Millet olarak aldığımız en önemli yaralardan biri devletimize olan güven duygumuzu kaybetmemiz oldu. Türk milleti binlerce yıllık devlet anlayışı içinde devleti hep "baba" olarak gördü. Gerektiğinde otoriter, gerektiğinde şefkatli. Devletinin daima kendini düşündüğünü, zorda kaldığında elini uzatacağını, açları doyurup, çıplakları giydireceğini çok iyi biliyordu bu millet. Devletinin halka hizmeti Hakka hizmet olarak gördüğünün bilinci içindeydi. Ve devlet, devlet olma şuuru içinde hareket etmekteydi. Varlık sebebinin millete hizmet etmek olduğunu ve bekasının dahi buna bağlı olduğunun her daim bilincindeydi. Yani millet devlet için değil, devlet millet için vardı.
Devleti yöneten devlet adamları kendilerinin fani, devletin ise baki olduğunu akıllarından çıkarmadan hizmet ediyorlardı. Öteden beri bu böyleydi. Göktürk Kitabelerinin bir yerinde Bilge Kağan şöyle diyor: "Babamızın, amcamızın düzene soktuğu milletin adı, sanı yok olmasın diye Türk Milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Kardeşim Kül Tigin ile öle yite çırpındık. Millet ateşte yanmasın, suda boğulmasın diye çırpındım."
Devlet adamlarının milletin ancak hayrı ve selameti için çırpınması bizde devlet geleneği. Millet olarak kurduğumuz ilk devletten beri devam etmiş bir gelenek. İslamiyet'i kabulümüzden sonra da "Dicle'nin kenarında otlayan koyunu kurt kapsa" kendinden bilen Hz. Ömer gibi insanlığın yüz akı bir gerçek kahramanı, bir adalet sembolünü örnek almış devlet adamlarımız yetişti bizim. Onlar devlet yönetmeyi bir lütuf, bir nimet olarak görmüyor, omuzlarına konmuş ağır ve en iyi şekilde yerine getirilmesi gereken bir yük olarak telakki ediyorlardı. Bir gün en ince ayrıntısına kadar hesabını vereceklerini unutmadıkları zor bir yük.
Millet böyle devlete, devlet adamlarına güvenmez de ne yapar? Özi Kalesi Rusların eline geçip de 25 bin masumu kılıçtan geçirdiklerini duyunca üzüntüden felç geçirip ölen I. Abdülhamit gibi, 30 paraya satılan ekmeğe 10 paralık zam yapmak isteyen fırıncıları huzuruna çağırıp "Siz ekmeği aynı fiyata satmaya devam edin. Sattığınız her ekmeğin 10 parasını ben vereceğim. Bir memlekette ekmek zamlanırsa bütün zaruri ihtiyaçlar pahalılaşır ki halkımız bundan büyük ıstırap çeker" diyerek halkını düşünen gerçek devlet adamlığını gösteren II. Abdülhamit gibi devlet adamlarımız oldu bizim.
Devletinin nezdindeki kıymetini bilen Türk Milleti de o kıymete layık olmanın bütün gereklerini yerine getirmiştir. Milletin devlete, devletin milletine olan güveni diğer toplumların bu millete olan güven ve saygısını da fevkaladeleştirmiştir. O güven duygusunun zedelenmediği, milli kimliğimizin ve değerlerimizin altın çağlarını yaşadığı o günlerin birinde Hollanda Ticaret Odası'nda bir karar alınırken oylar eşit çıkmış, Ticaret Odası Başkanı karar verebilmek için, üyeler arasında Türklerle alışveriş yapan olup olmadığını sormuş, "evet" cevabını veren üyenin oyunu iki oy yerine kabul ederek bu suretle oluşan çoğunluk oyuna göre kararı neticelendirmiştir.
Devlete olan güvenimizi kaybedince kendimize olan güvenimizi de kaybettik. Bizim milletimiz diğer milletlerin aksine "et-tırnak" misali devletiyle çok sıkı bağlara sahip. Sıkıntılı zamanlarında bile "Allah devlete zeval vermesin" diye dua eden başka bir millet var mıdır acaba? Ne batıda, ne doğuda bizim kadar devletine sahip çıkan, onu canından aziz bilen başka bir millet daha olmamıştır. İstiklal savaşında varını-yoğunu verip, canını dişine takıp savaşanlar, başka bir devletin boyunduruğunda değil kendi devletinin bayrağının gölgesinde yaşamak için yapmadılar mı o fedakarlıkları? Yedisinden yetmişine, dağdaki çobanından devletin en tepesindeki kişiye kadar herkes için devlet aziz ve âli idi. Millet için devlet aziz, devlet için de millet aziz idi.
Devlet adamlarımız milletin gözündeki "devlet" imajını düzelterek işe başlamalılar her şeyden önce. Bugün toplumumuz cinnet geçiriyor, olmadık hadiseler vuku buluyorsa bunun sebebi şahsi sorunlarda değil daha derinlerde aranmalıdır.
Devleti yöneten devlet adamları kendilerinin fani, devletin ise baki olduğunu akıllarından çıkarmadan hizmet ediyorlardı. Öteden beri bu böyleydi. Göktürk Kitabelerinin bir yerinde Bilge Kağan şöyle diyor: "Babamızın, amcamızın düzene soktuğu milletin adı, sanı yok olmasın diye Türk Milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Kardeşim Kül Tigin ile öle yite çırpındık. Millet ateşte yanmasın, suda boğulmasın diye çırpındım."
Devlet adamlarının milletin ancak hayrı ve selameti için çırpınması bizde devlet geleneği. Millet olarak kurduğumuz ilk devletten beri devam etmiş bir gelenek. İslamiyet'i kabulümüzden sonra da "Dicle'nin kenarında otlayan koyunu kurt kapsa" kendinden bilen Hz. Ömer gibi insanlığın yüz akı bir gerçek kahramanı, bir adalet sembolünü örnek almış devlet adamlarımız yetişti bizim. Onlar devlet yönetmeyi bir lütuf, bir nimet olarak görmüyor, omuzlarına konmuş ağır ve en iyi şekilde yerine getirilmesi gereken bir yük olarak telakki ediyorlardı. Bir gün en ince ayrıntısına kadar hesabını vereceklerini unutmadıkları zor bir yük.
Millet böyle devlete, devlet adamlarına güvenmez de ne yapar? Özi Kalesi Rusların eline geçip de 25 bin masumu kılıçtan geçirdiklerini duyunca üzüntüden felç geçirip ölen I. Abdülhamit gibi, 30 paraya satılan ekmeğe 10 paralık zam yapmak isteyen fırıncıları huzuruna çağırıp "Siz ekmeği aynı fiyata satmaya devam edin. Sattığınız her ekmeğin 10 parasını ben vereceğim. Bir memlekette ekmek zamlanırsa bütün zaruri ihtiyaçlar pahalılaşır ki halkımız bundan büyük ıstırap çeker" diyerek halkını düşünen gerçek devlet adamlığını gösteren II. Abdülhamit gibi devlet adamlarımız oldu bizim.
Devletinin nezdindeki kıymetini bilen Türk Milleti de o kıymete layık olmanın bütün gereklerini yerine getirmiştir. Milletin devlete, devletin milletine olan güveni diğer toplumların bu millete olan güven ve saygısını da fevkaladeleştirmiştir. O güven duygusunun zedelenmediği, milli kimliğimizin ve değerlerimizin altın çağlarını yaşadığı o günlerin birinde Hollanda Ticaret Odası'nda bir karar alınırken oylar eşit çıkmış, Ticaret Odası Başkanı karar verebilmek için, üyeler arasında Türklerle alışveriş yapan olup olmadığını sormuş, "evet" cevabını veren üyenin oyunu iki oy yerine kabul ederek bu suretle oluşan çoğunluk oyuna göre kararı neticelendirmiştir.
Devlete olan güvenimizi kaybedince kendimize olan güvenimizi de kaybettik. Bizim milletimiz diğer milletlerin aksine "et-tırnak" misali devletiyle çok sıkı bağlara sahip. Sıkıntılı zamanlarında bile "Allah devlete zeval vermesin" diye dua eden başka bir millet var mıdır acaba? Ne batıda, ne doğuda bizim kadar devletine sahip çıkan, onu canından aziz bilen başka bir millet daha olmamıştır. İstiklal savaşında varını-yoğunu verip, canını dişine takıp savaşanlar, başka bir devletin boyunduruğunda değil kendi devletinin bayrağının gölgesinde yaşamak için yapmadılar mı o fedakarlıkları? Yedisinden yetmişine, dağdaki çobanından devletin en tepesindeki kişiye kadar herkes için devlet aziz ve âli idi. Millet için devlet aziz, devlet için de millet aziz idi.
Devlet adamlarımız milletin gözündeki "devlet" imajını düzelterek işe başlamalılar her şeyden önce. Bugün toplumumuz cinnet geçiriyor, olmadık hadiseler vuku buluyorsa bunun sebebi şahsi sorunlarda değil daha derinlerde aranmalıdır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüma Gökçe / diğer yazıları
- Gerçek milliyetçilik / 03.05.2013
- İttihatçılardan günümüze / 13.06.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-7 / 05.06.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-6 / 01.06.2011
- Şark meselesi, Girit meselesi, Kürt meselesi / 25.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-5 / 22.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi - 4 / 14.05.2011
- Abdülhamid Han, milliyetçilik ve küreselleşme / 12.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-3 / 07.05.2011
- Büyük birader / 04.05.2011
- İttihatçılardan günümüze / 13.06.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-7 / 05.06.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-6 / 01.06.2011
- Şark meselesi, Girit meselesi, Kürt meselesi / 25.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-5 / 22.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi - 4 / 14.05.2011
- Abdülhamid Han, milliyetçilik ve küreselleşme / 12.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-3 / 07.05.2011
- Büyük birader / 04.05.2011