Son bir-iki yıldır Türkiye'nin gündemini alan tek konu yolsuzluk. Bunlara üst düzey nüfuz ticaretini de ekleyiniz. Banka hortumlamalarını, komisyon adı altında kasalara, keselere, hesaplara akan rüşvetleri de dahil ediniz. Korkunç boyutlara ulaşıyor.
İşin tuhaf tarafı hangi siyasetçiye sorsanız hükûmeti adına konuşurken "yolsuzlukların üstüne kararlılıkla gidilecektir" söylemini de ihmal etmiyor.
Hayli önceleri yolsuzluk şaibesi altında kalanlar, bizim işgüzar medyanın becerikli habercileri mikrofonu uzatıp falan işte yolsuzluk yaptığınız söyleniyor. Ne diyeceksiniz? gibi saçma sapan sorular yönelttiklerinde yalan, bana komplo hazırlıyorlar derlerdi. Dikkat edilirse bugünlerde böyle bir söyleme dahi yanaşmıyorlar. Anlaşılan işin uzun vadede gevşeyeceğini düşünerek rahat hareket edebiliyorlar.
Savcılarımız, maşallah, el attıkları konuda geceyi gündüze katarak raporlar hazırlıyorlar. Gerekli mercilere sunuyorlar. Ancak ondan sonrası maalesef ağır aksak yürüyor. Baksanıza, son yıllarda el atılan olaylardan hiçbiri henüz sonuca bağlanmadı.
Bana ilginç gelen bir taraf da yolsuzluk kovuşturmalarının ismi. Geçtiğimiz hafta içinde basına yansıyanlardan Türk Hava Kurumu'ndakine çekirge operasyonu denilmiş. Demek birkaç çekirge bir iki sıçrama ile bir şeyler yapmışlar! Bundan sonra bakalım yine sıçrayabilecekler mi?
Karayollarındaki yolsuzluğa isim bulmuşlar mı bilmiyorum. Bana kalırsa müfettişlerin raporlarından yoluyla yordamıyla yapılmış bir yolsuzluk izlenimi alınıyor. Adına yol-yordam operasyonu denilmesi uygun olacak galiba! Bayındırlık Bakanlığında ortaya çıkana ise "vurgun" demişler. Tam ismiyle müsemma bir adlandırma.
Yıllardır işiterek kanıksadığımız, bir türlü arkası kesilmeyen, sonu gelmeyen yolsuzluklar bize Arap Edebiyatının meşhur bir öyküsünü hatırlattı. Adı "bitmeyen hikâye". Mutlu son, veya kırk katır, kırk satırla sona ermeyen bir masal.
Şöyle nakledilir:
"Vaktiyle bir padişah sokaklarda dellal çağırtıp kendisine sonu gelmeyecek bir hikâye anlatacak olanı ödüllendireceğini ilan eder.
İlan üzerine müsahipler, meddahlar, edipler saraya başvururlar. Kendilerine gün tayin edilir. Tayin edilen gün toplanılır. Padişah tahtına geçer, oturur. Sırası gelen başlar masalını anlatmaya. Saatlerce anlatır. Bir yere gelip de sanki bitmeyecekmiş izlenimi verince padişah sözünü keser; bu hikâye şöyle bitebilir, diyerek bir sonraki hikâyeciye döner.
Bu minval üzere bir kaç hikâyeci sırasını savınca padişah adeta küplere binmiş. Yahu siz ne akılsız adamlarsınız. Ben sizden sonu asla gelmeyecek masal anlatmanızı istiyorum. Siz ne yapıyorsunuz. Ödülü iki misline çıkarıyorum. Bundan böyle kendine güvenen varsa gelsin...
Padişahın bu tehdidi üzerine kimsede cesaret kalmamış. Uzun süren bir sessizlikten sonra arka yerlerde oturan biri çıkmış. Bir de benim hikâye mi dinler misiniz efendim, demiş. Padişah, "şartımı biliyorsun, ona göre. Yoksa seni zindanlarda çürütürüm" demiş. Adam kabul ettiğini belirtip öne geçmiş. Başlamış hikâyesini anlatmaya:
"Bir varmış bir yokmuş. Yıllardan birinde öylesine bolluk olmuş ki. Yağmurlar mevsiminde toprağı okşamış güneş ne yakıp kavurmuş; ne de aydınlık yüzünü kara peçeler arkasına saklamış. Bitkiler boy atmış. Başaklar dopdolu. Rengarenk meyveler, yemyeşil sebzeler... Arpa, buğday desen bir başka bolluk. Memleketin her yanında tahıl ambarları buğdayla dolmuş, tıklım tıklım. Halktan birinin koca ambarı da öyle. Ağzına kadar dolu.
Derken bir gün ambarın bir köşesinde, bir yarık keşfeden büyük bir karınca ordusu bitivermiş. O çatlaktan içeri bir karınca girmiş. Bir buğday tanesi almış. Sonra çıkmış. Arkasından bir başka karınca girmiş. Bir buğday tanesi alıp çıkmış. Sonra arkasındaki karınca girmiş. Bir buday tanesi alıp çıkmış. Sonra bir diğer karınca dalmış içeri. Bir tane de o alıp çıkmış. Sonra bir diğeri içeri girmiş. Bir tane buğday da o almış; çıkmış. Sonra bir diğeri dalmış içeri... Bir tane alıp çıkmış. Sonra başka bir karınca...
Hikâyeci saatlerce aynı şeyi tekrar edip anlatmaya devam ederken padişah sözünü kesmiş: Yeter artık! demiş; Anlaşıldı ki daha aylarca anlatsan ne ambardaki buğday biter; ne de karınca. Kıssanı "bitmeyen hikâye" kabul ediyorum. Ödülünü de versinler.
Acaba yıllar sonra torunlarımız, torunlarına masal anlatırken bir zamanlar "Türkiye'nin bitmeyen hikâyesi" diye birbiri ardınca sökün eden yolsuzluklardan da söz ederler mi, dersiniz.
Biz huzurlu, istikrarlı bir ortamda bunun minikler için iyi bir masal olacağını düşünüyoruz. Hayal gücümüzü yoklayıp şöyle bir anlatımın ilginçliğini de yabana atılır cinsten olmayacağına inanıyoruz. Şuna da inanıyoruz ki, böyle bir masal büyüklere her gün anlatılanlar yanında eminiz çok güzel bir hareket olur.
"Bir zamanlar yurdumuz öyle bolluk içinde yüzüyormuş ki. Bu bolluğun farkına varan, kendini açıkgöz sanan bir hayli insanımız grup grup bir araya gelmişler. Halkın güvenerek bankalara yatırdığı paraları o zamanlar "hortumlama" denilen özel yöntemlerle bir güzel pay etmişler. Durum anlaşılınca soruşturma açılmış. Operasyon düzenlenmiş çok geçmemiş "hortumlama" rüşvetin özel adı olmuş. Devlet kuruluşlarına sıçramış. Bir çok kuruluş nasip almış açıkgözlerin marifetlerinden. A kuruluşunda şu kadar yolsuzluk belirlenmiş. Gereği yapılmak için bağımsız yargı organlarına havale edilmiş. Sonra arkasından B kuruluşundaki yolsuzluk gelmiş. Yargıya havale edilmiş... Çok geçmemiş C kurumunda yolsuzluk... Gerekenler yapılmış. Yargıya bırakılmış sonucu. Arkasından D dairesinde görevi kötüye kullanıp devleti zarara uğratma tespit edilmiş...
Torunlarımızın torunları, dedeciğim sonu ne olmuş bu yolsuzlukların, diye sorduklarında ne cevap verileceği zamana kalmış.
Allah sonumuzu hayreylesin. Hiç de iyi bir masal değil. Pek çoğuna kâbus. Yanlış anlaşılmasın yapanlara mı hâşâ... Onların hortumladıklarını her gün gaza, tuza, elektriğe, suya, toprağa, havaya... (!) yapılan insafsız zamlarla ödemek zorunda bırakılan yoksul, orta halli kesimlere...
İşin tuhaf tarafı hangi siyasetçiye sorsanız hükûmeti adına konuşurken "yolsuzlukların üstüne kararlılıkla gidilecektir" söylemini de ihmal etmiyor.
Hayli önceleri yolsuzluk şaibesi altında kalanlar, bizim işgüzar medyanın becerikli habercileri mikrofonu uzatıp falan işte yolsuzluk yaptığınız söyleniyor. Ne diyeceksiniz? gibi saçma sapan sorular yönelttiklerinde yalan, bana komplo hazırlıyorlar derlerdi. Dikkat edilirse bugünlerde böyle bir söyleme dahi yanaşmıyorlar. Anlaşılan işin uzun vadede gevşeyeceğini düşünerek rahat hareket edebiliyorlar.
Savcılarımız, maşallah, el attıkları konuda geceyi gündüze katarak raporlar hazırlıyorlar. Gerekli mercilere sunuyorlar. Ancak ondan sonrası maalesef ağır aksak yürüyor. Baksanıza, son yıllarda el atılan olaylardan hiçbiri henüz sonuca bağlanmadı.
Bana ilginç gelen bir taraf da yolsuzluk kovuşturmalarının ismi. Geçtiğimiz hafta içinde basına yansıyanlardan Türk Hava Kurumu'ndakine çekirge operasyonu denilmiş. Demek birkaç çekirge bir iki sıçrama ile bir şeyler yapmışlar! Bundan sonra bakalım yine sıçrayabilecekler mi?
Karayollarındaki yolsuzluğa isim bulmuşlar mı bilmiyorum. Bana kalırsa müfettişlerin raporlarından yoluyla yordamıyla yapılmış bir yolsuzluk izlenimi alınıyor. Adına yol-yordam operasyonu denilmesi uygun olacak galiba! Bayındırlık Bakanlığında ortaya çıkana ise "vurgun" demişler. Tam ismiyle müsemma bir adlandırma.
Yıllardır işiterek kanıksadığımız, bir türlü arkası kesilmeyen, sonu gelmeyen yolsuzluklar bize Arap Edebiyatının meşhur bir öyküsünü hatırlattı. Adı "bitmeyen hikâye". Mutlu son, veya kırk katır, kırk satırla sona ermeyen bir masal.
Şöyle nakledilir:
"Vaktiyle bir padişah sokaklarda dellal çağırtıp kendisine sonu gelmeyecek bir hikâye anlatacak olanı ödüllendireceğini ilan eder.
İlan üzerine müsahipler, meddahlar, edipler saraya başvururlar. Kendilerine gün tayin edilir. Tayin edilen gün toplanılır. Padişah tahtına geçer, oturur. Sırası gelen başlar masalını anlatmaya. Saatlerce anlatır. Bir yere gelip de sanki bitmeyecekmiş izlenimi verince padişah sözünü keser; bu hikâye şöyle bitebilir, diyerek bir sonraki hikâyeciye döner.
Bu minval üzere bir kaç hikâyeci sırasını savınca padişah adeta küplere binmiş. Yahu siz ne akılsız adamlarsınız. Ben sizden sonu asla gelmeyecek masal anlatmanızı istiyorum. Siz ne yapıyorsunuz. Ödülü iki misline çıkarıyorum. Bundan böyle kendine güvenen varsa gelsin...
Padişahın bu tehdidi üzerine kimsede cesaret kalmamış. Uzun süren bir sessizlikten sonra arka yerlerde oturan biri çıkmış. Bir de benim hikâye mi dinler misiniz efendim, demiş. Padişah, "şartımı biliyorsun, ona göre. Yoksa seni zindanlarda çürütürüm" demiş. Adam kabul ettiğini belirtip öne geçmiş. Başlamış hikâyesini anlatmaya:
"Bir varmış bir yokmuş. Yıllardan birinde öylesine bolluk olmuş ki. Yağmurlar mevsiminde toprağı okşamış güneş ne yakıp kavurmuş; ne de aydınlık yüzünü kara peçeler arkasına saklamış. Bitkiler boy atmış. Başaklar dopdolu. Rengarenk meyveler, yemyeşil sebzeler... Arpa, buğday desen bir başka bolluk. Memleketin her yanında tahıl ambarları buğdayla dolmuş, tıklım tıklım. Halktan birinin koca ambarı da öyle. Ağzına kadar dolu.
Derken bir gün ambarın bir köşesinde, bir yarık keşfeden büyük bir karınca ordusu bitivermiş. O çatlaktan içeri bir karınca girmiş. Bir buğday tanesi almış. Sonra çıkmış. Arkasından bir başka karınca girmiş. Bir buğday tanesi alıp çıkmış. Sonra arkasındaki karınca girmiş. Bir buday tanesi alıp çıkmış. Sonra bir diğer karınca dalmış içeri. Bir tane de o alıp çıkmış. Sonra bir diğeri içeri girmiş. Bir tane buğday da o almış; çıkmış. Sonra bir diğeri dalmış içeri... Bir tane alıp çıkmış. Sonra başka bir karınca...
Hikâyeci saatlerce aynı şeyi tekrar edip anlatmaya devam ederken padişah sözünü kesmiş: Yeter artık! demiş; Anlaşıldı ki daha aylarca anlatsan ne ambardaki buğday biter; ne de karınca. Kıssanı "bitmeyen hikâye" kabul ediyorum. Ödülünü de versinler.
Acaba yıllar sonra torunlarımız, torunlarına masal anlatırken bir zamanlar "Türkiye'nin bitmeyen hikâyesi" diye birbiri ardınca sökün eden yolsuzluklardan da söz ederler mi, dersiniz.
Biz huzurlu, istikrarlı bir ortamda bunun minikler için iyi bir masal olacağını düşünüyoruz. Hayal gücümüzü yoklayıp şöyle bir anlatımın ilginçliğini de yabana atılır cinsten olmayacağına inanıyoruz. Şuna da inanıyoruz ki, böyle bir masal büyüklere her gün anlatılanlar yanında eminiz çok güzel bir hareket olur.
"Bir zamanlar yurdumuz öyle bolluk içinde yüzüyormuş ki. Bu bolluğun farkına varan, kendini açıkgöz sanan bir hayli insanımız grup grup bir araya gelmişler. Halkın güvenerek bankalara yatırdığı paraları o zamanlar "hortumlama" denilen özel yöntemlerle bir güzel pay etmişler. Durum anlaşılınca soruşturma açılmış. Operasyon düzenlenmiş çok geçmemiş "hortumlama" rüşvetin özel adı olmuş. Devlet kuruluşlarına sıçramış. Bir çok kuruluş nasip almış açıkgözlerin marifetlerinden. A kuruluşunda şu kadar yolsuzluk belirlenmiş. Gereği yapılmak için bağımsız yargı organlarına havale edilmiş. Sonra arkasından B kuruluşundaki yolsuzluk gelmiş. Yargıya havale edilmiş... Çok geçmemiş C kurumunda yolsuzluk... Gerekenler yapılmış. Yargıya bırakılmış sonucu. Arkasından D dairesinde görevi kötüye kullanıp devleti zarara uğratma tespit edilmiş...
Torunlarımızın torunları, dedeciğim sonu ne olmuş bu yolsuzlukların, diye sorduklarında ne cevap verileceği zamana kalmış.
Allah sonumuzu hayreylesin. Hiç de iyi bir masal değil. Pek çoğuna kâbus. Yanlış anlaşılmasın yapanlara mı hâşâ... Onların hortumladıklarını her gün gaza, tuza, elektriğe, suya, toprağa, havaya... (!) yapılan insafsız zamlarla ödemek zorunda bırakılan yoksul, orta halli kesimlere...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Mücteba Uğur / diğer yazıları
- Savaşa alkış tutmak mı / 26.09.2001
- Konulu Kur'an-ı Kerim tefsiri / 23.09.2001
- Bir öğrenim yılı daha başladı / 16.09.2001
- Hava üzerine / 12.09.2001
- Dolar hutbesinin düşündürdükleri / 08.09.2001
- Bitmeyen hikâye yolsuzluk / 31.08.2001
- Suç işleme oranı artıyor / 07.08.2001
- Sivil hayata sıçrayan başörtüsü haksızlığı / 03.08.2001
- Tarafsızlık mı, ihanet mi? / 27.07.2001
- Cuma namazı kadınlara da farz mı? / 25.07.2001
- Konulu Kur'an-ı Kerim tefsiri / 23.09.2001
- Bir öğrenim yılı daha başladı / 16.09.2001
- Hava üzerine / 12.09.2001
- Dolar hutbesinin düşündürdükleri / 08.09.2001
- Bitmeyen hikâye yolsuzluk / 31.08.2001
- Suç işleme oranı artıyor / 07.08.2001
- Sivil hayata sıçrayan başörtüsü haksızlığı / 03.08.2001
- Tarafsızlık mı, ihanet mi? / 27.07.2001
- Cuma namazı kadınlara da farz mı? / 25.07.2001