(dünden devam…)
1 Kasım 1922'de saltanat, 3 Mart 1924'de halifelik kaldırılıştır.
Atatürk, her ikisi hakkında da Millet Meclisi'nde yapılan görüşmelerde, Hz. Muhammed'den örnekler vermiştir:
"Mazhar-ı nübüvvet ve risalet olan Fahr-i Alem Efendimiz bu kütle-yi Arap içinde Mekke'de dünyaya gelmiş bir vücud-u mübarek idi.
Ey arkadaşlar! Allah birdir, büyüktür.
Muhammed Mustafa, peygamber olmadan evvel, kavminin muhabbetine, hürmetine, itimadına mazhar oldu. Ondan sonra ancak kırk yaşında nübüvvet ve kırk üç yaşında risalet geldi."
Atatürk, saltanat ve halifelik makamını samimiyetle kaldırmıştır. Yani halifelik unvanı kaldırılmıştır. Ancak hilafete dokunulmamıştır.
Gerek saltanat ve gerekse halifeliğin kaldırılması, tek kişide toplanan egemenliğin sona erdirilmesi maksadıyladır. Halifeliğin bir şahsın temelinde bulunması, kaldırılmasıyla sona ermiştir.
İlan edilen Cumhuriyet ile egemenlik millete geçmiş; hilafet de tek kişiye ait olmaktan çıkarılarak, Cumhuriyetin ve hükümetin şahsında koruma altına alınmıştır.
Dediklerimizin ispatı Atatürk döneminde, 3 Mart 1924'te çıkarılan 431 sayılı Hilafetin İlgasına ve Hanedan-ı Osmaniye'nin T.C. Memaliki Haricine Çıkarılmasına Dair Kanun'dur.
Bu kanunun 1. maddesi şöyledir: "Halife halledilmiştir. Hilafet hükümet ve cumhuriyet mana mefhumunda esasen mündemiç olduğundan hilafet makamı mülgadır."
Mündemiç; varlığın içinde bulunan, varlığın yapısına karışmış olan demektir.
Yani hilafet tamamen kaldırılmamış; Meclis'e ve Cumhuriyete ait olarak bırakılmıştır.
İzmit sinema binasında 19 Ocak 1923 tarihinde yaptığı mülakatta bağımsız İslam devletlerinin seçeceği halife-i müslimin hakkında şunları söyler:
"Bağımsız İslam hükümetlerinin selahiyet sahibi delegeleri bir araya gelip bir kongre yaparlar ve derlerse ki, Türkiye ile İran arasında, İran ile Afgan arasında, Mısır, Hint arasında veya bütün bunlar arasında şu veya bu münasebetler teessüs etmiştir.
Bu ortak münasebetleri muhafaza etmek için bu ortak münasebetlerin ihtiva ettiği şartlar dahilinde hareketi temin etmek için bütün İslam devletlerinin delegelerinden meydana gelen bir şura teşekkül edecektir. Ve o şuranın bir riyaset makamı olacaktır. İşte o makama seçilecek olan zat halife-i müslimin olacak zattır." (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 2015, c.14, s.338-339).
Hilafet konusu Nutuk'ta bizzat Atatürk tarafından şöyle ele alınır:
"Ortaya atılan görüş şu idi: Avrupa'da, Asya'da, Afrika'da ve diğer kıtalarda yaşayan Müslüman toplumları, gelecekte herhangi bir gün kendi irade ve arzularını kullanacak bir güç ve özgürlüğe kavuşurlar ve o zaman lüzumlu ve yararlı görürlerse, çağın gereklerine uygun birtakım uyuşma ve birleşme noktaları bulabilirler.
Şüphesiz, her devletin, her toplumun, birbirinden karşılayabileceği ihtiyaçları vardır. Karşılıklı çıkarları olacaktır. Tasarlanan bu bağımsız İslam devletlerinin yetkili temsilcileri bir araya gelip bir kongre yaparlar ve 'falan ve filan İslam devletleri' arasında şu veya bu ilişkiler kurulmuştur. Bu ortak ilişkileri korumak ve bu ilişkilerin gerektirdiği şartlar içinde birlikte hareket sağlamak için, bütün İslam devletlerinin temsilcilerinden kurulu bir meclis oluşturulacaktır.
'Birleşmiş olan İslam devletleri bu meclisin başkanı tarafından temsil edilecektir.' derlerse ve isterlerse, işte o zaman, o 'Birleşik İslam devletine hilafet ve ortak Meclis'in başkanlığına seçilecek zata da halife unvanını verirler." (M. Kemal Atatürk, Nutuk, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, 9.Baskı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1969, c.2, s.713. Bölüm 14: Lozan Barış Konferansı ve Saltanatın Kaldırılmasına İlişkin Gelişmeler, Hilafet Meselesi. Konu 24: Hilafet Konusunda Halkın Şüphe ve Endişesini Gidermek İçin Yaptığım Açıklamalar).
Adnan Menderes, Ata'nın Nutuk'ta altını çizdiği görüşlerini devam ettirmek maksadıyla, 1958 senesinde, "Eğer isterseniz hilafeti de getirebilirsiniz" demiş ve bir rivayet, 27 Mayıs'a giden süreç bu açıklamadan sonra başlamıştır.
Hilafet bahsinin Atatürk'ün bıraktığı ve gizliliği halen muhafaza edilen vasiyetnamesinde de yer aldığını söyleyen pek çok araştırmacı vardır.
1988'de açıklanması gereken vasiyetnamesinin, Kenan Evren'in talimatıyla 25 sene daha gizlenmesine karar verildiğini belirten Atunç Altındal, Mustafa Kemal'in vasiyetteki hilafet projesini şöyle aktarır:
"Atatürk'ün hilafet sisteminde, İslam ülkeleri aralarında Şura oluştururlar. Beş ülkeyi daimi yönetici seçerler, meclisleri sırayla hilafet makamını temsil eder şeklinde..."
Sonuç olarak hilafet, Atatürk'ün ömrü vefa etseydi hayata geçireceği ve İslam devletlerini birleştirmek için kullanacağı bir sistem ve yol olacaktı.
Tekrar edelim ki; 3 Mart 1924'te çıkarılan 431 sayılı Hilafetin İlgasına ve Hanedan-ı Osmaniye'nin T.C. Memalik-i Haricine Çıkarılmasına Dair Kanun'un 1.maddesine göre; "Halife halledilmiştir. Hilafet hükümet ve cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan hilafet makamı mülgadır."
Mündemiç; varlığın içinde bulunan, varlığın yapısına karışmış olan demektir. Yani hilafet tamamen kaldırılmamış, hükümete ve cumhuriyete ait olarak bırakılmıştır.
Bunu, 10 Ocak 1921'de, 1.İnönü Savaşı'nın başladığı gün kaleme aldıkları muhtırada da beyan ederler:
"... Hilafet ve saltanat makamı ve bu yüce makamda oturan zat-ı hümayun, Büyük Millet Meclisi'nin kanunları dairesinde saklı ve korunmuştur.
İmza: Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal." (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 2015, c.10, s.271).
Hilafetin arkasına sığınarak bundan dolayı Atatürk'ü dinsizlikle itham edenler son derece büyük bir İngiliz oyununun ve de ahiret vebalinin içindedirler.
Kaldı ki, bir Bektaşi olan Atatürk'ün, hilafetin Hz. Ali'nin hakkı olduğuna dair beyanları da vardır:
"... Vaktaki Muaviye ile Hz. Ali karşı karşıya geldiler, Sıffin vakasında... Muaviye'nin askerleri Kuran*ı Kerim'i mızraklarına diktiler ve Hz. Ali'nin ordusunda bu suretle tereddüt ve zaaf husule getirdiler.
İşte o zaman dine fesat, İslamlar arasında münaferet (ayrılık) girdi ve o zaman Hak olan Kur'an, haksızlığı kabule vasıta yapıldı." (Hüseyin Bahar, Atatürk'ün İnanç Dünyası, Biltek Yayınları, Ankara, 2001, s.3).
Siz Mustafa Kemal'in, Hz. Ali'nin olan halifeliği hakkı gasp edilerek Muaviye'nin aldığı inancından yola çıkarsanız, hilafetin mecliste mündemiç olması zaten hakkı olana verilmeyen hilafetin emanet edilmesi manasına da gelir. Bu görüş O'nun inanç dünyasına da uygundur. (Prof. Dr. Haydar Baş, Hoşgeldin Atatürk, İcmal Yayınları, s.539-546).
Türkiye'de Atatürk doğru anlaşılmadıkça, ülkedeki kör dövüş devam edecektir. Allah (c.c.); Atatürk'e, mübarek anasına, babasına, dedesine ve tüm soyuna sonsuz rahmet eylesin, bizlere de şefaatçi eylesin.
Selam olsun Atatürkçü Türk gençliğine...
- Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek / 05.02.2022
- Bir gecede cahil kaldık(!)-II / 09.07.2020
- Bir gecede cahil kaldık(!)-I / 08.07.2020
- Türklerin tarihi / 12.05.2020
- Bilime destek olmalıyız / 04.04.2020
- Baharın gelişi / 19.03.2020
- İftira er kişiye zarar vermez / 11.09.2019
- Atatürk ve Hilafet-II / 29.07.2019
- Atatürk ve Hilafet-I / 28.07.2019