Ünlü halk ozanlarımızdan ve geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz Aşık Mevlüt İhsani'nin kendine has bir şiir dünyası vardı ve çocukluk yaşlarında bir kaza sonucu gözlerini kaybettiği için şiirlerinde daha içli, daha içe dönük, daha deruni ve daha dertli temalar hakimdi.
Tasvir etmeye çalıştığımız bu duruma ikili sohbetlerde de defalarca şahit olmuşuzdur.
On beş heceli divan tarzı şiirlerinden olan ve adına "işte ben" diyebileceğimiz bu şiirinde ozanımız kendi dünyasını, kendi iç dünyasında kopan fırtınaları, tipi ve boranları tasvir eder ama ben öteden beri bu şiirde İslam âleminin hazin fotoğrafını görürüm.
Emperyalist güçler bin bir hile ve desise ile ve tabii dört bir yanını sarmış olan zaaflarından da istifade ederek Osmanlı'yı dağıttıktan sonra "Osmanlı'nın yetimleri" diyebileceğimiz onlarca devletçik yine küresel tefeciler tarafından ezilmiş, sömürülmüş, süründürülmüş ve toparlanıp doğrulmalarına fırsat verilmemiş.
Şairimizin ilk dörtlükte tasvir etmeye çalıştığı manzara tam da budur işte:
"Hayatına yüz yenilmiş zar ararsan işte ben
Gül yanında kan ağlayan har ararsan işte ben
Yaktı, yıktı, viran etti feleğin fırtınası
Dolu döğmüş, sel götürmüş yar ararsan işte ben."
"Yakıp yıkıp viran edenin feleğin fırtınası" olduğuna yapılan vurgu belki kaderci bir anlayışa kapı aralayabilir ama biz biliyoruz ki Osmanlı'nın dağılma süreci Müslümanların ilime, bilime sırtlarını dönmelerinin, dünyadaki gelişmelere ayak uyduramamalarının bir sonucu olduğu gibi dağıldıktan sonra oluşan devletçiklerin bir türlü toparlanıp bellerini doğrultamamaları da kendi hatalarıdır, düşmanların oyununa gelme ve tuzağına düşmelerinin bir neticesidir.
Küresel tefeciler ve eşkıyalar koskoca devleti dağıtırken gayet ustalıkla ektikleri ayrık otlarını, ayrılıkçı tohumları maalesef yüz yılı aşkın bir süreden beri bırakın temizlemeyi fark etmeyi bile beceremedik, onların eserleri olan fitne?fesat şebekelerine hala kurtuluş kapıları olarak bakıyoruz.
Onun için de; "Dolu döğmüş sel götürmüş yar ararsan işte ben" vaziyeti aynen devam ediyor.
"Bülbül ötmez, baykuş gitmez, yıkılmış viraneyim
Al kazmayı, vur bağrıma, göreceksin ben neyim
Yıllar geçti, eylenmeyen, durmayan pervaneyim
Odunu yok ateşi var nar ararsan işte ben."
İslam coğrafyasının içinde en iyisi biz olduğumuz söyleniyor, yazılıp çiziliyor, bizim de hali pürmelalimiz ortada. Halimize bakıp İslam âleminin ne durumda olduğunu gayet rahat anlayabiliriz.
Biz de dâhil olmak üzere bütün bir İslam âleminin durumunu, hazin manzarasını özetleyen bir mısra:
"Bülbül ötmez, baykuş gitmez, yıkılmış viraneyim."
Merhum şairimiz son dörtlüğünde toprağa, toprağın dostluğuna dikkat çekiyor ki bu mısra Aşık Veysel'in "benim sadık yarim kara topraktır" adlı o meşhur şiirini hatırlatıyor ve ardından da bizim diyarlara bir türlü yaz gelmediğini ve her mevsim başı dumanlı dağlar gibi tipili, fırtınalı ve karlı günler yaşadığımıza vurgu yapıyor:
"Mevlüt İhsan ağlayarak çaldım gamlı sazımı
Yüz bin dostum vardır amma toprak çeker nazımı
Adana'dan Ağustos'ta bulamadım yazımı
Ağrı gibi başı duman kar ararsan işte ben."
Tasvir etmeye çalıştığımız bu duruma ikili sohbetlerde de defalarca şahit olmuşuzdur.
On beş heceli divan tarzı şiirlerinden olan ve adına "işte ben" diyebileceğimiz bu şiirinde ozanımız kendi dünyasını, kendi iç dünyasında kopan fırtınaları, tipi ve boranları tasvir eder ama ben öteden beri bu şiirde İslam âleminin hazin fotoğrafını görürüm.
Emperyalist güçler bin bir hile ve desise ile ve tabii dört bir yanını sarmış olan zaaflarından da istifade ederek Osmanlı'yı dağıttıktan sonra "Osmanlı'nın yetimleri" diyebileceğimiz onlarca devletçik yine küresel tefeciler tarafından ezilmiş, sömürülmüş, süründürülmüş ve toparlanıp doğrulmalarına fırsat verilmemiş.
Şairimizin ilk dörtlükte tasvir etmeye çalıştığı manzara tam da budur işte:
"Hayatına yüz yenilmiş zar ararsan işte ben
Gül yanında kan ağlayan har ararsan işte ben
Yaktı, yıktı, viran etti feleğin fırtınası
Dolu döğmüş, sel götürmüş yar ararsan işte ben."
"Yakıp yıkıp viran edenin feleğin fırtınası" olduğuna yapılan vurgu belki kaderci bir anlayışa kapı aralayabilir ama biz biliyoruz ki Osmanlı'nın dağılma süreci Müslümanların ilime, bilime sırtlarını dönmelerinin, dünyadaki gelişmelere ayak uyduramamalarının bir sonucu olduğu gibi dağıldıktan sonra oluşan devletçiklerin bir türlü toparlanıp bellerini doğrultamamaları da kendi hatalarıdır, düşmanların oyununa gelme ve tuzağına düşmelerinin bir neticesidir.
Küresel tefeciler ve eşkıyalar koskoca devleti dağıtırken gayet ustalıkla ektikleri ayrık otlarını, ayrılıkçı tohumları maalesef yüz yılı aşkın bir süreden beri bırakın temizlemeyi fark etmeyi bile beceremedik, onların eserleri olan fitne?fesat şebekelerine hala kurtuluş kapıları olarak bakıyoruz.
Onun için de; "Dolu döğmüş sel götürmüş yar ararsan işte ben" vaziyeti aynen devam ediyor.
"Bülbül ötmez, baykuş gitmez, yıkılmış viraneyim
Al kazmayı, vur bağrıma, göreceksin ben neyim
Yıllar geçti, eylenmeyen, durmayan pervaneyim
Odunu yok ateşi var nar ararsan işte ben."
İslam coğrafyasının içinde en iyisi biz olduğumuz söyleniyor, yazılıp çiziliyor, bizim de hali pürmelalimiz ortada. Halimize bakıp İslam âleminin ne durumda olduğunu gayet rahat anlayabiliriz.
Biz de dâhil olmak üzere bütün bir İslam âleminin durumunu, hazin manzarasını özetleyen bir mısra:
"Bülbül ötmez, baykuş gitmez, yıkılmış viraneyim."
Merhum şairimiz son dörtlüğünde toprağa, toprağın dostluğuna dikkat çekiyor ki bu mısra Aşık Veysel'in "benim sadık yarim kara topraktır" adlı o meşhur şiirini hatırlatıyor ve ardından da bizim diyarlara bir türlü yaz gelmediğini ve her mevsim başı dumanlı dağlar gibi tipili, fırtınalı ve karlı günler yaşadığımıza vurgu yapıyor:
"Mevlüt İhsan ağlayarak çaldım gamlı sazımı
Yüz bin dostum vardır amma toprak çeker nazımı
Adana'dan Ağustos'ta bulamadım yazımı
Ağrı gibi başı duman kar ararsan işte ben."
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Mevcut manzara seni üzmüyorsa… / 11.04.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025
- Çocukluğumuzun ramazanları / 07.03.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025
- Çocukluğumuzun ramazanları / 07.03.2025