İnsanlar, tarih boyunca birbirleriyle hep savaşıp durdular. Peki bitti mi? Hayır. Halen insanlar ve ülkeler savaşmaya devam ediyorlar. Bazı acımasız ve zalim liderler günümüzde bu savaşları halen sürdürmekte daha doğrusu sömürmekte. Artık buna dur deme vakti gelmedi mi?
Öncelikle kendimize şu soruyu soralım: Neden? Bu savaşlar neden? Altında yatan en büyük sebep ne? Bir düşünün. Sebebi ne olursa olsun hedeflerin arasında her zaman o ülkenin topraklarını ele geçirmek de vardır. Kısacası savaşlar çoğu zaman ekonomik nedenlerden kaynaklanmaktadır.
Peki, insanlar ülkelerinin ekonomilerini farklı yollarla düzeltmek yerine neden savaş ve sömürüyü tercih etmektedirler? İşte bunun altında yatan temel inanç şudur; insanlar bugün ihtiyaçlarını giderip, yiyip içip doysalar bile yarın yine acıkıyor ve yine bir ihtiyaçları oluyor. Yani insanların ihtiyaçlarının sınırsız olduğu inancı ortaya çıkıyor. Bununla beraber bir de dünyadaki kaynakların hızla tükendiği ve sonunda biteceği düşünülüyor. Yani kaynakların sınırlı olduğuna inanılıyor.
Peki bu iki düşünceyi ele alalım ve düşünelim; bir insan günde kaç tabak yemek yiyebilir? İki üç tabak veya daha fazlası. Ne olursa olsun her insanın bir sınırı vardır. Daha fazlasını istese de tüketemez. Yani insanların ihtiyaçları sınırsız değil sınırlıdır, sınırsız olansa ihtiraslarıdır. Yaşamını devam ettirecek kadar mal mülke sahip olsa da nefsi her zaman daha fazlasını ister.
Şimdi de kaynakları ele alalım. En basitinden bunu gıda olarak düşünürsek toprağa bir tohum atsak her zaman daha fazlasını hasat ediyoruz. Ağaçlar ve bitkiler her yıl ürün vermeye devam ederken bu kaynağa nasıl sınırlı diyebiliriz ki? Bir de buna günümüzdeki teknolojiyi katarsak tarımın sınırsız bir kaynak olduğunu görebiliriz.
Bunun yanı sıra, hayvancılıkta durmadan devam etmekte, hayvanlarımız kısır bile değilken buna nasıl olur da sınırlı bir kaynak diyebiliriz? Peki ya enerji... Güneş, rüzgar, dalga ve bunun gibi durmadan devam eden enerji kaynakları varken enerjiye de sınırlı bir kaynak diyemeyiz. Bir de madenlerimizi düşünelim. Dünya da madde döngüsüyle beraber yeni madenler oluşmaya devam ediyor. Bunun yanı sıra, geri dönüşümde var olan kaynaklar tekrar tekrar kullanılmakta. Böylece madenlerimiz de daha yavaş tükenmekte. Gelecekte bir gün elinde sonunda tükeneceğini düşünenler olabilir ama emin olun ki insanlar o günü göremeden zaten kıyamet günü gelecektir.
İşte bu düşüncelerin kanıtı da Allah'ın bildirdiği üzere İbrahim Suresi'nin 34. ayetidir. Ayette şu şekilde geçmektedir: "Allah'ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız." Görüldüğü gibi ayet çok açık ve net. Bırakın bu nimetleri bitirmeyi, saymakla bile bitiremeyiz.
Bu ve benzeri gibi ayetler varken kaynakların sınırsız olduğu şüphesiz bir gerçektir ama ne yazık ki insanlar bu gerçeği görememiş ve kaynakların sınırlı ihtiyaçlarında sınırsız olduğu düşüncesini benimsemişlerdir. Bu durumda da şu sorun ortaya çıkmıştır. Dünyada var olan sınırlı kaynaklarla bütün insanların sınırsız olan ihtiyaçlarını gidermek gerekmekteydi. İşte bu sorunların altından kalkmak için bazı insanlar uygulama ve ilkelerden oluşan ekonomiyi düzeltmek ve geliştirmek için modeller yazmış ve ülkelerde bu modelleri hayata geçirmeye başlamıştır.
Bunların arsında en çok bilinen modellere Sosyalizm ve Kapitalizmi örnek gösterebiliriz ama bu yazılan modellerin hepsi baştan yanlış temellerin üzerine inşa edildiği için doğal olarak da ülkeleri çöküşe sürüklemişlerdir. Bu yüzden her seferinde yeni modeller yazılıp uygulansa da sonuç değişmemiştir. İşte insanlar bu kısır döngüye çözüm bulamadıkları için farklı yollara başvurdular ve geriye kalan en kolay yol tabii ki de başkalarının varlıklarını ele geçirmekti. Bu da savaş ve sömürü demekti. Bu savaşları yaşamaya ve Kapitalizm ve Sosyalizm gibi modellerin bize verdiği zararları çekmeye mecbur muyuz?
O zaman yapılması gereken şu; her ülke milli paralarını kullanarak ticaret yapmalı, ticaret yaparken Dolar ve Euro kullanmamalı, kendi halkının cebine para koymalı, tüketimi desteklemeli, halkının karnını doyurmalı, sırtını giydirmeli yani huzur içinde yaşatmalıdır. Devlet bir baba olarak görevini yapmalıdır. Tarımı, hayvancılığı, ormancılığı, denizciliği, madenciliği ve eğitim gibi tüm alanlarda milli projeler üretmelidir. Ülke kaynaklarını devlet gözetiminde kamulaştırmalıdır. Ülke kaynaklarına kendi halkını ortak etmelidir.
Oysa Prof. Dr. Haydar Baş'ın sahibi ve uygulayıcısı olduğu Milli Ekonomi Modeli'nde; yeraltı kaynaklarının çıkarılması fabrikalarda çeşitli ürünlere dönüştürüp ihracata katkı sağlanmalı. Emekli, asgari ücretli, diğer çalışanlardan ve küçük esnaftan vergi alınmamalı, çok kazanandan belirli oranda vergi alınmalıdır. Yıllık milli gelirin karşılığı olarak Merkez Bankası'na %10 faizle alınan Dolar ve Euro alımına son verilmeli. Yaklaşık 40 yıldır milli gelirin %2-3 oranında darphanede basılan TL tüm dünya ülkelerinin kullanmış olduğu milli gelirlerinin en az %35 kendi paralarını basarak çalışanlarına dağıtmakta ve emisyonu (para hacmi) genişletmektedir. Dünya ülkelerinin kullanmış olduğu bu duruma senyoraj hakkı (milli para basma hakkı) denir.
Ülkemizde 2017 verilerine göre 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı bin 615 TL'dir, yoksulluk sınırı ise 5 bin 262 TL'dir. Bu resmi verilere göre 1.300 TL alan asgari ücretliler ile emekli olan insanların rahat ve huzurlu yaşamaları mümkün müdür? Oysaki ülkemizde kişi başı yıllık milli gelirin 11.000 Dolara yaklaştığı bu dönemde asgari ücretli ve emeklilere aylık 5000 TL verilmiş olsaydı ülke insanlarımız huzurlu ve mutlu şekilde yaşamazlar mıydı?
Ülkemizin ve dünya ülkelerinin tek kurtuluşu; Milli Ekonomi Modeli'ni bir an önce hayata geçirmektir.
Öncelikle kendimize şu soruyu soralım: Neden? Bu savaşlar neden? Altında yatan en büyük sebep ne? Bir düşünün. Sebebi ne olursa olsun hedeflerin arasında her zaman o ülkenin topraklarını ele geçirmek de vardır. Kısacası savaşlar çoğu zaman ekonomik nedenlerden kaynaklanmaktadır.
Peki, insanlar ülkelerinin ekonomilerini farklı yollarla düzeltmek yerine neden savaş ve sömürüyü tercih etmektedirler? İşte bunun altında yatan temel inanç şudur; insanlar bugün ihtiyaçlarını giderip, yiyip içip doysalar bile yarın yine acıkıyor ve yine bir ihtiyaçları oluyor. Yani insanların ihtiyaçlarının sınırsız olduğu inancı ortaya çıkıyor. Bununla beraber bir de dünyadaki kaynakların hızla tükendiği ve sonunda biteceği düşünülüyor. Yani kaynakların sınırlı olduğuna inanılıyor.
Peki bu iki düşünceyi ele alalım ve düşünelim; bir insan günde kaç tabak yemek yiyebilir? İki üç tabak veya daha fazlası. Ne olursa olsun her insanın bir sınırı vardır. Daha fazlasını istese de tüketemez. Yani insanların ihtiyaçları sınırsız değil sınırlıdır, sınırsız olansa ihtiraslarıdır. Yaşamını devam ettirecek kadar mal mülke sahip olsa da nefsi her zaman daha fazlasını ister.
Şimdi de kaynakları ele alalım. En basitinden bunu gıda olarak düşünürsek toprağa bir tohum atsak her zaman daha fazlasını hasat ediyoruz. Ağaçlar ve bitkiler her yıl ürün vermeye devam ederken bu kaynağa nasıl sınırlı diyebiliriz ki? Bir de buna günümüzdeki teknolojiyi katarsak tarımın sınırsız bir kaynak olduğunu görebiliriz.
Bunun yanı sıra, hayvancılıkta durmadan devam etmekte, hayvanlarımız kısır bile değilken buna nasıl olur da sınırlı bir kaynak diyebiliriz? Peki ya enerji... Güneş, rüzgar, dalga ve bunun gibi durmadan devam eden enerji kaynakları varken enerjiye de sınırlı bir kaynak diyemeyiz. Bir de madenlerimizi düşünelim. Dünya da madde döngüsüyle beraber yeni madenler oluşmaya devam ediyor. Bunun yanı sıra, geri dönüşümde var olan kaynaklar tekrar tekrar kullanılmakta. Böylece madenlerimiz de daha yavaş tükenmekte. Gelecekte bir gün elinde sonunda tükeneceğini düşünenler olabilir ama emin olun ki insanlar o günü göremeden zaten kıyamet günü gelecektir.
İşte bu düşüncelerin kanıtı da Allah'ın bildirdiği üzere İbrahim Suresi'nin 34. ayetidir. Ayette şu şekilde geçmektedir: "Allah'ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız." Görüldüğü gibi ayet çok açık ve net. Bırakın bu nimetleri bitirmeyi, saymakla bile bitiremeyiz.
Bu ve benzeri gibi ayetler varken kaynakların sınırsız olduğu şüphesiz bir gerçektir ama ne yazık ki insanlar bu gerçeği görememiş ve kaynakların sınırlı ihtiyaçlarında sınırsız olduğu düşüncesini benimsemişlerdir. Bu durumda da şu sorun ortaya çıkmıştır. Dünyada var olan sınırlı kaynaklarla bütün insanların sınırsız olan ihtiyaçlarını gidermek gerekmekteydi. İşte bu sorunların altından kalkmak için bazı insanlar uygulama ve ilkelerden oluşan ekonomiyi düzeltmek ve geliştirmek için modeller yazmış ve ülkelerde bu modelleri hayata geçirmeye başlamıştır.
Bunların arsında en çok bilinen modellere Sosyalizm ve Kapitalizmi örnek gösterebiliriz ama bu yazılan modellerin hepsi baştan yanlış temellerin üzerine inşa edildiği için doğal olarak da ülkeleri çöküşe sürüklemişlerdir. Bu yüzden her seferinde yeni modeller yazılıp uygulansa da sonuç değişmemiştir. İşte insanlar bu kısır döngüye çözüm bulamadıkları için farklı yollara başvurdular ve geriye kalan en kolay yol tabii ki de başkalarının varlıklarını ele geçirmekti. Bu da savaş ve sömürü demekti. Bu savaşları yaşamaya ve Kapitalizm ve Sosyalizm gibi modellerin bize verdiği zararları çekmeye mecbur muyuz?
O zaman yapılması gereken şu; her ülke milli paralarını kullanarak ticaret yapmalı, ticaret yaparken Dolar ve Euro kullanmamalı, kendi halkının cebine para koymalı, tüketimi desteklemeli, halkının karnını doyurmalı, sırtını giydirmeli yani huzur içinde yaşatmalıdır. Devlet bir baba olarak görevini yapmalıdır. Tarımı, hayvancılığı, ormancılığı, denizciliği, madenciliği ve eğitim gibi tüm alanlarda milli projeler üretmelidir. Ülke kaynaklarını devlet gözetiminde kamulaştırmalıdır. Ülke kaynaklarına kendi halkını ortak etmelidir.
Oysa Prof. Dr. Haydar Baş'ın sahibi ve uygulayıcısı olduğu Milli Ekonomi Modeli'nde; yeraltı kaynaklarının çıkarılması fabrikalarda çeşitli ürünlere dönüştürüp ihracata katkı sağlanmalı. Emekli, asgari ücretli, diğer çalışanlardan ve küçük esnaftan vergi alınmamalı, çok kazanandan belirli oranda vergi alınmalıdır. Yıllık milli gelirin karşılığı olarak Merkez Bankası'na %10 faizle alınan Dolar ve Euro alımına son verilmeli. Yaklaşık 40 yıldır milli gelirin %2-3 oranında darphanede basılan TL tüm dünya ülkelerinin kullanmış olduğu milli gelirlerinin en az %35 kendi paralarını basarak çalışanlarına dağıtmakta ve emisyonu (para hacmi) genişletmektedir. Dünya ülkelerinin kullanmış olduğu bu duruma senyoraj hakkı (milli para basma hakkı) denir.
Ülkemizde 2017 verilerine göre 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı bin 615 TL'dir, yoksulluk sınırı ise 5 bin 262 TL'dir. Bu resmi verilere göre 1.300 TL alan asgari ücretliler ile emekli olan insanların rahat ve huzurlu yaşamaları mümkün müdür? Oysaki ülkemizde kişi başı yıllık milli gelirin 11.000 Dolara yaklaştığı bu dönemde asgari ücretli ve emeklilere aylık 5000 TL verilmiş olsaydı ülke insanlarımız huzurlu ve mutlu şekilde yaşamazlar mıydı?
Ülkemizin ve dünya ülkelerinin tek kurtuluşu; Milli Ekonomi Modeli'ni bir an önce hayata geçirmektir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Muhammed İbrahim Baki / diğer yazıları
- Bölüşerek tok oluruz, bölünerek yok oluruz / 30.11.2022
- Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek / 05.02.2022
- Bir gecede cahil kaldık(!)-II / 09.07.2020
- Bir gecede cahil kaldık(!)-I / 08.07.2020
- Türklerin tarihi / 12.05.2020
- Bilime destek olmalıyız / 04.04.2020
- Baharın gelişi / 19.03.2020
- İftira er kişiye zarar vermez / 11.09.2019
- Atatürk ve Hilafet-II / 29.07.2019
- Atatürk ve Hilafet-I / 28.07.2019
- Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek / 05.02.2022
- Bir gecede cahil kaldık(!)-II / 09.07.2020
- Bir gecede cahil kaldık(!)-I / 08.07.2020
- Türklerin tarihi / 12.05.2020
- Bilime destek olmalıyız / 04.04.2020
- Baharın gelişi / 19.03.2020
- İftira er kişiye zarar vermez / 11.09.2019
- Atatürk ve Hilafet-II / 29.07.2019
- Atatürk ve Hilafet-I / 28.07.2019