Bir siyasînin ABD'ye gitmesi şöyle dursun, onlarla konuşması, söz alışverişinde bulunmasi dahi yadırganır, olağanüstü dikkat çeker, hakkında uzun yorum ve değerlendirmeler yapılırdı.
Şimdi de yapılıyor da, yadırganarak değil.
Meselâ, parti mensubu olmayan birisi ABD'ye gitse, sıradan vatandaş bile "Hıı, parti kuracak da, kurmadan önce ABD'den onay almaya gitti" diyor.
Giden şahıs parti genel başkanıysa, onun için de "Hıı, seçim falan yokken ABD'ye gidiyor ki, seçimi garantilesin ve başbakan olsun" diyor.
İşin garibi, gerçekten de sonuç vatandaşın söylediği gibi oluyor.
Tabiî ki ABD'ye her gidiveren, hemencecik bir partinin genel başkanı olmuyor.
Kim ABD'de görüştüğü kuruluşlarda olumlu kanaat bırakabilrse o oluyor...
Bu gidişler, her zaman bizim taraftan talep şeklinde değil, bazan da ABD'den davet şeklinde oluyor.
ABD, bizdeki birisini "Başbakanlık için" kestirirse, davet edebilir.
Davetli şahıs ABD'ye gider, gelince bir de bakarsınız ki, otomatiğe bağlanmış gibi şakkadan başbakan oluvermiş.
* * *
Böyle olunca, insan ister istemez vatandaşın yukarıdaki sözüne hak veriyor.
Hayali bırakalım da taze bir misale, gerçeğe geçelim.
Bu günlerde ABD'de üç siyasimiz boy gösteriyor.
Bir: Soy ismini, medyanın kamu oyundan devamlı sakladığı Dışişleri Bakanı İsmail Cem İpekçi. (Zannedersiniz ki soy ismi Cem. Hayır, Cem ikinci ismi.)
İki: Ekonomiden sorumlu bakan Kemal Derviş.
Üç: Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan...
İpekçi, Dışişleri Bakanı olduğu için ABD'ye gitmesi normal.
Derviş ise, zaten ABD'li sayılır.
İkisi de bakan olduklarına göre, olsa olsa ABD'den onlara lâzım olan başbakanlık icazetidr.
Nitekim, yürürken vücudu, konuşurken sesi titreyen Ecevit'ten sonra, başbakanlık için, ikisinin isimleri konuşulmuyor mu?
Peki Tayyip Bey niçin orada?
Hoş, "Derviş dervişi bulur tekkede..." kâbilinden Derviş'le orada değil.
Başbakanlık denilen makamda onun da gözü var.
O da kendisini beğendirmek istiyor.
O isteğini dile getirirken, her halde karşı taraf susuyor değildir. Eğer bu bir anlaşmaysa, onların da istekleri olması normal.
Öyleyse, vatandaşın sorduğu soruyu buraya aktaralım:
"Başbakanlığı ver. Bu belli... Peki, neyi al?.."
* * *
Tayyip Bey, bu soruya şiddetle karşı çıkacaktır tabiî; normaldir de.
Ama gerçekleri örtmek mümkün değil ki.
İşte o gerçeklerle ilgili sorular:
a. Eğer icazet istemek ve böyle bir pazarlık yoksa, kendinizi niçin ABD'ye tanıtmak ihtiyacını hissediyorsunuz?
b. Kendinizi onlar yerine Türk milletine tanıtmanız icap etmez mi?
c. Seçim zamanında, size oy verecek olanlar ABD'liler mi, yoksa Türk halkı mı?
Vakit Gazetesi'nden acar gazeteci Serdar Arsever'in, "Kamuoyu merak ediyor" diyerek köşesine aldığı soruyu, ehemmiyetine binaen ben de tekrar edeyim:
"Ak Parti'nin belli kademelerine yabancı unsur olarak nitelendirilecek kişilerin getirilmiş olmasının sebebi nedir?"
Ak Parti'nin özü, aslı, esası, temeli, politikası, niyeti işte bu sorunun cevabında.
Bu sorunun, hiç bir zaman gelmeyecek olan cevabını bekleyelim bakalım...
Değerli okuyucular, siz şu vaziyete gülmez misiniz?
Tayyip Bey, ABD'den icâzet alma konusunda, hem "Milletten başka kimseden icâzet istemeyeceklerini" söylüyor, hem de diyor ki:
"Yok saymak da yanlış olur. İlkelerimizden taviz vermeden, her kesimle görüşür, anlaşma zemini ararız."
Serdar Arseven'in söylediğine göre, "Yahudi lobisiyle ilişkiler de bununla bağlantılı."
Beraberinde Sayın Gül'ün de bulunduğu bu gezide, hangi konularda "Al gülüm, ver gülüm" yapıldığın kamuoyu gerçekten merak ediyor.
Tayyip Bey, böyle sorulara çok bozuluyor.
İyi de, zat-ı âlileri ABD'ye laf olsun diye mi davet edildi? Kendileri laf olsun diye mi gitti? Partilerine ait görüşleri orada laf olsun diye mi anlatıyor?
MGK, "Kürtçe eğitim istekleri PKK'nın stratejisidir. AB ülkeleri, yeni bir millet ortaya koymak için buna destek veriyorlar" dediği halde, Tayyip Bey'in ABD'den Kürtçe eğitime hâlâ yeşil ışık yakması enteresan...
Şimdi de yapılıyor da, yadırganarak değil.
Meselâ, parti mensubu olmayan birisi ABD'ye gitse, sıradan vatandaş bile "Hıı, parti kuracak da, kurmadan önce ABD'den onay almaya gitti" diyor.
Giden şahıs parti genel başkanıysa, onun için de "Hıı, seçim falan yokken ABD'ye gidiyor ki, seçimi garantilesin ve başbakan olsun" diyor.
İşin garibi, gerçekten de sonuç vatandaşın söylediği gibi oluyor.
Tabiî ki ABD'ye her gidiveren, hemencecik bir partinin genel başkanı olmuyor.
Kim ABD'de görüştüğü kuruluşlarda olumlu kanaat bırakabilrse o oluyor...
Bu gidişler, her zaman bizim taraftan talep şeklinde değil, bazan da ABD'den davet şeklinde oluyor.
ABD, bizdeki birisini "Başbakanlık için" kestirirse, davet edebilir.
Davetli şahıs ABD'ye gider, gelince bir de bakarsınız ki, otomatiğe bağlanmış gibi şakkadan başbakan oluvermiş.
* * *
Böyle olunca, insan ister istemez vatandaşın yukarıdaki sözüne hak veriyor.
Hayali bırakalım da taze bir misale, gerçeğe geçelim.
Bu günlerde ABD'de üç siyasimiz boy gösteriyor.
Bir: Soy ismini, medyanın kamu oyundan devamlı sakladığı Dışişleri Bakanı İsmail Cem İpekçi. (Zannedersiniz ki soy ismi Cem. Hayır, Cem ikinci ismi.)
İki: Ekonomiden sorumlu bakan Kemal Derviş.
Üç: Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan...
İpekçi, Dışişleri Bakanı olduğu için ABD'ye gitmesi normal.
Derviş ise, zaten ABD'li sayılır.
İkisi de bakan olduklarına göre, olsa olsa ABD'den onlara lâzım olan başbakanlık icazetidr.
Nitekim, yürürken vücudu, konuşurken sesi titreyen Ecevit'ten sonra, başbakanlık için, ikisinin isimleri konuşulmuyor mu?
Peki Tayyip Bey niçin orada?
Hoş, "Derviş dervişi bulur tekkede..." kâbilinden Derviş'le orada değil.
Başbakanlık denilen makamda onun da gözü var.
O da kendisini beğendirmek istiyor.
O isteğini dile getirirken, her halde karşı taraf susuyor değildir. Eğer bu bir anlaşmaysa, onların da istekleri olması normal.
Öyleyse, vatandaşın sorduğu soruyu buraya aktaralım:
"Başbakanlığı ver. Bu belli... Peki, neyi al?.."
* * *
Tayyip Bey, bu soruya şiddetle karşı çıkacaktır tabiî; normaldir de.
Ama gerçekleri örtmek mümkün değil ki.
İşte o gerçeklerle ilgili sorular:
a. Eğer icazet istemek ve böyle bir pazarlık yoksa, kendinizi niçin ABD'ye tanıtmak ihtiyacını hissediyorsunuz?
b. Kendinizi onlar yerine Türk milletine tanıtmanız icap etmez mi?
c. Seçim zamanında, size oy verecek olanlar ABD'liler mi, yoksa Türk halkı mı?
Vakit Gazetesi'nden acar gazeteci Serdar Arsever'in, "Kamuoyu merak ediyor" diyerek köşesine aldığı soruyu, ehemmiyetine binaen ben de tekrar edeyim:
"Ak Parti'nin belli kademelerine yabancı unsur olarak nitelendirilecek kişilerin getirilmiş olmasının sebebi nedir?"
Ak Parti'nin özü, aslı, esası, temeli, politikası, niyeti işte bu sorunun cevabında.
Bu sorunun, hiç bir zaman gelmeyecek olan cevabını bekleyelim bakalım...
Değerli okuyucular, siz şu vaziyete gülmez misiniz?
Tayyip Bey, ABD'den icâzet alma konusunda, hem "Milletten başka kimseden icâzet istemeyeceklerini" söylüyor, hem de diyor ki:
"Yok saymak da yanlış olur. İlkelerimizden taviz vermeden, her kesimle görüşür, anlaşma zemini ararız."
Serdar Arseven'in söylediğine göre, "Yahudi lobisiyle ilişkiler de bununla bağlantılı."
Beraberinde Sayın Gül'ün de bulunduğu bu gezide, hangi konularda "Al gülüm, ver gülüm" yapıldığın kamuoyu gerçekten merak ediyor.
Tayyip Bey, böyle sorulara çok bozuluyor.
İyi de, zat-ı âlileri ABD'ye laf olsun diye mi davet edildi? Kendileri laf olsun diye mi gitti? Partilerine ait görüşleri orada laf olsun diye mi anlatıyor?
MGK, "Kürtçe eğitim istekleri PKK'nın stratejisidir. AB ülkeleri, yeni bir millet ortaya koymak için buna destek veriyorlar" dediği halde, Tayyip Bey'in ABD'den Kürtçe eğitime hâlâ yeşil ışık yakması enteresan...
Ali Eren / diğer yazıları
- Alın size Avrupa'dan taze cevap / 16.03.2002
- Derviş'e ODTÜ'yü dar etmek / 02.03.2002
- Bayram sonrası düşünceleri / 26.02.2002
- Artık açıkça "ha kilese ha câmi" diyebiliyorlar / 16.02.2002
- Müfsidi Kebir (Büyük Fesatçı) / 13.02.2002
- Bir maskara / 12.02.2002
- Tarihe ve zihinlere bir-iki hatıra kaydı / 09.02.2002
- Başbakanlığı al, neyi ver? / 02.02.2002
- Papa'nın davet etmemesine üzülünür (!) / 26.01.2002
- Bizi, onlarca sene dinsiz tanıtmışlar / 19.01.2002
- Derviş'e ODTÜ'yü dar etmek / 02.03.2002
- Bayram sonrası düşünceleri / 26.02.2002
- Artık açıkça "ha kilese ha câmi" diyebiliyorlar / 16.02.2002
- Müfsidi Kebir (Büyük Fesatçı) / 13.02.2002
- Bir maskara / 12.02.2002
- Tarihe ve zihinlere bir-iki hatıra kaydı / 09.02.2002
- Başbakanlığı al, neyi ver? / 02.02.2002
- Papa'nın davet etmemesine üzülünür (!) / 26.01.2002
- Bizi, onlarca sene dinsiz tanıtmışlar / 19.01.2002