27 Aralık 1936, İstiklâl Marşımızın şairi, o dertli, o mustarip ve çilekeş insanın, bu fâni âlemden ebedi âleme göçtüğü tarihtir.
Dolayısıyla, bugün itibariyle merhum Akif dedemizin 86. vefat yıldönümünü idrak etmiş bulunuyoruz.
Mehmet Akif Ersoy isminin zikredildiği her zaman ve mekânda elbette ve haklı olarak akla ilk gelen İstiklâl Marşımızdır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinde Milli Marş olarak ittifakla kabul edildikten sonra, bugüne kadar kaç kuşak geçti ise, yediden yetmişe hemen herkes, tamamını bilmese bile ilk iki kıtayı ezbere bilmektedir.
Bu hakikat, her şaire ve her mütefekkire nasip olmayacak bir devlettir.
On kıtadan oluşan İstiklâl Marşının hemen ardından zihinlere kazılan, ezbere bilinen şiirlerinden biri de elbette 'Çanakkale Destanıdır'.
Şairimizin bütün şiirlerini iki kapak arasında toplayan SAFAHAT adlı anıt kitabı, şöyle bir karıştıran, şöyle bir göz gezdiren hemen herkes, yaşadığı devrin çığlıklarına, feryad ve figanlarına, toplumsal çürümenin derin izlerine rastlayacaktır.
Mehmet Akif, dertli bir adamdır, yaşadığı toplumun dertleri ile dertlenen, dertleri sıkça dile getiren ve sürekli derman arayan, mevcut problemlere çözüm arayan bir mütefekkirdir.
Şair, bazen mahalle kahvesinde konuşulanlara kulak verir ve onlara cevap yetiştirir, bazen şehir hatları vapurlarında yolcularla sosyal problemleri ve çözüm yollarını tartışır, bazen de şehrin tarihi ve büyük camilerinde cemaate vaaz eder.
Camilerdeki vaazlarında olsun, halkın arasında hemen her mekânda iştirak ettiği sohbetlerde olsun, çok yoğun olarak, Müslümanların din anlayışlarına eleştirileri vardır.
Akif bu yönüyle yeterince incelenmediği için, hem dünya Müslümanları olarak hem de bizler olarak, eleştirilerinden gerekli dersleri alamamışız ve dikkatle baktığımızda görüyoruz ki, eleştirdiği noktalardan bir adım dahi ileri atamamış, işaret ettiği hastalıklı görüşlerden asla kurtulamamışız.
Şairinin 86. vefat yıldönümünde SAFAHAT, öncelikle bu yönüyle incelenmeli ve altını çizdiği konularda, aradan geçen bunca zamana rağmen hangi noktada bulunduğumuz tespit edilmelidir.
Mesela, şu mısralar üzerinde kafa çatlatacak inceleme ve araştırma insanları, derhal kollarını sıvayıp işe koyulmalıdırlar:
"Böyle gördük dedemizden!" sesi titrek titrek! "Böyle gördük dedemizden!" sözü dinen merdud; Acaba saha-i tatbiki neden na-mahdud?
Çünkü biz bilmiyoruz dini. Evet, bilseydik,
Çare yok gösteremezdik bu kadar sersemlik.
Çin'de, Mançurya'da din bir görenek, başka değil. Müslüman unsuru gayet geri, gayet cahil.
Acaba meyl-i teali ne demek onlarca?
"Böyle gördük dedemizden!" sesi milyonlarca kafadan aynı tehevvürle bakarsın, çıkıyor!
Arş-ı âmâli bu ses ta temelinden yıkıyor."
- Mevcut manzara seni üzmüyorsa… / 11.04.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025