Eskiden camilerimiz böyle şaşaalı süslemelerle, bin bir renk halılarla kaplı değildi. Cami kapılarında “çıplak ayakla girilmez” yazısı da yoktu. Çok eskilerden beri ihtiyaç ve gelenekten gelen bir “post” kavramı vardı. Helal olan hayvanların, helal bir biçimde kesimi yapıldıktan sonra postu tabaklanarak seccade olarak kullanılırdı.
Yeni nesil unutsa bile bir atasözümüz de vardı; “Domuzdan post, gâvurdan dost olmaz” diye. Neden domuzdan post olmaz? Çünkü post üzerinde kıldığı namazla kişi, rabbine miraç eder. Domuz necis olduğuna göre kıldığın namaza necaset karıştırdığı için namazın namaz olmaz. Böylece miracın daha başlamadan sona erer.
“Gâvur” kelimesi de yeni neslin unutulanlar listesinde. Eskiden “gâvur” kelimesiyle İslam dışı tüm inançlar tarif edilirdi. Bu bir aşağılamamıdır? Kur’an’a göre evet. “Müşrikler ancak bir necis (pislik) tir.” (Tövbe: 28) Ama diyalogculara ve ABD İslamcılarına göre nedir, bilmiyorum. Artık inançlarını irdelemek lazım! Allah’a göre hak din İslam’dır, üstün olanlar ise İslam’a tabi olanlardır.
Günümüzde domuzları kasaplık hayvan yapılmasına, atıklarının İstanbul’un içme sularına karıştığı iddialarına sessiz kaldığımız gibi domuz kemiğinden üretilen jelatinlerin, aldığımız gıdaların muhafazasında kullanılmasını yadırgamak bir tarafa önemsemedik bile. Aldık, götürdük çoluk çocuk afiyetle (!) yedik.
Bu kayıtsızlığımız bizleri kâfirlerle “dost” olmaya götürdü. Kâfirlerin necis olduğunu, gâvurdan dost olmayacağını bir tarafa atıp, küffarın hizmetine amade olduk. Bu hizmetkârlığa, “dost” adını verdik. Bu öyle sıradan bir dostlukta değildi. “Kadim” dostluktu.
Hatta Tayyip Erdoğan da çok önce F. Gülen de ABD’ye (gâvura) dostluğunu itiraf etmiş, dünyanın ABD kontrolüne girmesi gerektiğini iddia etmişti.
F. Gülen 22 Temmuz 1997’de, Yeni Yüzyıl gazetesine verdiği mülakatta şu sözleri sarf etmişti;
“Amerika dünya gemisinin dümenindeki bir milletin adıdır… Amerika çökse de dünyada yine dengeler olacak. Ama şimdi dünyanın dengesinde önemli bir unsur olarak ve demokratik felsefesiyle oturmuş bir ülke sarsılırsa, dünyada çok ciddi kargaşa yaşanır…”
Şimdiki Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül ise yine o yıllarda Washington Post’a verdiği demeçte “Milli Görüş’ten” aldığı terbiyeyi şöyle özetliyordu; “Benim neslimin kalbinde ABD, hep insan hakları ve demokrasinin koruyucusu olarak yer almıştır. Ortadoğu’ya çözüm getirebilecek tek süper güç olarak lütfen harekete geçin.”
Aynı Abdullah Gül, son 50 yılda yüz milyondan fazla insanın katline sebep olan ABD’yi, “Dünya barışı için en çok evlat veren ülke” olarak adlandırmıştı.
Tayyip Erdoğan ise Irak’ta, ABD tarafından yapılan milyonu aşan Müslüman katliamlarını ve kirletilen namusları bir ABD zaferi olarak algılamış olacak ki, ABD’nin vahşi ve haçlı askerlerine duayı ihmal etmemişti: “Irak’ta savaşan ABD’li kahraman bay ve bayan askerlere, en az zayiatla ülkelerine mümkün olan en kısa zamanda dönmeleri arzusuyla dua ediyoruz.”
Cumhuriyet döneminde İsmet İnönü ile başlayan ABD dostluğu (!) Menderes’le tarifini bulmuş ve zirveye doğru yükselmiştir. Özal ile birlikte bu dostluk (!) aşka dönüşmüş ve Erdoğan ile teslimiyete erip mecnunlaşmıştır.
Ülkemizdeki bu dostluk sadece iktidar partileri ve liderleri ile sınırlı değildir. Muhalefet partileri, sendikalar, vakıflar, yardım kuruluşları, medya, sinema, sanayici ve işadamları vs. gibi toplumun her kesiminde bir ABD hayranlığı vardır.
Daha geçenlerde bir Vali, Obama’ya aşkını itiraf etti. Allah kavuştursun. Sonra solculuğu ve bitmeyen davalarıyla hepimizin malumu olan bir anlayışın internet sitesine girin “ABD’de mükemmel hayat sizleri bekliyor” reklamları ile karşılaşırsınız. Hatta bu hayranlık öyle bir noktaya sürüklendi ki, artık bazı beyinler İslam’ı yaşama merkezi olarak ABD’yi görüyor.
Asıl soru ise ABD, kendisine ilan-ı aşk edenleri nasıl görüyor? Cevabı ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger çok açık bir şekilde ifade ediyor…
“Amerika olarak neden güçlüyüz biliyor musunuz? Biz aramızdaki vatan hainlerini öldürürüz. Diğer ülkelerdeki hainleri ise kahramana dönüştürüp, o ülkelerin üst konumlarına getiririz!”
(yarın dostun yağlı kazıklarına bakacağız…)
Yeni nesil unutsa bile bir atasözümüz de vardı; “Domuzdan post, gâvurdan dost olmaz” diye. Neden domuzdan post olmaz? Çünkü post üzerinde kıldığı namazla kişi, rabbine miraç eder. Domuz necis olduğuna göre kıldığın namaza necaset karıştırdığı için namazın namaz olmaz. Böylece miracın daha başlamadan sona erer.
“Gâvur” kelimesi de yeni neslin unutulanlar listesinde. Eskiden “gâvur” kelimesiyle İslam dışı tüm inançlar tarif edilirdi. Bu bir aşağılamamıdır? Kur’an’a göre evet. “Müşrikler ancak bir necis (pislik) tir.” (Tövbe: 28) Ama diyalogculara ve ABD İslamcılarına göre nedir, bilmiyorum. Artık inançlarını irdelemek lazım! Allah’a göre hak din İslam’dır, üstün olanlar ise İslam’a tabi olanlardır.
Günümüzde domuzları kasaplık hayvan yapılmasına, atıklarının İstanbul’un içme sularına karıştığı iddialarına sessiz kaldığımız gibi domuz kemiğinden üretilen jelatinlerin, aldığımız gıdaların muhafazasında kullanılmasını yadırgamak bir tarafa önemsemedik bile. Aldık, götürdük çoluk çocuk afiyetle (!) yedik.
Bu kayıtsızlığımız bizleri kâfirlerle “dost” olmaya götürdü. Kâfirlerin necis olduğunu, gâvurdan dost olmayacağını bir tarafa atıp, küffarın hizmetine amade olduk. Bu hizmetkârlığa, “dost” adını verdik. Bu öyle sıradan bir dostlukta değildi. “Kadim” dostluktu.
Hatta Tayyip Erdoğan da çok önce F. Gülen de ABD’ye (gâvura) dostluğunu itiraf etmiş, dünyanın ABD kontrolüne girmesi gerektiğini iddia etmişti.
F. Gülen 22 Temmuz 1997’de, Yeni Yüzyıl gazetesine verdiği mülakatta şu sözleri sarf etmişti;
“Amerika dünya gemisinin dümenindeki bir milletin adıdır… Amerika çökse de dünyada yine dengeler olacak. Ama şimdi dünyanın dengesinde önemli bir unsur olarak ve demokratik felsefesiyle oturmuş bir ülke sarsılırsa, dünyada çok ciddi kargaşa yaşanır…”
Şimdiki Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül ise yine o yıllarda Washington Post’a verdiği demeçte “Milli Görüş’ten” aldığı terbiyeyi şöyle özetliyordu; “Benim neslimin kalbinde ABD, hep insan hakları ve demokrasinin koruyucusu olarak yer almıştır. Ortadoğu’ya çözüm getirebilecek tek süper güç olarak lütfen harekete geçin.”
Aynı Abdullah Gül, son 50 yılda yüz milyondan fazla insanın katline sebep olan ABD’yi, “Dünya barışı için en çok evlat veren ülke” olarak adlandırmıştı.
Tayyip Erdoğan ise Irak’ta, ABD tarafından yapılan milyonu aşan Müslüman katliamlarını ve kirletilen namusları bir ABD zaferi olarak algılamış olacak ki, ABD’nin vahşi ve haçlı askerlerine duayı ihmal etmemişti: “Irak’ta savaşan ABD’li kahraman bay ve bayan askerlere, en az zayiatla ülkelerine mümkün olan en kısa zamanda dönmeleri arzusuyla dua ediyoruz.”
Cumhuriyet döneminde İsmet İnönü ile başlayan ABD dostluğu (!) Menderes’le tarifini bulmuş ve zirveye doğru yükselmiştir. Özal ile birlikte bu dostluk (!) aşka dönüşmüş ve Erdoğan ile teslimiyete erip mecnunlaşmıştır.
Ülkemizdeki bu dostluk sadece iktidar partileri ve liderleri ile sınırlı değildir. Muhalefet partileri, sendikalar, vakıflar, yardım kuruluşları, medya, sinema, sanayici ve işadamları vs. gibi toplumun her kesiminde bir ABD hayranlığı vardır.
Daha geçenlerde bir Vali, Obama’ya aşkını itiraf etti. Allah kavuştursun. Sonra solculuğu ve bitmeyen davalarıyla hepimizin malumu olan bir anlayışın internet sitesine girin “ABD’de mükemmel hayat sizleri bekliyor” reklamları ile karşılaşırsınız. Hatta bu hayranlık öyle bir noktaya sürüklendi ki, artık bazı beyinler İslam’ı yaşama merkezi olarak ABD’yi görüyor.
Asıl soru ise ABD, kendisine ilan-ı aşk edenleri nasıl görüyor? Cevabı ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger çok açık bir şekilde ifade ediyor…
“Amerika olarak neden güçlüyüz biliyor musunuz? Biz aramızdaki vatan hainlerini öldürürüz. Diğer ülkelerdeki hainleri ise kahramana dönüştürüp, o ülkelerin üst konumlarına getiririz!”
(yarın dostun yağlı kazıklarına bakacağız…)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Akın Aydın / diğer yazıları
- O, benim bitmeyen rüyamdı -2- / 14.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -1- / 13.04.2025
- İktidarın kutsal (!) haç ve Konstantinapol sessizliği / 11.04.2025
- İktidara karşı değilse istediğiniz kadar yürüyebilirsiniz / 10.04.2025
- Papazı nasıl aldık hatırlıyor musun? / 09.04.2025
- Siyasette üçüncü yol şart mı? / 08.04.2025
- Alparslan Türkeş’in vefat yıl dönümünden önce / 07.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -2- / 06.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -1- / 05.04.2025
- Boykotun babasını yaptılar, yapıyorlar / 04.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -1- / 13.04.2025
- İktidarın kutsal (!) haç ve Konstantinapol sessizliği / 11.04.2025
- İktidara karşı değilse istediğiniz kadar yürüyebilirsiniz / 10.04.2025
- Papazı nasıl aldık hatırlıyor musun? / 09.04.2025
- Siyasette üçüncü yol şart mı? / 08.04.2025
- Alparslan Türkeş’in vefat yıl dönümünden önce / 07.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -2- / 06.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -1- / 05.04.2025
- Boykotun babasını yaptılar, yapıyorlar / 04.04.2025