İlk Haçlı Seferleri, batıyı da doğuyu da derinden etkileyen hatta sarsan uzun ve kanlı bir tarihsel süreçtir. 1096 yılında başlamış ve yaklaşık iki yüzyıl kadar sürmüştür. Fakat genel olarak baktığımızda bir düşünce tarzı ve inanç olarak batıda hiçbir zaman sona ermemiş, aksine her zaman canlı tutulmuştur. Üstelik bunun böyle olduğunu, sehven değil kasten dile getiren batılı siyasetçilerden öğreniyoruz. Bir gün "müttefikimiz" Amerika Başkanı'ndan duyuyoruz "crusade" (haçlı seferi) kelimesini, bir gün "dostumuz" Fransa Cumhurbaşkanı'ndan, başka bir gün "en büyük idealimiz" AB'nin önemli herhangi bir yetkilisinden. Kabul etmek zorundayız ki Haçlı Seferleri, batının hiçbir zaman bitirmeyi düşünmediği zihinsel bir algı ve fiili bir durumdur.İlk Haçlı seferlerine dönecek olursak, 1270 yılına kadar 12 tane "Haçlı Seferi" düzenlenmiştir. Bunlardan ilk dördü sonuçları itibarı ile en önemlileridir. Bu seferlerin ekonomik, siyasi, kültürel, dini pek çok neticeleri olmuştur. Haçlı seferleri, sefalet ve cehalet içindeki Avrupa'yı İslam Medeniyetiyle tanıştırmıştır. Müslüman alimlerin eserleri batı dillerine çevrilmiş, Rönesans'a giden yol açılmıştır. Kilisenin yalanlarının ortaya çıkması neticesiyle birlikte coğrafi keşiflerin başlaması, yeni ticaret yollarının ortaya çıkışı ve Avrupa'nın zenginleşmeye başlamasının başlangıcı olmuştur.Müslümanlar açısından ise Haçlı Seferleri serapa yağma, talan, kan, acı, acı, acı demektir. Haçlı Orduları, geçtikleri her yeri yağmalıyorlar, ne yiyecek ne temiz içecek bırakıyorlardı. Papazların da teşvikiyle ellerine geçirdikleri hiçbir müslümanı sağ bırakmıyorlar, çoğunu zevk için işkence edip sonra öldürüyorlardı. Hamile kadınların karnını yarıp bebekleri çıkarıyor mızraklarının ucuna takıyorlar, küçük çocukları en uzağa fırlatma yarışı yapıyorlardı. Bebekleri ve küçük çocukları kesip parçalıyor, kızartıp yiyorlardı. Konakladıkları yerlerde zevk olsun diye Müslüman avına çıkıyor, yakaladıkları Müslümanları ve çocuklarını pişirip yiyorlardı. Bazen de aç kaldıkları için Müslümanları yediklerini hatta kokmuş cesetleri bile parçalayıp yediklerini biliyoruz. Ele geçirdikleri yerlerde kadınlara ve kızlara tecavüz edip parçalayarak öldürüyorlardı. Sokakları dolduran parçalanmış insan cesetlerinin arasından geçmekte zorlandıklarını papaztarihçiler anlatmaktadır. Kudüs'e girdiklerinde 70 bin müslümanı ve yahudiyi tamamen kılıçtan geçirip parçalara ayırdıklarını, şehrin sokaklarından günlerce kan aktığını, "atlarımızın dizlerine kadar gelen pis Müslüman kanının içinde yürüdük" diye yazdıklarını onlar saklamıyor. Biz öğrenmiyor ya da unutuyoruz. Onlar için bu zaferdi, saklamıyorlar, pişman da değiller. Onlar, ancak kendileri için utanç saydıkları şeyleri yazmıyor ve unutma yoluna gidiyorlar. Aslan Yürekli Rişar'larının Selahaddini Eyyubi'ye esir düşüp onun merhametiyle salıverilmesi, Kostantinapolis dedikleri İstanbul'u yağma etmeleri, buradaki hristiyanları öldürmeleri, Ayasofya'nın perdelerine kadar yağmalayıp, kapısını bile söküp götürmeleri gibi. Bir de unutmaya çalıştıkları 9. haçlı seferi olan "Çocuk haçlı seferi" var. Fransa ve Almanya'da iki tane çocuğun ortaya çıkıp İsa'yı gördüklerini söylemeleri ve kilisenin de teşvikiyle yaşları daha 12'ye bile ulaşmamış yüzlerce çocuğun gemilerle Kudüs'ü kurtarmak üzere yola çıkarılışları var. Bu çocuklardan Fransız olanlar 7 gemiyle yola çıkıyor,gemilerden ikisi fırtınada batıp buradaki bütün çocuklar boğulurken diğer gemilerdeki çocuklar Venedikli korsanlar tarafından köle olarak satılıyorlar.Almanya'dan denize açılan çocukların akıbeti ise meçhul kalmıştır. Batılıların unutmaya çalıştığı işte böyle cahillik ve yobazlıklarıyla ilgili gerçeklerdir. Yoksa onlar tescillenmiş vahşet ve merhametsizlikleriyle müslümana hiçbir şartta acımazlar.Batılılar için İslam Dünyası, ortaçağ ve yeniçağda içine girilip yağmalanması gereken şaşaalı bir "Binbir gece masalı", yakınçağda zenginliklerinin sömürülmesi ve Avrupalının istediği kadar ve onun istediği şekilde modernleştirilmesi gereken türlü acaipliklerle dolu egzotik bir diyar, günümüzde ise kalan mallarının yağmalanması için milli ve dini reflekslerinin yok edilmesi, uyutularak yönetilmesi gereken, potansiyel tehlikeler barındıran, batının çok çok aşağısında bir öteki dünya. Ama hiçbir zaman "dost", "müttefik", "eşit", "insan" "medeni" değil. Milliyetçiliği ve "kişilikli dindarlığı" hedef tahtasına koyup serbest atış yapanları buna iten şey,batılı küresel güçlerin istedikleri her şeyi sorunsuzca alabilmelerinin önündeki engelleri kaldırmaktır. Hem fert, hem millet olarak her şeyden önce varlığımızı insani şartlarda devam ettirebilmek için bir batılı gibi "at gözlüklü" değil, Müslüman gibi "firaset" sahibi olmamız elzemdir.
Hüma Gökçe / diğer yazıları
- Gerçek milliyetçilik / 03.05.2013
- İttihatçılardan günümüze / 13.06.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-7 / 05.06.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-6 / 01.06.2011
- Şark meselesi, Girit meselesi, Kürt meselesi / 25.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-5 / 22.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi - 4 / 14.05.2011
- Abdülhamid Han, milliyetçilik ve küreselleşme / 12.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-3 / 07.05.2011
- Büyük birader / 04.05.2011
- İttihatçılardan günümüze / 13.06.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-7 / 05.06.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-6 / 01.06.2011
- Şark meselesi, Girit meselesi, Kürt meselesi / 25.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-5 / 22.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi - 4 / 14.05.2011
- Abdülhamid Han, milliyetçilik ve küreselleşme / 12.05.2011
- Batı'nın kanlı tarihi-3 / 07.05.2011
- Büyük birader / 04.05.2011