Türkiye'de şu anda nispeten siyasi, kısmen de zorlayıcı olarak kağıt üzerinde bir ekonomik istikrar gösterilmektedir. Öte yandan işsizlik sorununa hala çare bulunamamıştır. Eğitim durumu devamlı olarak sorun üstüne sorun oluşturmaktadır. YÖK ve üniversitelerimiz ise sorunların zirvesinde yer almaktadır. Hükümet ve YÖK gerginlik içindedir. Sosyal ve kültürel hayat kör topal bir şekilde devam etmektedir. Ancak basın ikiye, hatta üçe parçalanmış durumdadır. TV'ler adeta paylaşılmış şekilde kendi fikirlerini yaymaya çalışmaktadırlar. Türkiye'nin milliyetçiler ve liberal kesimi tutanlar ile dışa bağlı olanların zıtlaşmaları berdevam ediyor. Onların guruplaşmaları, cepheler şeklinde örgütlenmeleri, izlenmektedir. Milliyetçiler kanadında artık solcular da görülmektedir. Aşırı sol fraksiyonlar bile Türkiye'nin milli menfaatlerini korumaya çalışmaktadır. Kısacası eskiden solcu sağcı konuları gerginlik oluşturuyordu. Şimdi ise sermaye taraftarı olan liberaller bir taraftan, ve ulusçuların gruplaşmaları öte taraftan dikkat çekmektedir. Liberaller sermaye taraftarları globalleşmeye (küreselleşmeye) özelleştirmeye, milliyetçiler ise ulusalcılığa destek vermektedirler. Türkiye'nin ekonomik göstergelerinde de bazı gelişmeler görülmektedir. Ancak iç ve dış borçlar korkunç boyutlara varmış durumdadır. Öte yandan ihracat büyük çapta artış göstermektedir. Ancak ithalatta ondan da daha çok, hatta bir misli fazla artış izlenmektedir. 2005 yılının son çeyrek döneminde görülen artış yaklaşık olarak 40 milyar $'a varmaktadır. Öte taraftan çok hızlı bir şekilde özelleştirmeler yapılmaktadır. Bu özelleştirmeler Türkiye'nin birçok stratejik kurumunu yabancılar dahil, özel sektöre devretmektedir. Rahmetli Atamızın kurduğu kurumlar dahi özelleştirmeye tabii tutulmaktadır. Türkiye'nin ilk kuruluşu - Atatürk devri Türkiye'de Kurtuluş savaşından hemen sonra milli kalkınma modeli uygulanmaya başlandı. Bu modelin başlıca gayesi yabancı sermayenin elinde olan tüm kurumların bir an önce satın alınması ve Türkiye'nin eline geçmesiydi. Cumhuriyetin en kısa devresinde tüm bu kuruluşlar yabancıların elinden satın alınmış ve milli sermayeye geçmişti. şimdi ise büyük bir şevkle bunun tam aksi yapılmaktadır. Türkiye'nin elindeki tüm kurumlar, stratejik önemlerine bakmaksızın elden çıkarılmakta ve satılmaktadır. Üstelik Başbakanımız da "Ben Türkiye'nin istikbalini kalkınmasını düşünüyorum. Yabancı sermayenin gelmesi için çalışıyorum. Bir nevi pazarlamacılık bile yapıyorum denilebilir!" ifadesini de kullanmıştır. Şimdi acaba bunun hangisi daha doğrudur? Rahmetli Atamızın milli politikasındaki tavır mı, şimdiki özelleştirme çabaları mı? Ancak Dünyada da AB'de de devlet sermayesi yoğundur. Mesela devletin katılımı Fransa'da yaklaşık olarak % 54'tür. Birçok Avrupa ülkesinde de buna yakın devlet sermayesi vardır. Türkiye'de ise ortalama olarak % 24 görülmektedir. Şimdi ise o bile azalmaktadır! Şimdi dikkatinizi şu hususa çekmek isterim: Devletsiz sermaye mi, yoksa devlet sermayesi mi bize daha faydalı olacaktır? Bunu tekrar tekrar düşünmemiz gerekir!
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Prof. Dr. Cahit Babuna / diğer yazıları
- Batı kültüründe toplumsal çöküş -2- / 22.10.2006
- Batı kültüründe toplumsal çöküş / 21.10.2006
- Ramazan'da kazanılan değerler -2- / 20.10.2006
- Ramazan'da kazanılan değerler -2- / 19.10.2006
- Ramazan'da kazanılan değerler / 18.10.2006
- Oruç tutmak, aç kalmak değildir / 15.10.2006
- Ramazan-ı Şerif temizlenme ayı / 14.10.2006
- İbadetin insan sağlığına faydaları -4- / 09.10.2006
- İbadetin insan sağlığına faydaları -4- / 08.10.2006
- İbadetin insan sağlığına faydaları -3- / 07.10.2006
- Batı kültüründe toplumsal çöküş / 21.10.2006
- Ramazan'da kazanılan değerler -2- / 20.10.2006
- Ramazan'da kazanılan değerler -2- / 19.10.2006
- Ramazan'da kazanılan değerler / 18.10.2006
- Oruç tutmak, aç kalmak değildir / 15.10.2006
- Ramazan-ı Şerif temizlenme ayı / 14.10.2006
- İbadetin insan sağlığına faydaları -4- / 09.10.2006
- İbadetin insan sağlığına faydaları -4- / 08.10.2006
- İbadetin insan sağlığına faydaları -3- / 07.10.2006