Aylardır Ankara'da bir gürültüdür gidiyor. Hükumetin küçük ortağı ANAP lideri Yılmaz, özellikle enerji davaları ya da ekonomik kriz gündeme geldikçe AB, AB diye bağırarak gündemi değiştiriyor.
AB treni kaçtı kaçacak. Kaçarsa batarız diye yırtınıyor. O yırtındıkça Meclisteki tüm partiler iktidarı ile muhalefeti ile dolduruşa gelerek AB'ne taviz üstüne taviz veriyor. Bu sayede Avrupa Birliği'nden hiç değilse üyelik müzakeresi için bir süre alacağını umuyorlardı.
Partilerin en samimi AB'ci biziz yarışı, zaten güvenirlikleri aşınmış bu partilerin seçmen tabanları ile bağını büsbütün koparıyor. Çünkü milletimiz AB'ne bu AB bağımlısı partilerle taban tabana zıt bakıyor.
Meclisteki siyasi partilerin bu teslimiyetçi tutumlarına rağmen Avrupa Birliği dirsek gösterdi.
AB Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu üyesi Alman Günther Verheugen, Türkiye'nin AB üyeliği için takvim verilmeyeceğini açıkladı.
AB'nin en yetkili sözcüsü AB devlet başkanlarının Türkiye'ye yönelik gönül alma demeçlerinin Türkiye'yi üyelik takvimi konusunda beklentiye soktuğunu oysa böyle bir şeyin söz konusu olmadığını belirtiyor.
Verheugen, bir yandan idam ve Kürtçe eğitim konusunda adım atılmasını istiyor bir yandan da Türkiye'nin uyum çabalarının kağıt üstünde kaldığını söyleyerek ciddiye almıyor.
Daha da ileri giderek değil Türkiye'nin Kopenhag Kriterlerini yerine getirmesi, Kıbrıs ve AGSK'da geri adım atması halinde dahi üyelik müzakere takvimi verilemeyeceğini ısrarla belirtiyor.
Bir tek Kıbrıs'ın üyeliği halinde Türkiye'nin İlhaktan söz etmemesinin AB için fırsat oluşturduğunu ifade ediyor.
Demek ki Rumların Kıbrıs'ı fiilen ele geçirmelerine AB değil, Türkiye'nin pasif tutumu cesaret veriyor.
Ancak siyasetçilerin bu pasif tutumuna rağmen, askerlerimizin rahatsızlığı Verheugen'i korkutuyor. TSK'nın tavrının belirsiz olduğunu iddia ederek rahatsızlığını açığa vuruyor.
Verheugen'in bu psikolojisi ile Yılmaz'ın psikolojisi ne kadar örtüşüyor değil mi?
Yılmaz da askeri AB'ne karşı psikolojik hareket yürütmekle suçluyor.
AB'ci koronun aylardır bir kaşık suda kopardıkları fırtınanın karşılığı bundan ibaret. Yani kocaman bir hiç. Adamlar bizimkilere bir aferini dahi esirgiyorlar.
Niçin mi? Bu sorunun cevabını da bir başka Avrupalı veriyor. Kemal Derviş, Türkiye'nin Avrupalılığı üstüne masal okurken, eski Fransız Elçisi Daniel Tordjman, boş yere hayal kuruyorsunuz dercesine, AB'nin anahtarını gösteriyor.
Fransız elçi, Vatikan'ın bu konuda çok güçlü olduğunu, Türkiye'nin AB ülkelerinden önce Vatikan'ı yani Avrupa'nın kilisesini ikna etmesi gerektiğini söylüyor. Yanlış duymadınız AB'nin kapısı Kilise'den açılıyor. Zaten Euro'nun üzerindeki resimden belli değil mi? St. Piyer Kilisesi, paralarına boşuna mı kondurulmuş?
Prof. Dr. Haydar Baş yıllardır bu gerçeği haykırırken, anlamazlıktan gelenler AB'nin bu itirafları karşısında ne diyecekler?
Tayyip Erdoğan'ın değişim uğruna AB'ne kapaklanmasını anlıyoruz da Erbakan'ın dahi bu kervana katılmasına hayret ediyoruz.
Geçtiğimiz haftalarda Erbakan, "biz AET'ye karşıydık çünkü o zaman Hıristiyan birliğiydi. Şimdi çok dinli oldu onun için artık taraftarız.
Yani biz değil AB değişti" demişti.
Adamlar AB'nin yolu Vatikan'dan geçer derken Erbakan bunları söylüyor.
Yani mızrak çuvala sığmıyor. Değişen AB değil, onlar. AB'nin çok dinli olduğu yok. Hepsinin dini Hıristiyanlık.
Erdoğan, "partimizde Yahudi de Hıristiyan da olacak" diyerek değişimin boyutlarını sergiledi.
Yani çok dinli olan bizim yerli AB'ciler...
Sağ yanlarında haham, sol yanlarında papaz ortalıkta dolaşıyorlar. Bu gidişle Erbakan-Erdoğan ikilisi Yılmaz'dan önce AB'ne alınırsa şaşmayın.
AB treni kaçtı kaçacak. Kaçarsa batarız diye yırtınıyor. O yırtındıkça Meclisteki tüm partiler iktidarı ile muhalefeti ile dolduruşa gelerek AB'ne taviz üstüne taviz veriyor. Bu sayede Avrupa Birliği'nden hiç değilse üyelik müzakeresi için bir süre alacağını umuyorlardı.
Partilerin en samimi AB'ci biziz yarışı, zaten güvenirlikleri aşınmış bu partilerin seçmen tabanları ile bağını büsbütün koparıyor. Çünkü milletimiz AB'ne bu AB bağımlısı partilerle taban tabana zıt bakıyor.
Meclisteki siyasi partilerin bu teslimiyetçi tutumlarına rağmen Avrupa Birliği dirsek gösterdi.
AB Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu üyesi Alman Günther Verheugen, Türkiye'nin AB üyeliği için takvim verilmeyeceğini açıkladı.
AB'nin en yetkili sözcüsü AB devlet başkanlarının Türkiye'ye yönelik gönül alma demeçlerinin Türkiye'yi üyelik takvimi konusunda beklentiye soktuğunu oysa böyle bir şeyin söz konusu olmadığını belirtiyor.
Verheugen, bir yandan idam ve Kürtçe eğitim konusunda adım atılmasını istiyor bir yandan da Türkiye'nin uyum çabalarının kağıt üstünde kaldığını söyleyerek ciddiye almıyor.
Daha da ileri giderek değil Türkiye'nin Kopenhag Kriterlerini yerine getirmesi, Kıbrıs ve AGSK'da geri adım atması halinde dahi üyelik müzakere takvimi verilemeyeceğini ısrarla belirtiyor.
Bir tek Kıbrıs'ın üyeliği halinde Türkiye'nin İlhaktan söz etmemesinin AB için fırsat oluşturduğunu ifade ediyor.
Demek ki Rumların Kıbrıs'ı fiilen ele geçirmelerine AB değil, Türkiye'nin pasif tutumu cesaret veriyor.
Ancak siyasetçilerin bu pasif tutumuna rağmen, askerlerimizin rahatsızlığı Verheugen'i korkutuyor. TSK'nın tavrının belirsiz olduğunu iddia ederek rahatsızlığını açığa vuruyor.
Verheugen'in bu psikolojisi ile Yılmaz'ın psikolojisi ne kadar örtüşüyor değil mi?
Yılmaz da askeri AB'ne karşı psikolojik hareket yürütmekle suçluyor.
AB'ci koronun aylardır bir kaşık suda kopardıkları fırtınanın karşılığı bundan ibaret. Yani kocaman bir hiç. Adamlar bizimkilere bir aferini dahi esirgiyorlar.
Niçin mi? Bu sorunun cevabını da bir başka Avrupalı veriyor. Kemal Derviş, Türkiye'nin Avrupalılığı üstüne masal okurken, eski Fransız Elçisi Daniel Tordjman, boş yere hayal kuruyorsunuz dercesine, AB'nin anahtarını gösteriyor.
Fransız elçi, Vatikan'ın bu konuda çok güçlü olduğunu, Türkiye'nin AB ülkelerinden önce Vatikan'ı yani Avrupa'nın kilisesini ikna etmesi gerektiğini söylüyor. Yanlış duymadınız AB'nin kapısı Kilise'den açılıyor. Zaten Euro'nun üzerindeki resimden belli değil mi? St. Piyer Kilisesi, paralarına boşuna mı kondurulmuş?
Prof. Dr. Haydar Baş yıllardır bu gerçeği haykırırken, anlamazlıktan gelenler AB'nin bu itirafları karşısında ne diyecekler?
Tayyip Erdoğan'ın değişim uğruna AB'ne kapaklanmasını anlıyoruz da Erbakan'ın dahi bu kervana katılmasına hayret ediyoruz.
Geçtiğimiz haftalarda Erbakan, "biz AET'ye karşıydık çünkü o zaman Hıristiyan birliğiydi. Şimdi çok dinli oldu onun için artık taraftarız.
Yani biz değil AB değişti" demişti.
Adamlar AB'nin yolu Vatikan'dan geçer derken Erbakan bunları söylüyor.
Yani mızrak çuvala sığmıyor. Değişen AB değil, onlar. AB'nin çok dinli olduğu yok. Hepsinin dini Hıristiyanlık.
Erdoğan, "partimizde Yahudi de Hıristiyan da olacak" diyerek değişimin boyutlarını sergiledi.
Yani çok dinli olan bizim yerli AB'ciler...
Sağ yanlarında haham, sol yanlarında papaz ortalıkta dolaşıyorlar. Bu gidişle Erbakan-Erdoğan ikilisi Yılmaz'dan önce AB'ne alınırsa şaşmayın.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Emre Akman / diğer yazıları
- Ayı ile yatağa girmek / 05.10.2002
- AKP'deki savrulma / 30.09.2002
- Hortumcuların partileri çok, milletin partisi tek / 24.09.2002
- Milletimizin hafızası güçlüdür / 23.08.2002
- Boyalı basının panik atakları / 22.08.2002
- Şu Cemler'e bak / 30.07.2002
- Derviş nereye? / 25.07.2002
- Milletimiz büyük sürprize hazırlanıyor / 21.07.2002
- AB'nin yolu Kilise'den geçer / 03.07.2002
- AB'yi birde Alman raporundan tanıyalım / 18.06.2002
- AKP'deki savrulma / 30.09.2002
- Hortumcuların partileri çok, milletin partisi tek / 24.09.2002
- Milletimizin hafızası güçlüdür / 23.08.2002
- Boyalı basının panik atakları / 22.08.2002
- Şu Cemler'e bak / 30.07.2002
- Derviş nereye? / 25.07.2002
- Milletimiz büyük sürprize hazırlanıyor / 21.07.2002
- AB'nin yolu Kilise'den geçer / 03.07.2002
- AB'yi birde Alman raporundan tanıyalım / 18.06.2002