Temmuz 1995 yılında İcmal dergisindeki başyazısında Prof. Dr. Haydar Baş Hocamız aşkı şöyle anlatmıştı: "Mü'min, Allah'a sevdalı, O'na aşık olan insandır. Ancak bu sevda da Allah'tandır. Kıpkızıl olmuş demirdeki değişiklik ateşten kaynaklandığı gibi, insandaki sevdanın, aşkın gücü Allah'tan gelmektedir. Adeta aşk, Allah'ın kulunda kendisini sevmesi, kendisine sevdalanmasıdır."
İşte bu aşka canını adayan Allah adamının adıdır Haydar Baş. İlmi, fikri, görüşleri, projeleri, eserleri, tecrübeleri, kadrosu ve daha ötesi gönlü ile çağın zirve insanından bahsediyorum. Gerçekten de O söylediğini yaşadı, yaşadığını anlattı. "Ben milletime aşığım" diyerek bu ülke insanının madden ve manen kalkınması için gecesini gündüzüne kattı, dur-durak bilmedi. Dünyada kimse aç kalmasın istedi. Yaklaşımlarını, tezlerini dünya alkışladı. Modelini uygulayan devletler halklarını âbad etti. İnşallah milletimiz O'nun kıymetini anlayacak.
Atalarımızın hoş bir sözü vardır: "Ne okudun değil, kimden okudun?"
İyi ki bizler senden okuduk be Hocam. Nazarında o aşk vardı, sözünde o aşk. Bir gülüşün cihana bedeldi, ikazın kendimize getirirdi, rengine boyardı. Nefsinden ne kızdın, ne sevdin. Allah rızası her şeyin başıydı. Ahiret için yaşamayı senden öğrendik. Neler okumadık ki senden…
Bir kapı araladın Resûlullah'a açıldı. Bir kapı araladın, Fâtıma Annemize, Hatice Annemize, Zeynep Annemize, Hz. Mâsume'ye, Ümmü'l-Benin'e. Bir kapı açtın, İmam Ali'ye. Kapılar açıldı, İmam Hasan ve İmam Hüseyin'e. On iki hidayet önderine. Bir kapı araladın, Geylani'ye, Hacı Bektaş'a, Yesevi'ye, Mevlâna'ya, Yunus'a, Eşrefoğlu'na, Abdal Musa'ya, Sarı Saltuk'a, Hayri Baba'ya, Horasan Erenlerine...
Bir kapı araladın, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e, Molla Zübeyde'ye. Bedir'e, Uhud'a, Hendek'e, Hayber'e. Gadir-Hûm'dana Sıffin'e, Kerbelâ'ya. Malazgirt'e, Plevne'ye, Sarıkamış'a, Çanakkale'ye, Sakarya'ya, Dumlupınar'a, Kıbrıs'a. Şehitlere, gazilere.
İmana, İslam'a, ihsana açılan bir kapıydı. Kâbe'ye, Medine'ye, Necef'e, Meşhed'e. Şam'a, Tâc Mahal'e, Endülüs'e. Bosna'ya, Can Azerbaycan'a seyir vardı seyir içinde. Şehitlik Tepesi'nde bayram olurdu, şeb-i arus vakti erenler otağında. Tarihi baştan yazdın, ezberleri bozdun, Duma'da seccade serdin, yürekleri rengine boyadın. Ümitsizlere umut ışığı olmuş kapın. Misafir eksik olmaz o kapıda. Binler gelse doyururdun. El-Hak, milyarlar doyuyor bugün âlemde. Berekete, feyze, ilme, hizmete, himmete, istikamete, tertemiz gönle açılır o kapı. Geceye, gündüze, yaza, kışa, dört mevsime kavuşur insan. Nebi'nin bildirdiği gibi: "Ben ilmin şehriyim, Ali onun kapısı." O kapının anahtarı da sendin. Sen oldukça âşık olduk. Derdin derdimiz, emanetin emanetimizdir. Biliriz ki, âşıklar ölmez, fikirleri eskimez, tasarrufları devam eder.
Şimdi Hüseynî olmak vakti. "Gözler seni bekler, gönüller sana âşık" Anahtar bugün O'na emanet. Yürüyüşünde asil evlâdın Hüseynin Baş'ımız, gözümüz, gönlümüzdür. Gösterdiğin hedefe Onunla yürüyeceğiz, Kâinat Devletine doğru… Milli Ekonomi Modelini Türkiye'de uygulamak O'na nasip olacak. Bir bilek bir yürek olacağız. Kuşatacağız gönülleri, attığın sevgi tohumları yeşerdi bile. Senden öğrendik, inandık ve haykırıyoruz:
"Bu vatan bizimdir, bizim kalacak!"
- Bu aşka canımı adayacağım / 06.05.2020
- Hüseynî siyaset / 25.04.2020
- ‘Endişe etmeyin!’ / 20.04.2020
- Yaptırmazlar! / 28.03.2020
- Arkası gelmez dertlerimin / 25.02.2020
- Deryalar içinde susuz gezmek / 22.02.2020
- Yarım sözcük / 09.01.2020
- Bu ülke nasıl düze çıkar? / 01.05.2018
- Başım gözüm üstüne?II / 21.02.2018