'Atatürk’e kılıç çekene Allah’ta kılıç çeker' seslendirme dosyası:
Galiba beklenen o kutlu döneme kadar salya sümükler, meymenetsiz şerefsizler Türk'ün ulu çınarı olan Ata'sına hücuma devam edecekler.
Kitabın ortasından konuşmayı ve yazmayı severim zira "Türk"olana da bu yakışır.
İslam dininin Türk'ün coğrafyasında doyasıya yaşanmasına yüce Allah'ın vesile kıldığı Ulu önderimiz Atatürk'e bu kadar aleni düşmanlık edenler aslında yakayıda ele vermiş oluyorlar.
Niye derseniz, Atatürk'e tarih boyunca dil uzatanlar ve daima aleyhinde olanlar aslında Atatürk'ün şahsında ehl-i Beyt'e düşmandırlar.
Tıpkı Emeviler gibi, sufyanlar gibi…
Sakife'de alevera dalevera çevirenler gibi…
Onlar da Hz.Ali'ye ömürleri boyunca düşmanlıkta birbirleriyle yarıştılar.
Aynı kaderi yaşayan ve tüm acıları tadan büyük önder Mustafa Kemal Atatürk'e karşı olan malum çevrelerin yolu da aynen sufyancıların yolu gibidir.
Atatürk'e gönülden bağlı olanların yolu da zerre şüpheniz olmasın Hz.Ali'nin yolu ve dolayısıyla, Muhammed Mustafa'nın yoludur.
Neden bunca kin ve düşmanlık sorusunun cevabını, sadece cumhuriyet dönemi düşmanları üzerinde yoğunlaşarak verebilmenin sağlıklı bir yöntem olmayacağı kanaatindeyim.
Aslında hak ve hak'tan olana karşı muhalefet geleneği habil ve kabil olayından beri vardır ama o kadar da geriye gidecek değiliz.
Ama denebilir ki, Hz.Ali'nin eli Atatürk'ün başı üzerindeyse o halde düşmanlara bu gerçek açık davetiyedir.
İnanın sevgili okurlar, dün olduğu gibi bugün de Atatürk'e kerih ağızlarıyla hücum edenler, aslında Atatürk'le şahsen hesabı olmayıp "İslamın özüne" düşmandırlar.
Yarasa gibidirler ve aydınlığa asla tahammül edemezler.
Gerçek islama doğrudan karşı olamadıkları için, cübbe sarık ve şalvarlarıyla dini kendi merkezlerinde ve tekellerindeymiş gibi pazarlamaya azmetmişler ve maalesef te alıcı bulmuşlardır.
Allah'a kasem olsun ki, Atatürk'ün öbür dünya'da ulaştığı yüce makamı bu yarasalar ömürleri boyunca kabe'nin duvarını dönüm dursalar bile dahi rüyalarında bile asla göremezler.
Prof.Dr.Haydar Baş hocamızın Hoş geldin Atatürk eserinde,soyu mübarek Ehl-i Beyt'e dayandığı tüm delil ve belgeleriyle ortaya konan bu yüce insana en büyük iftiralardan biri de, "alkolden öldü" şeklkinde ki korkunç yalandır.
Oysa işin aslı nedir diye en küçük bir araştırmada bile bunun ne büyük bir iftira olduğu kolayca anlaşılır ama dert bu değil.
Atatürk'ün ölümünden sonra düzenlenen birinci raporda "ölüm sebebi karın içinde sıvı, asit toplanması" olarak gösterilirken, ikinci raporda ise "alkolle ilgili karaciğer iltihabı" neden olarak gösterilmektedir.
Ortada hem bir çelişki, hem de büyük bir yalan vardı. Bu yalan raporu, o dönem mecliste etkisi çok olan masonlar çıkarttırıyor.
Büyük önderimiz Atatürk, mason localarına karşı büyük bir savaş veriyor. Yıl 1935. Atatürk, Mahmut Esat Bozkurt'a Masonların taksimat, teşkilat ve ahvalini bildirir bir kitap verir ve der ki;
"Bunu güzelce mütalaa et, bir takrirle Halk Partisi Gurup Başkanlığına ver, gurupta bunlara şiddetli bir hücum yap ve gurupça kapanmasına delalet et. Senin de bu işte büyük şeref payın olacaktır."
Böylece Bozkurt, Paşa'nın istediğini yaptı, "Masonlara ölüm" naraları altında, mecliste locaları kapatma kararı çıktı.
Masonlar, Doktor Mim Kemal'i önlerine katarak Atatürk'ün makamına çıktılar; "Efendim biz zaten maiyet-i devletinizdeyiz, fakat siz meşrik-i azamımız olursanız biz pervane gibi etrafınızda dönüp dolaşırız" dediler.
Türk'ün atası ulu önder der ki;
"Peki, bir şey soracağım, bana cevap veriniz de sonra… Siz Avrupa'da hangi locaya bağlısınız ve metbûnuzun ismi nedir?" diye sordu.
"Biz Cenova'ya tabiiyiz ve reisimiz de Barca Mison Cenaplarıdır." dediler.
Bunun üzerine Atatürk öfkelenip; "Benim milletim bana kahraman sıfatını verdi, ben sizin gibi, bir çift Yahudi'ye uşak mı olacağım? Bu gece sabaha kadar Türkiye'deki bütün localarınızı kapatmadığınız takdirde yarın teşkil edeceğim divan-ı harbi örfi'ye hepinizi verir ve astırırım! Haydi defolun karşımdan!" diyerek onları kovdu.
Mustafa Kemal Atatürk, 10.10.1935 tarihinde Ankara'da Çankaya köşkünde Doktor Mim Kemal Öke"ye hitaben: "Mason cemiyetinin faaliyetini inkılâplarıma muarız gördüğüm için kapatılmasını elzem gördüm. Bu dakikadan itibaren bu cemiyeti ölmüş biliniz. Ve bir daha diriltmeye teşebbüs etmeyiniz." demişti.
Yüksek dereceli bir mason olan Avram Benaroyas, Türkiye Mason Cemiyeti'nin kapandığını Moskova'da bir toplantı sırasındayken öğrendi ve şöyle dedi: "O sarı lider ortadan suret-i katiyetle kaldırılacaktır!" (-Laiki Foni "Halkın Sesi" gazetesi, Yunanistan, 1948.)
Atatürk öldükten sonra, İsmet Paşa'nın cumhurbaşkanlığı sırasında, "kanun-u mahsusla localar kapanmadı tam tersi Tekrar açmaya hakkımız var!" diyen Masonların müracaatı üzerine, localar yeniden açılıp ihanet ve fitne faaliyetlerine kaldıkları yerden devam ettiler.
Celal Bayar ise 1952'de, Ahmet Gürkan'ın teklif ettiği ve Masonların localarını kapatmak istediği kanun teklifini ret ederek bu suretle localarını kanunla pekiştirdi. Celal Bayar, kendisi de bir masondu.
1962 yılında dönemin içişler bakanı Bekarta'nın talebi üzerine bir araştırma yapan Doktor Lebit Yurdoğlu şöyle diyor: "Sn. Hıfzı Oğuz Bekata. Bu konuyu derinlemesine araştırdığımda sorunun sadece geç teşhis olmadığını teşhisle uyumlu ilaçlar kullanılmadığını tespit ettim.
Atatürk'ün ilaçlarının alındığı eczanenin kayıtlarına baktığımda, o dönemlerde sıtma tedavisi için kullanılan Kinin ilacının 43 şişe kullanıldığını gördüm. Bu kadar Kinin kullanıldığında karaciğerinde onarılmaz yaralar açacağını her hekimin bilmesi gerektiği ama bunun sanki bilinçli kullanılmış olduğun izlenimi edindim.
Atatürk'ün tedavi amaçlı verildiği diğer ilaç 'piremidon'dur. İnsanlar üzerinde toksin 'zehirli' etkisi olduğu kesinlik kazanmıştır. 'Civalı diuretik' olan 'salyrgan' isimli ilacın ise 3 Ağustos 1938 tarihinde yapılan konsültasyondan önce kullanımının tehlikeli olacağı bilindiği halde bu ilacın kullanılmasına devam edilmiştir. Eppinger, Bergman, Dr. Fissinger, hekimlik görevlerini bilinçli bir şeklide eksik yaptıkları kanısı bende hâkim olmuştur."
İçişler Bakanı Kaya, İnönü'ye yazdığı yazıda şunları söylüyor: "Tahsis ettiğimiz doktorun görevini layıkı ile yaptığı kanısındayım. Her şey yolunda ve mecrasında seyir etmektedir. Sizleri Cumhurreisi olarak görmek arzusu hepimizde hâsıl olmuştur. Hürmetle ellerinizden öperim efendim."
Gerçek bu iken "Atatürk içkiden öldü" iftirasında bulunanlar, Allah'a kılıç çekenlerdir ki Allah'ta onlara kılıç çeker.
Vay onların hem bu dünya'da ve öteki alemde ki acınası hallerine…
Selam olsun sarı saçlı Türk'ün ulu çınarına…
Selam olsun onu Türk Milletiyle tanıştıran Hüseyin'in babası BAŞ TÜRK'e.
Kitabın ortasından konuşmayı ve yazmayı severim zira "Türk"olana da bu yakışır.
İslam dininin Türk'ün coğrafyasında doyasıya yaşanmasına yüce Allah'ın vesile kıldığı Ulu önderimiz Atatürk'e bu kadar aleni düşmanlık edenler aslında yakayıda ele vermiş oluyorlar.
Niye derseniz, Atatürk'e tarih boyunca dil uzatanlar ve daima aleyhinde olanlar aslında Atatürk'ün şahsında ehl-i Beyt'e düşmandırlar.
Tıpkı Emeviler gibi, sufyanlar gibi…
Sakife'de alevera dalevera çevirenler gibi…
Onlar da Hz.Ali'ye ömürleri boyunca düşmanlıkta birbirleriyle yarıştılar.
Aynı kaderi yaşayan ve tüm acıları tadan büyük önder Mustafa Kemal Atatürk'e karşı olan malum çevrelerin yolu da aynen sufyancıların yolu gibidir.
Atatürk'e gönülden bağlı olanların yolu da zerre şüpheniz olmasın Hz.Ali'nin yolu ve dolayısıyla, Muhammed Mustafa'nın yoludur.
Neden bunca kin ve düşmanlık sorusunun cevabını, sadece cumhuriyet dönemi düşmanları üzerinde yoğunlaşarak verebilmenin sağlıklı bir yöntem olmayacağı kanaatindeyim.
Aslında hak ve hak'tan olana karşı muhalefet geleneği habil ve kabil olayından beri vardır ama o kadar da geriye gidecek değiliz.
Ama denebilir ki, Hz.Ali'nin eli Atatürk'ün başı üzerindeyse o halde düşmanlara bu gerçek açık davetiyedir.
İnanın sevgili okurlar, dün olduğu gibi bugün de Atatürk'e kerih ağızlarıyla hücum edenler, aslında Atatürk'le şahsen hesabı olmayıp "İslamın özüne" düşmandırlar.
Yarasa gibidirler ve aydınlığa asla tahammül edemezler.
Gerçek islama doğrudan karşı olamadıkları için, cübbe sarık ve şalvarlarıyla dini kendi merkezlerinde ve tekellerindeymiş gibi pazarlamaya azmetmişler ve maalesef te alıcı bulmuşlardır.
Allah'a kasem olsun ki, Atatürk'ün öbür dünya'da ulaştığı yüce makamı bu yarasalar ömürleri boyunca kabe'nin duvarını dönüm dursalar bile dahi rüyalarında bile asla göremezler.
Prof.Dr.Haydar Baş hocamızın Hoş geldin Atatürk eserinde,soyu mübarek Ehl-i Beyt'e dayandığı tüm delil ve belgeleriyle ortaya konan bu yüce insana en büyük iftiralardan biri de, "alkolden öldü" şeklkinde ki korkunç yalandır.
Oysa işin aslı nedir diye en küçük bir araştırmada bile bunun ne büyük bir iftira olduğu kolayca anlaşılır ama dert bu değil.
Atatürk'ün ölümünden sonra düzenlenen birinci raporda "ölüm sebebi karın içinde sıvı, asit toplanması" olarak gösterilirken, ikinci raporda ise "alkolle ilgili karaciğer iltihabı" neden olarak gösterilmektedir.
Ortada hem bir çelişki, hem de büyük bir yalan vardı. Bu yalan raporu, o dönem mecliste etkisi çok olan masonlar çıkarttırıyor.
Büyük önderimiz Atatürk, mason localarına karşı büyük bir savaş veriyor. Yıl 1935. Atatürk, Mahmut Esat Bozkurt'a Masonların taksimat, teşkilat ve ahvalini bildirir bir kitap verir ve der ki;
"Bunu güzelce mütalaa et, bir takrirle Halk Partisi Gurup Başkanlığına ver, gurupta bunlara şiddetli bir hücum yap ve gurupça kapanmasına delalet et. Senin de bu işte büyük şeref payın olacaktır."
Böylece Bozkurt, Paşa'nın istediğini yaptı, "Masonlara ölüm" naraları altında, mecliste locaları kapatma kararı çıktı.
Masonlar, Doktor Mim Kemal'i önlerine katarak Atatürk'ün makamına çıktılar; "Efendim biz zaten maiyet-i devletinizdeyiz, fakat siz meşrik-i azamımız olursanız biz pervane gibi etrafınızda dönüp dolaşırız" dediler.
Türk'ün atası ulu önder der ki;
"Peki, bir şey soracağım, bana cevap veriniz de sonra… Siz Avrupa'da hangi locaya bağlısınız ve metbûnuzun ismi nedir?" diye sordu.
"Biz Cenova'ya tabiiyiz ve reisimiz de Barca Mison Cenaplarıdır." dediler.
Bunun üzerine Atatürk öfkelenip; "Benim milletim bana kahraman sıfatını verdi, ben sizin gibi, bir çift Yahudi'ye uşak mı olacağım? Bu gece sabaha kadar Türkiye'deki bütün localarınızı kapatmadığınız takdirde yarın teşkil edeceğim divan-ı harbi örfi'ye hepinizi verir ve astırırım! Haydi defolun karşımdan!" diyerek onları kovdu.
Mustafa Kemal Atatürk, 10.10.1935 tarihinde Ankara'da Çankaya köşkünde Doktor Mim Kemal Öke"ye hitaben: "Mason cemiyetinin faaliyetini inkılâplarıma muarız gördüğüm için kapatılmasını elzem gördüm. Bu dakikadan itibaren bu cemiyeti ölmüş biliniz. Ve bir daha diriltmeye teşebbüs etmeyiniz." demişti.
Yüksek dereceli bir mason olan Avram Benaroyas, Türkiye Mason Cemiyeti'nin kapandığını Moskova'da bir toplantı sırasındayken öğrendi ve şöyle dedi: "O sarı lider ortadan suret-i katiyetle kaldırılacaktır!" (-Laiki Foni "Halkın Sesi" gazetesi, Yunanistan, 1948.)
Atatürk öldükten sonra, İsmet Paşa'nın cumhurbaşkanlığı sırasında, "kanun-u mahsusla localar kapanmadı tam tersi Tekrar açmaya hakkımız var!" diyen Masonların müracaatı üzerine, localar yeniden açılıp ihanet ve fitne faaliyetlerine kaldıkları yerden devam ettiler.
Celal Bayar ise 1952'de, Ahmet Gürkan'ın teklif ettiği ve Masonların localarını kapatmak istediği kanun teklifini ret ederek bu suretle localarını kanunla pekiştirdi. Celal Bayar, kendisi de bir masondu.
1962 yılında dönemin içişler bakanı Bekarta'nın talebi üzerine bir araştırma yapan Doktor Lebit Yurdoğlu şöyle diyor: "Sn. Hıfzı Oğuz Bekata. Bu konuyu derinlemesine araştırdığımda sorunun sadece geç teşhis olmadığını teşhisle uyumlu ilaçlar kullanılmadığını tespit ettim.
Atatürk'ün ilaçlarının alındığı eczanenin kayıtlarına baktığımda, o dönemlerde sıtma tedavisi için kullanılan Kinin ilacının 43 şişe kullanıldığını gördüm. Bu kadar Kinin kullanıldığında karaciğerinde onarılmaz yaralar açacağını her hekimin bilmesi gerektiği ama bunun sanki bilinçli kullanılmış olduğun izlenimi edindim.
Atatürk'ün tedavi amaçlı verildiği diğer ilaç 'piremidon'dur. İnsanlar üzerinde toksin 'zehirli' etkisi olduğu kesinlik kazanmıştır. 'Civalı diuretik' olan 'salyrgan' isimli ilacın ise 3 Ağustos 1938 tarihinde yapılan konsültasyondan önce kullanımının tehlikeli olacağı bilindiği halde bu ilacın kullanılmasına devam edilmiştir. Eppinger, Bergman, Dr. Fissinger, hekimlik görevlerini bilinçli bir şeklide eksik yaptıkları kanısı bende hâkim olmuştur."
İçişler Bakanı Kaya, İnönü'ye yazdığı yazıda şunları söylüyor: "Tahsis ettiğimiz doktorun görevini layıkı ile yaptığı kanısındayım. Her şey yolunda ve mecrasında seyir etmektedir. Sizleri Cumhurreisi olarak görmek arzusu hepimizde hâsıl olmuştur. Hürmetle ellerinizden öperim efendim."
Gerçek bu iken "Atatürk içkiden öldü" iftirasında bulunanlar, Allah'a kılıç çekenlerdir ki Allah'ta onlara kılıç çeker.
Vay onların hem bu dünya'da ve öteki alemde ki acınası hallerine…
Selam olsun sarı saçlı Türk'ün ulu çınarına…
Selam olsun onu Türk Milletiyle tanıştıran Hüseyin'in babası BAŞ TÜRK'e.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hacı Gaydan / diğer yazıları
- Boykotu bırak satılanlara bak! / 08.04.2025
- ‘Selçuklu ve Osmanlı’yı tarikatlar batırdı’ / 07.04.2025
- Para yok ki ‘BOYKOT’ olsun! / 06.04.2025
- “Kürt sorunu” ifadesi ‘SEVR’ in ürünüdür! / 02.04.2025
- TÜRK milletine ters kelepçe! / 01.04.2025
- Türkler Ehl-i Beyt ile akrabadır / 31.03.2025
- Türk’ler Ehl-i Beyt İslam’ını kabul etmiştir / 30.03.2025
- İktidar çok tehlikeli oynuyor! / 26.03.2025
- Suriye için tek çözüm: Atatürk modeli / 25.03.2025
- Ne ekersen onu biçersin! / 24.03.2025
- ‘Selçuklu ve Osmanlı’yı tarikatlar batırdı’ / 07.04.2025
- Para yok ki ‘BOYKOT’ olsun! / 06.04.2025
- “Kürt sorunu” ifadesi ‘SEVR’ in ürünüdür! / 02.04.2025
- TÜRK milletine ters kelepçe! / 01.04.2025
- Türkler Ehl-i Beyt ile akrabadır / 31.03.2025
- Türk’ler Ehl-i Beyt İslam’ını kabul etmiştir / 30.03.2025
- İktidar çok tehlikeli oynuyor! / 26.03.2025
- Suriye için tek çözüm: Atatürk modeli / 25.03.2025
- Ne ekersen onu biçersin! / 24.03.2025