Moratoryum ya da konsolidasyon yapılacağına ilişkin haberler, Başbakan Ecevit'i çok sinirlendirmiş. Bunun üzerine Başbakan Ecevit, şunları söyledi: "Bunları işitmek bile istemiyorum. Türk Ulusu borcuna her zaman sadıktır. Osmanlı'nın borçlarını bile Türk Ulusu en sıkıntılı dönemde ödemiştir". Borcuna sadık olmak ve en sıkıntılı dönemde bile borcunu ödemek, elbette büyük bir meziyettir. Ona hiç kimsenin bir diyeceği olamaz. Peki, bu hasletine güvenerek Türk milletini, hiçbir zaman, hiçbir şekilde ödemeyeceği borcun altına sokmak, neyin nesi? Türk milleti borcuna sadıktır, her halü kârda borcunu öder, öyleyse biz hovardaca harcayalım, hesapsızca borçlanalım mı demek isteniyor?
Esasen ödenmemesi gereken borcu ödemek, sadıklık değil, enayiliktir. Bugün saygın ülke havası atan ülkelerin birçoğu, ödenmesi gereken borçlarını bile ödememişlerdir. Örneğin ABD, 1830'da ve 1870'te iki kere borçlarını ödememiştir. Aynı şeklide İngiltere ve Fransa savaş tazminatlarından doğan borçlarını silmişlerdir. Bu olaylara bakarak söylersek, Türkiye'nin borcunu ödememesi, borcu ödememek anlamına gelmez. Bir babayiğit çıkarda, böyle bir işi yaparsa, alacaklı tarafın şöyle diyeceğinden emin olabilirsiniz: "Tamam, bu insanlar uyandı, daha bize haraç vermeyecekler. Bu kadar da sömürü yeter artık. Başka yol ve yolunacak kaz arayalım".
Kimse sormuyor, gündeme getirmiyor diye bakmayın, bu gün borcunu inkar eden, dahası altına imza attığı anlaşmaları tanımayan ülkelerin başında ABD gelmektedir. ABD, 1944 yılında, Türkiye dahil 44 ülkenin katılmasıyla Bretton Woods kasabasından toplanan konferansta, belirlenen uluslararası para sistemi esaslarına ve imzaladığı anlaşmaya sadık kaldı mı? Bretton Woods sisteminde dolar, altına bağlanmış, diğer ülkelerin milli paralarının kurları ise doların altın değerine göre tespit edilecektir. Dolar rezerv para niteliğinde idi. Doların uluslararası piyasada kabul görmesi sonucunda ABD, bilanço açıklarını altın çıkışına yol açmadan dolar kullanarak karşılamıştır. Yani borcunun ödememiş, sözünü yerine getirmemiş, daha açık bir deyimle ABD, kalpazanlık yapmıştır ve halen de yapmaya devam ediyor.
1960 yılında ABD'nin altın rezervleri 17.8 milyar dolar iken ülkenin kısa vadeli borçları 18.8 milyar dolara ulaşmıştı. Böylece yabancıların ellerinde biriken dolarlar, ABD'nin altın rezervlerini aşmıştı. Buna ilk karşı çıkan Fransa Cumhurbaşkanı General De Gaulle oldu. Genaral De Gaulle 1965 yılının ilk aylarında 300 milyon dolarlık rezervi altına çevirmeye ve her ay ABD'den altın alımını artırmaya karar verdi. Başka bir deyimle General De Gaulle ABD'ne, "Al kağıtlarının, ver altın borcunu" deyince, ABD köşeye sıkıştı. Köşeye sıkışan ABD, o zamanki başkanı Nixon tarafından 15 Ağustos 1971 tarihinde doların altın konvertibilitesini ortadan kaldırdığını ilan etti. Herkesin anlayacağı dille söylersek ABD, "dolar karşılığı altın vermem" diyerek borcunu ödemeyeceğini resmen bütün dünyaya duyurdu.
ABD, borucunu inkar edişini, imzaladığı anlaşmayı tanımayışını, yeni bastığı dolarlara da yansıttı. Şöyle ki, eskiden ABD dolarının üstünde "altına güveniriz" yazardı, şimdi ise "Allah'a güveniriz" yazıyor. ABD, parasının üstüne "Allah'a güveniriz" yazsa da, gücüne güvendiği ve bu gücü kullanarak, hiçbir karşılığı olmayan kağıtlarla diğer milletlerin mallarını ellerinden aldığı kesin. Hani bir söz vardır, derler ki, "Ne büyük bir bahtiyarlık dev kuvvetine malik olmak, ne büyük bir bedbahtlık onu dev gibi kullanmak". Evet, ABD büyük bir kuvvete sahip. Ama maalesef o kuvveti, Osmanlı gibi adaletin tesisi için kullanmıyor. Tam aksine vurgun ve soygun için kullanıyor. İşin en garip, en enteresan yanı ise, dolarla yaptığı bu soygunun adına ticaret diyor. Bizim başkanımız da kalkıyor böyle bir dünyada, borcuna sadık olmakla övünüyor. Gerçekten ortada bir sadakat var, ama o sadakat kime gösteriliyor? Orası pek belli değil. Onu tam anlayamıyoruz, anlayan varsa, lütfen bize de anlatsın.
Esasen ödenmemesi gereken borcu ödemek, sadıklık değil, enayiliktir. Bugün saygın ülke havası atan ülkelerin birçoğu, ödenmesi gereken borçlarını bile ödememişlerdir. Örneğin ABD, 1830'da ve 1870'te iki kere borçlarını ödememiştir. Aynı şeklide İngiltere ve Fransa savaş tazminatlarından doğan borçlarını silmişlerdir. Bu olaylara bakarak söylersek, Türkiye'nin borcunu ödememesi, borcu ödememek anlamına gelmez. Bir babayiğit çıkarda, böyle bir işi yaparsa, alacaklı tarafın şöyle diyeceğinden emin olabilirsiniz: "Tamam, bu insanlar uyandı, daha bize haraç vermeyecekler. Bu kadar da sömürü yeter artık. Başka yol ve yolunacak kaz arayalım".
Kimse sormuyor, gündeme getirmiyor diye bakmayın, bu gün borcunu inkar eden, dahası altına imza attığı anlaşmaları tanımayan ülkelerin başında ABD gelmektedir. ABD, 1944 yılında, Türkiye dahil 44 ülkenin katılmasıyla Bretton Woods kasabasından toplanan konferansta, belirlenen uluslararası para sistemi esaslarına ve imzaladığı anlaşmaya sadık kaldı mı? Bretton Woods sisteminde dolar, altına bağlanmış, diğer ülkelerin milli paralarının kurları ise doların altın değerine göre tespit edilecektir. Dolar rezerv para niteliğinde idi. Doların uluslararası piyasada kabul görmesi sonucunda ABD, bilanço açıklarını altın çıkışına yol açmadan dolar kullanarak karşılamıştır. Yani borcunun ödememiş, sözünü yerine getirmemiş, daha açık bir deyimle ABD, kalpazanlık yapmıştır ve halen de yapmaya devam ediyor.
1960 yılında ABD'nin altın rezervleri 17.8 milyar dolar iken ülkenin kısa vadeli borçları 18.8 milyar dolara ulaşmıştı. Böylece yabancıların ellerinde biriken dolarlar, ABD'nin altın rezervlerini aşmıştı. Buna ilk karşı çıkan Fransa Cumhurbaşkanı General De Gaulle oldu. Genaral De Gaulle 1965 yılının ilk aylarında 300 milyon dolarlık rezervi altına çevirmeye ve her ay ABD'den altın alımını artırmaya karar verdi. Başka bir deyimle General De Gaulle ABD'ne, "Al kağıtlarının, ver altın borcunu" deyince, ABD köşeye sıkıştı. Köşeye sıkışan ABD, o zamanki başkanı Nixon tarafından 15 Ağustos 1971 tarihinde doların altın konvertibilitesini ortadan kaldırdığını ilan etti. Herkesin anlayacağı dille söylersek ABD, "dolar karşılığı altın vermem" diyerek borcunu ödemeyeceğini resmen bütün dünyaya duyurdu.
ABD, borucunu inkar edişini, imzaladığı anlaşmayı tanımayışını, yeni bastığı dolarlara da yansıttı. Şöyle ki, eskiden ABD dolarının üstünde "altına güveniriz" yazardı, şimdi ise "Allah'a güveniriz" yazıyor. ABD, parasının üstüne "Allah'a güveniriz" yazsa da, gücüne güvendiği ve bu gücü kullanarak, hiçbir karşılığı olmayan kağıtlarla diğer milletlerin mallarını ellerinden aldığı kesin. Hani bir söz vardır, derler ki, "Ne büyük bir bahtiyarlık dev kuvvetine malik olmak, ne büyük bir bedbahtlık onu dev gibi kullanmak". Evet, ABD büyük bir kuvvete sahip. Ama maalesef o kuvveti, Osmanlı gibi adaletin tesisi için kullanmıyor. Tam aksine vurgun ve soygun için kullanıyor. İşin en garip, en enteresan yanı ise, dolarla yaptığı bu soygunun adına ticaret diyor. Bizim başkanımız da kalkıyor böyle bir dünyada, borcuna sadık olmakla övünüyor. Gerçekten ortada bir sadakat var, ama o sadakat kime gösteriliyor? Orası pek belli değil. Onu tam anlayamıyoruz, anlayan varsa, lütfen bize de anlatsın.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018