Zikrullah’ın fert ve toplum hayatına etkisi
Bütün doktrinler, sistemler şüphesiz insan içindir. İnsanı gündemine almayan bir doktrin olamaz
22.12.2024 18:30:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Bütün doktrinler, sistemler şüphesiz insan içindir. İnsanı gündemine almayan bir doktrin olamaz.
Teoride durum böyle iken, doktrinler sistemlere dönüşüp, uygulamaya konulunca, insan için yola çıkanlar, birdenbire kendilerini insanın dışında, eşyanın maddî soğukluğunun hâkim olduğu insansız bir ortamda buluyor.
Esasen böyle bir sonuç kaçınılmazdır. Çünkü kendini insana adadığını sanan beşerî doktrinler, insanı, hareket hâlinde olan bir eşyadan başka bir şekilde idrak edememiştir. Böyle olunca, eşyaya hâkim olma vasfı bulunan insan, bütün insanı değerlerinden ferâgat ettirilerek eşyanın mahkûmu hâline dönüşüyor.
İslam, insanı, fert, cemiyet ve kâinatın sahibi olan Allah'a ulaştırmakla bir taraftan onu sonsuzlaştırırken, diğer taraftan eşyayı onun önünde oyuncaklaştırır. Fakat bu oluş öyle söylendiği gibi kolay gerçekleşmez.
İnsan, bedenin ve maddî çevresinin tahakkümünden kurtulmak, nefha-i İlâhî olan rûhunu hürriyetine kavuşturmak için belki de ömür boyu sürecek olan bir perhize uymak zorundadır.
Şekilde insan gibi görünse de, gerçekte ancak bu perhiz sayesinde imar olur insan.
İbadetlerden asıl gaye Allah'a vuslat etmek, O'na kul olmaktır. Namaz kılarken, oruç tutarken, hacca giderken, zekât verirken, Allah'ı zikrederken maksadı kulluk etmek olan inananda devamlı Allah'ı hatırlama hâli oluşur. Buna büyükler, "Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda dâim zikir hâli" derler. "Arif-i billah" dediğimiz zevâtın bu husuta beyanı dâim zikirdir. Yani kul dâima zikir hâliniyaşar.
Şimdi bu insanı sosyal hayata indirgersek, "Allah'ı unutmayan, Allah ile her zaman beraber olan" demek, "Allah'ın koyduğu sınırlarına yaklaşmayan" demektir. "O'nun emrettiği her şeyi yerine getiren insan" demektir. O zaman bu insan sosyal hayatta o kadar mükemmel olur.
İslam'daki asıl maksat, mükemmel bir mü'min, mükemmel bir Müslüman, kâmil mânâda bir kul yetiştirmektir. Bu Müslümanın vazifeleri ve sıfatları vardır. Kur'ân'ın bütünlüğü içerisinde bunu yaşamanın adına "Müslümanın kemâli" deniyor.
İslam'ın hedefi Müslümanın bunu yaşamasıdır. O mükemmel insanın elinde mükemmel siyaset olur, mükemmel sanat, mükemmel ziraat, mükemmel ticaret olur. O insanın olmadığı yerde, -kurallar ve kaideler ne olursa olsun-iyilik ve güzellik adına hiçbir şey olmaz.
Demokratik sistemler, görünüşte çok güzeldirler... Ama bu İslam'ın dışı olarak da kullanılabilir, içi olarak da.
Sistemler İslam'da gaye değildir. Hatta helal ve haram sınırları konulduğunda komünizmde de İslam yaşanır. Yani İslam bir sistem vaad etmemiştir. İslam bir rejim değildir, dindir.
Rejimler, sistemler ideolojiktir. Yani aklın mahsulleridir. Saltanat ideolojiktir. Demokratik anlayış ideolojiktir. İnsanların ortaya koyduğu şeylerdir. Ama biz bunların tamamında helal ve haram sınırında dinimizi yaşayabiliriz. Bu tıpkı meyvesi acı olan bir ağacı ehilleştirmeye benzer. Ağaca güzel bir aşı yapılır, ağaç ehilleşir meyvesinden yenir.
O hâlde bu sistemleri ele alıp mütalaa, müzakere etmek yerine, o sistemlerde icra-i faaliyette bulunan ferdi eğitip yetiştirmek lazım. Müslümanın nasıl olacağını, Müslümanın vasıflarını, şartlarını ortaya koymamız lazım.
Zaten sosyal hayatta Cenâb-ı Hakk'ın "yapınız" dediklerini yapsak, "yapmayın" dediklerinden kaçınsak, o memleket -Allah'ın izniyle- güllük-gülüstanlık olur. O Müslümanın olmadığı yerde -adı ne olursa olsun-Cehennem'dir.
O Müslüman, adam öldürebilir mi? İki insanın arasını açabilir mi? Buğzedebilir mi? Dedikodu yapabilir mi? Yalan konuşabilir mi? İnsanları aldatabilir mi? Bilakis o insan doğruluk, dürüstlük timsali, örnek bir kişi olur.
İnsanların arasını bularak, insanlardan bir topluluk meydana getirir ki; o topluluk da güllük-gülüstanlık olur. O insanların bulunduğu toplulukta, karıncalar bile emniyettedir. Sadece insanların değil, hayvanların bile hukukuna uyulur.
Özetle, Allah'ı zikir için yapılan ibâdet, hem insanın nefis dünyasındaki huzuru ve saadeti, hem de toplum hayatındaki, adaleti temin eden yüce bir unsurdur." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
Teoride durum böyle iken, doktrinler sistemlere dönüşüp, uygulamaya konulunca, insan için yola çıkanlar, birdenbire kendilerini insanın dışında, eşyanın maddî soğukluğunun hâkim olduğu insansız bir ortamda buluyor.
Esasen böyle bir sonuç kaçınılmazdır. Çünkü kendini insana adadığını sanan beşerî doktrinler, insanı, hareket hâlinde olan bir eşyadan başka bir şekilde idrak edememiştir. Böyle olunca, eşyaya hâkim olma vasfı bulunan insan, bütün insanı değerlerinden ferâgat ettirilerek eşyanın mahkûmu hâline dönüşüyor.
İslam, insanı, fert, cemiyet ve kâinatın sahibi olan Allah'a ulaştırmakla bir taraftan onu sonsuzlaştırırken, diğer taraftan eşyayı onun önünde oyuncaklaştırır. Fakat bu oluş öyle söylendiği gibi kolay gerçekleşmez.
İnsan, bedenin ve maddî çevresinin tahakkümünden kurtulmak, nefha-i İlâhî olan rûhunu hürriyetine kavuşturmak için belki de ömür boyu sürecek olan bir perhize uymak zorundadır.
Şekilde insan gibi görünse de, gerçekte ancak bu perhiz sayesinde imar olur insan.
İbadetlerden asıl gaye Allah'a vuslat etmek, O'na kul olmaktır. Namaz kılarken, oruç tutarken, hacca giderken, zekât verirken, Allah'ı zikrederken maksadı kulluk etmek olan inananda devamlı Allah'ı hatırlama hâli oluşur. Buna büyükler, "Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda dâim zikir hâli" derler. "Arif-i billah" dediğimiz zevâtın bu husuta beyanı dâim zikirdir. Yani kul dâima zikir hâliniyaşar.
Şimdi bu insanı sosyal hayata indirgersek, "Allah'ı unutmayan, Allah ile her zaman beraber olan" demek, "Allah'ın koyduğu sınırlarına yaklaşmayan" demektir. "O'nun emrettiği her şeyi yerine getiren insan" demektir. O zaman bu insan sosyal hayatta o kadar mükemmel olur.
İslam'daki asıl maksat, mükemmel bir mü'min, mükemmel bir Müslüman, kâmil mânâda bir kul yetiştirmektir. Bu Müslümanın vazifeleri ve sıfatları vardır. Kur'ân'ın bütünlüğü içerisinde bunu yaşamanın adına "Müslümanın kemâli" deniyor.
İslam'ın hedefi Müslümanın bunu yaşamasıdır. O mükemmel insanın elinde mükemmel siyaset olur, mükemmel sanat, mükemmel ziraat, mükemmel ticaret olur. O insanın olmadığı yerde, -kurallar ve kaideler ne olursa olsun-iyilik ve güzellik adına hiçbir şey olmaz.
Demokratik sistemler, görünüşte çok güzeldirler... Ama bu İslam'ın dışı olarak da kullanılabilir, içi olarak da.
Sistemler İslam'da gaye değildir. Hatta helal ve haram sınırları konulduğunda komünizmde de İslam yaşanır. Yani İslam bir sistem vaad etmemiştir. İslam bir rejim değildir, dindir.
Rejimler, sistemler ideolojiktir. Yani aklın mahsulleridir. Saltanat ideolojiktir. Demokratik anlayış ideolojiktir. İnsanların ortaya koyduğu şeylerdir. Ama biz bunların tamamında helal ve haram sınırında dinimizi yaşayabiliriz. Bu tıpkı meyvesi acı olan bir ağacı ehilleştirmeye benzer. Ağaca güzel bir aşı yapılır, ağaç ehilleşir meyvesinden yenir.
O hâlde bu sistemleri ele alıp mütalaa, müzakere etmek yerine, o sistemlerde icra-i faaliyette bulunan ferdi eğitip yetiştirmek lazım. Müslümanın nasıl olacağını, Müslümanın vasıflarını, şartlarını ortaya koymamız lazım.
Zaten sosyal hayatta Cenâb-ı Hakk'ın "yapınız" dediklerini yapsak, "yapmayın" dediklerinden kaçınsak, o memleket -Allah'ın izniyle- güllük-gülüstanlık olur. O Müslümanın olmadığı yerde -adı ne olursa olsun-Cehennem'dir.
O Müslüman, adam öldürebilir mi? İki insanın arasını açabilir mi? Buğzedebilir mi? Dedikodu yapabilir mi? Yalan konuşabilir mi? İnsanları aldatabilir mi? Bilakis o insan doğruluk, dürüstlük timsali, örnek bir kişi olur.
İnsanların arasını bularak, insanlardan bir topluluk meydana getirir ki; o topluluk da güllük-gülüstanlık olur. O insanların bulunduğu toplulukta, karıncalar bile emniyettedir. Sadece insanların değil, hayvanların bile hukukuna uyulur.
Özetle, Allah'ı zikir için yapılan ibâdet, hem insanın nefis dünyasındaki huzuru ve saadeti, hem de toplum hayatındaki, adaleti temin eden yüce bir unsurdur." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.