Tarih genellikle doğru olanların az olduğunu kaydeder.
Zira dürüstlük, bir imtihanı kazanmak mesabesindedir.
Hz. Muhammed (s.a.v.) vefat ettiğinde cenazesinde yirmiye varmayan sayıda kişi vardı. Halbuki birkaç ay önce olan Veda Haccı'nda yüz binin üzerinde Müslüman vardı.
Ölen kişi, her şeyiyle her şeyi kazandırandı, ihanet edildi. Dünya sevgisi gözleri kör etti.
Hz. Hüseyin (a.s.) yüzün altında insanla on bin kişinin karşısındaydı. Beşeri kuvvet, O'nun karşısında cem olmuştu. Hatta bu insanların çoğu, O'nu on binlerce mektupla "gel ya Hüseyin" diye çağıranlardı. Güç ağır bastı. Dünyalık korkusu Allah korkusundan yüksekti; sonuç, cennet gençlerinin efendisini namertçe katletmekle, mübarek başını mübarek bedeninden ayırıp aylarca meydanlarda gezdirmekle sonuçlanmıştı.
Daha nice örnekler verebiliriz, bunlar en çarpıcı iki başat örnek.
Sonuç ne mi?
İnsanlar, Allah'ın dini "kalabalıkken" girdiler. Rüzgâra teslim ağaç yaprakları misali, yarın öbür gün aynı kılıfta ama öze alenî düşman olan baskın olunca, ondan oldular.
Hilafet, bir oldu-bittiyle emanet edilen elden bu mevkie "el" (yabancı) sayılacak uygunsuz kimselerin sırtına giydirildi.
Öyle olmadığını iddia ediyorsanız, birkaç olayı izah etmeniz gerekecektir.
Hilafet Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberlik dışındaki dinî ve siyasi bütün yetkileriyse...
Halife, "Allah'ın yeryüzündeki vekili" ise...
Yirmiye yakın kardeşini -bebek yaşlarındayken- taht aşkından boğdurtarak, bir Firavun geleneğini sürdüren padişahlarımız, halifeydi.
Kâbe'yi yakan, sahabi torunlarına, kızlarına tecavüz eden orduyu gönderen idareci Yezit, halifeydi. Cennet gençlerinin efendisini katleden de oydu. Maymunlarla dostluk kurar, aile fertleriyle zina ettiğini gizlemezdi. Bu oluşum (insan demeye ne dilim ne vicdanım varıyor) halifeydi.
Burada bir yanlışlık yok mu?
Bunları n'apacağız? Ne edelim? Nereye koyalım? Hangi ölçüyle, doğru kabul edelim?
Edemeyiz! Hiçbir ölçüt böylesi aşikar bir hatayı doğru kabul etmez.
Veya başka bir soru: Allah -haşa- böylesi vekiller mi tayin etmişti; tecavüzcü, katil?
Ne kadar süslü kılıfa bürünse de yanlışın yanlış olduğu aşikardır. Besbelli ortada durur.
Olsun! İsterseniz, siz yine de eğriyi, kusursuz bir doğru kabul edin. Eğri, eğridir; doğru, doğru. En fazla eğriyi aklarken, gönlünüz eğrileşir. Gerçeği ne değiştirebilir, ne gizleyebilirsiniz.
Bize de, doğruyu bilmek ve savunmak yeter!
Zira dürüstlük, bir imtihanı kazanmak mesabesindedir.
Hz. Muhammed (s.a.v.) vefat ettiğinde cenazesinde yirmiye varmayan sayıda kişi vardı. Halbuki birkaç ay önce olan Veda Haccı'nda yüz binin üzerinde Müslüman vardı.
Ölen kişi, her şeyiyle her şeyi kazandırandı, ihanet edildi. Dünya sevgisi gözleri kör etti.
Hz. Hüseyin (a.s.) yüzün altında insanla on bin kişinin karşısındaydı. Beşeri kuvvet, O'nun karşısında cem olmuştu. Hatta bu insanların çoğu, O'nu on binlerce mektupla "gel ya Hüseyin" diye çağıranlardı. Güç ağır bastı. Dünyalık korkusu Allah korkusundan yüksekti; sonuç, cennet gençlerinin efendisini namertçe katletmekle, mübarek başını mübarek bedeninden ayırıp aylarca meydanlarda gezdirmekle sonuçlanmıştı.
Daha nice örnekler verebiliriz, bunlar en çarpıcı iki başat örnek.
Sonuç ne mi?
İnsanlar, Allah'ın dini "kalabalıkken" girdiler. Rüzgâra teslim ağaç yaprakları misali, yarın öbür gün aynı kılıfta ama öze alenî düşman olan baskın olunca, ondan oldular.
Hilafet, bir oldu-bittiyle emanet edilen elden bu mevkie "el" (yabancı) sayılacak uygunsuz kimselerin sırtına giydirildi.
Öyle olmadığını iddia ediyorsanız, birkaç olayı izah etmeniz gerekecektir.
Hilafet Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberlik dışındaki dinî ve siyasi bütün yetkileriyse...
Halife, "Allah'ın yeryüzündeki vekili" ise...
Yirmiye yakın kardeşini -bebek yaşlarındayken- taht aşkından boğdurtarak, bir Firavun geleneğini sürdüren padişahlarımız, halifeydi.
Kâbe'yi yakan, sahabi torunlarına, kızlarına tecavüz eden orduyu gönderen idareci Yezit, halifeydi. Cennet gençlerinin efendisini katleden de oydu. Maymunlarla dostluk kurar, aile fertleriyle zina ettiğini gizlemezdi. Bu oluşum (insan demeye ne dilim ne vicdanım varıyor) halifeydi.
Burada bir yanlışlık yok mu?
Bunları n'apacağız? Ne edelim? Nereye koyalım? Hangi ölçüyle, doğru kabul edelim?
Edemeyiz! Hiçbir ölçüt böylesi aşikar bir hatayı doğru kabul etmez.
Veya başka bir soru: Allah -haşa- böylesi vekiller mi tayin etmişti; tecavüzcü, katil?
Ne kadar süslü kılıfa bürünse de yanlışın yanlış olduğu aşikardır. Besbelli ortada durur.
Olsun! İsterseniz, siz yine de eğriyi, kusursuz bir doğru kabul edin. Eğri, eğridir; doğru, doğru. En fazla eğriyi aklarken, gönlünüz eğrileşir. Gerçeği ne değiştirebilir, ne gizleyebilirsiniz.
Bize de, doğruyu bilmek ve savunmak yeter!
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Taşkın / diğer yazıları
- Ölenden borç var doğana borç kalıyor / 08.06.2019
- Eğer başarı aranıyorsa / 10.04.2019
- Enflasyonu da bilmiyorsunuz ki! / 15.03.2019
- Büyük devrim / 14.03.2019
- Çözüm sahibi olmak / 05.03.2019
- Taklit edilmeye çalışılan parti BTP / 26.02.2019
- Hepimiz orada olmak durumundayız / 20.01.2019
- Prof. Dr. Haydar Baş’a kim tuzak kurar? / 15.01.2019
- Yarın değil, bugün / 25.12.2018
- Ata’ya vefa borcumuz var / 23.10.2018
- Eğer başarı aranıyorsa / 10.04.2019
- Enflasyonu da bilmiyorsunuz ki! / 15.03.2019
- Büyük devrim / 14.03.2019
- Çözüm sahibi olmak / 05.03.2019
- Taklit edilmeye çalışılan parti BTP / 26.02.2019
- Hepimiz orada olmak durumundayız / 20.01.2019
- Prof. Dr. Haydar Baş’a kim tuzak kurar? / 15.01.2019
- Yarın değil, bugün / 25.12.2018
- Ata’ya vefa borcumuz var / 23.10.2018