe, telefona yapılan insaf dışı zamlarla sınırlı bütçelerinde delik üstüne delik açılması pahasına ödüyorlar. Bu halk öyle gönlü zengin bir toplumdur ki bu yükü de çeker. Ne olurdu bir de devletli devlet adamlarımız, özellikle de politikacılarımız her şeye rağmen siyaset, hükümet arzularını yenip halkı dinleseler, gözleseler. Feryatlara kulak verseler. Halkın katlandığı fedakarlıklara onlar da katlansalar. Ne kaybederlerdi. Bence hiç. Ama çok şey kazanacakları muhakkak.
Son birkaç yıldır Cuma hutbeleri D.İ.B'nın tekeline alındı. Önceleri gayet kaba bir yakıştırma ile çatlak sesleri önleme maksadıyla yapılan bu uygulama yoğun propaganda ile geniş kitlelere mazur gösterilmişti. Ana hedef ne olursa olsun, sonradan demokratik devlet anlayışıyla bağdaşmadığı yolunda eleştirenler oldu.
Buhrandan beli bükülmüş üstelik başarısız yönetimin ağır faturasını ödemek zournda bırakılmış halk kitleleri hutbeyi dinleyince sanırız dudak bükmüşlerdir. Bir gecelik değişimde ağırlaşan hayat şartları altında ezilen halk doları nereden alsın, bulsun ki, karnını zor doyuruyor. Siftahsız kepenk kapatanlar, işini tatil etmek zorunda kalanların sayısını Allah bilir.
Peki böyle camilerde dolar hutbesi okunarak kriz ne ölçüde aşılabilir? Bu krizi, etkilenen halk mı çıkardı? Sümmettedarik tedbirler nereye kadar etkili olur? İsterseniz bu sorulara cevap aramak için gerilere gidelim.
Hepimiz biliyoruz, 19 Şubat'ta başladı sarsıntı. Milleti şaşkına çevirdi. Ortalığı karıştırdı.
Bilen bilmeyen, anlayan anlamayan durmaksızın konuştu. Halka umut vermeye çalışıldı. Öneriler getirildi. Bunlardan bir kısmı gerçekçi idi. Şu var ki bu önerilere kulak asan olmadı. Boşuna dememiş şair "Varak-ı mihr-i vefayı kim okur, kim dinler".
Memlekette bu kadar iktisatçı, ekonomi uzmanı varken ta Amerika'dan âlâ ile vâlâ ile Kemal Derviş teşrif etti/ettirildi. Kedisine öyle geniş çaplı krediler açıldı ki. Mübareğin elinde sihirli değnek, dokunduğu yeri düzeltecek! El attığı sorunu çözecek. Ona açılan kredi sadece sevgi ve umut bazında kalsaydı yine de bir şeyler olurdu. Zamanla görüldü ki, ekonominin tek ismi, eski deyişle nefs-i mütekellim vahde kesildi.
Krizden canı yanan kitleler ayağa kalktı. Polisiye tedbirlerle önlendi karışıklık çıkması. Geriye halkımızın güzel deyişiyle "yumruklu" protesto kaldı. Açacak olursak bağrını döverek ilenmek. Dinlediğimiz onlarca bağrı yanık şöyle diyor: Bu yöntemden başka deşarj olacak bir şey kalmadı. Anlaşılan, vatandaş burnundan soluyor. Çoğu, Allah korusun, cinnetin eşiğinde. Buna karşılık ne yapılıyor? Daha ne yapılsın? Zam üstüne zam!
Derviş'in hazırladığı ve tamamen IMF/Dünya Bankası istekleri doğrultusundaki program da sadra şifa vermedi. Zaten vermesi de beklenmiyordu. Nedeni, Türkiye gerçeklerine göre değil IMF patronlarının istekleri doğrultusunda hazırlanmıştı. Kaldı ki, pancara, tütüne, fındığa kota getirerek çiftçinin elinden ekmeğini almaya kalkıyordu. On binlerce insan tütün ekmesin, pancar yetiştirmesin, fındıktan vazgeçsin. Peki neyle geçinecek bunca insan, diyen çıkmadı.
Görünüşte bir şeyler yapılıyordu. Ama derde deva nerede kalmıştı? Esnafı, çiftçiyi, sanayiciyi, reel sektörü destekleyip buhranı kısa yoldan halletme yerine nedense dolaşık yollar seçilmişti. Hortumlanan bankaların zararlarına odaklanmıştı adeta bütün gayretler. Basına yansıyanlara göre şimdiye kadar içi boşaltılan bankaların zararını telafi etmek için 20 milyar dolar aktarılmış. Yetmemiş olacak ki, fakir-fukaraya verilmek üzere fak-fun-fonda toplanan paralardan da 120 trilyon. Bu paraların yarısı üretime yönelmiş olsaydı, Allah'ın izniyle tünelin ucu çoktan görünürdü.
Ağır hayat şartları altında ezilen vatandaşın ilenmesi sırasında bile öyle kafası çalışıyor ki. Banka boşaltmadan devlet bankaları da nasibini almış. Eşe, dosta, hısım-akrabaya patronlara korkunç krediler açılmış. Ve, ve, geri dönmemiş. Adına görev zararı demişler, olmuş bitmiş. Vatandaş soruyor. Türkiye Cumhuriyeti'nde, hangi kanunun kaçıncı fıkrasında devlet bankalarından alınıp geri verilmeyen paralar görev zararı oluyor! Yoksa bu bankaları yöneten kanun, nizam, yönetmelik, her neyse gizli bir madde mi taşıyor? Hatırlı akraba, dost kredileri geri verilmezse bankanın görev zararı sayılır, diye.
Bunların üstüne bir de yolsuzluk furyası eklendi.
Gün geçmiyor ki basına çeşitli devlet kuruluşlarındaki yolsuzluklar yansımasın.
Durum böyle iken vatandaşa doları bırak, Türk lirasına bak, öğütleri veriliyor. Bizce havanda su döğmek gibi bir şey. Dahası, dostlar alışverişte görsün kabilinden. İmama demezler mi, günaydın! İş bu kerteye gelinceye kadar neredeydiniz?
Camilerde dolar hutbesi okutup bununla ekonomik krize çözüm arayışı peşinde olanlardan bir kısmı kanımızca dini vicdanlara hapsedip hayata liberal, küresel açıdan bakma düşleri görenler olsa gerek. Genelde din kurumunu, özelde İslâm'ı kırparak "kuşa çevirme" eğilimi farkedilenleri de unutmayınız. Dini sosyal hayattan çıkarıp tamamen liberal demokratlık hülyaları kuranlar, başları sıkışınca İslâm'ın etkisinden, hür vicdanlardaki yerinden faydalanma yoluna gidiyorlar. Gerici, takunyalı, köktendinci yaftalarıyla sanki bu ülkenin insanları değillermiş gibi ayırım yaptıkları samimi, dindar, dürüst insanlardan medet umuyorlar.
O insanlar ekonmik kriz patlak verdi vereli, üzerlerine düşeni hakkıyla yapıyor. Hiç merak buyurulmasın. Üstelik meşru olmayan yollarla bankalarda devletten hortumlanarak, yata, kata, lükse harcanan paraları da hemen her gün benzine, gaza, elektriğe, telefona yapılan insaf dışı zamlarla sınırlı bütçelerinde delik üstüne delik açılması pahasına ödüyorlar. Bu halk öyle gönlü zengin bir toplumdur ki bu yükü de çeker. Ne olurdu bir de devletli devlet adamlarımız, özellikle de politikacılarımız her şeye rağmen siyaset, hükümet arzularını yenip halkı dinleseler, gözleseler. Feryatlara kulak verseler. Halkın katlandığı fedakarlıklara onlar da katlansalar. Ne kaybederlerdi. Bence hiç. Ama çok şey kazanacakları muhakkak.
Mücteba Uğur / diğer yazıları
- Savaşa alkış tutmak mı / 26.09.2001
- Konulu Kur'an-ı Kerim tefsiri / 23.09.2001
- Bir öğrenim yılı daha başladı / 16.09.2001
- Hava üzerine / 12.09.2001
- Dolar hutbesinin düşündürdükleri / 08.09.2001
- Bitmeyen hikâye yolsuzluk / 31.08.2001
- Suç işleme oranı artıyor / 07.08.2001
- Sivil hayata sıçrayan başörtüsü haksızlığı / 03.08.2001
- Tarafsızlık mı, ihanet mi? / 27.07.2001
- Cuma namazı kadınlara da farz mı? / 25.07.2001
- Konulu Kur'an-ı Kerim tefsiri / 23.09.2001
- Bir öğrenim yılı daha başladı / 16.09.2001
- Hava üzerine / 12.09.2001
- Dolar hutbesinin düşündürdükleri / 08.09.2001
- Bitmeyen hikâye yolsuzluk / 31.08.2001
- Suç işleme oranı artıyor / 07.08.2001
- Sivil hayata sıçrayan başörtüsü haksızlığı / 03.08.2001
- Tarafsızlık mı, ihanet mi? / 27.07.2001
- Cuma namazı kadınlara da farz mı? / 25.07.2001